Merkez bankalarının aptallığına maruz kalan dünya

Merkez bankalarının aptallığına maruz kalan dünya

"Küresel ekonomi ve finans sistemi 2008’den beri klinik olarak ölüdür. Ekonomi yoğun bakım servisinde suni solunum cihazına bağlı olarak hayatta tutulan bir hasta gibi merkez bankaların yardımı ile işler haldedir. Dünya ekonomisinin çöküşün eşiğine geldiği 2008 krizinden itibaren dünya merkez bankaları, küresel finans sistemine 14 ile 16 trilyon dolar arasında bir meblağ pompalamışlar ve buna ilaveten neredeyse 700 kez faizleri aşağı çekmişlerdir."

Çeviri: Özer Erdin

2017’nin sonuna doğru ekonomi hakkında aşırı derecede çelişkili bir durum ortaya çıktı. Ekonomi büyüdü; menkul kıymetler piyasası rekor seviyelere ulaştı; işsizlik oranı azaldı ve sanayide uzun zamandan beri yaşanmamış boyutta bir iyimserlik belirdi. Ancak dünya aynı zamanda tarihinin en ağır borç yükünün içinde boğulmakta, en yüksek seviyeye ulaşmış sosyal eşitsizliklerden muzdarip olmakta ve 2007/2008 krizi öncesine göre daha yüksek boyutlu bir risk sarmalının tehdidi altına girmektedir. Birçok insan yılsonu biterken “Biz gerçekten nerede duruyoruz?” sorusunu kendine yöneltmektedir. Bizlerde şu soruları sıralayabiliriz; Sakin olarak geleceğe bakabilir miyiz, yoksa ekonomik yönden tarihsel bir tehlike ile karşı karşıya mıyız? Bu sorulara açık ve kesin yanıtlar verebilecek bir ekonomi teorisi var mıdır?

Hayır, yoktur ve geçmişin ekonomi teorileri mevcut durumu izah etmekte yetersiz kalmaktadır. Bunun nedeni ise dünyada şimdiye kadar hiç karşılaşılmamış bir olağanüstü durumun içinde bulunuyor olunmasıdır. Küresel ekonomi ve finans sistemi 2008’den beri klinik olarak ölüdür. Ekonomi yoğun bakım servisinde suni solunum cihazına bağlı olarak hayatta tutulan bir hasta gibi merkez bankaların yardımı ile işler haldedir. Dünya ekonomisinin çöküşün eşiğine geldiği 2008 krizinden itibaren dünya merkez bankaları, küresel finans sistemine 14 ile 16 trilyon dolar arasında bir meblağ pompalamışlar ve buna ilaveten neredeyse 700 kez faizleri aşağı çekmişlerdir. Bu ‘ucuz’ paranın büyük bir kısmı finans spekülasyonu piyasasına aktığından, piyasalarda tarihsel olarak şimdiye dek hiç görülmemiş bir deformasyon oluşmuştur. Hisse senedi kurlarının bir firmanın işlerliği hakkında bir şeyler ifade ettiği geç kalınmadan varsayılabiliyor olmalıydı. Devasa firmalar dünyanın her yerinde kendi hisse senetlerini geri satın alabilmek ve bu hisselerin kurlarını sonradan yapay olarak yukarıya çekebilmek için ucuz para kullandılar. Öte yandan yine önceki dönemlerde devlet tahvillerinin faiz kazancıdan ve masraflarından hareketle bir ülkenin ekonomik ve mali gücü hakkında fikir edinilmesi de geçmişte kaldı; çünkü merkez bankaları bütün ülkeleri iflastan kurtarabilmek için tahvilleri yüksek fiyatlarla satın alarak gerçekte var olmayan taleplere dayalı pazarlar yarattılar.

Ancak her şey bundan ibaret değil. Merkez bankaları, tüm bunlar yaşanırken hisse senedi piyasalarına doğrudan müdahale ederek yalpalamakta olan firmaları batmaktan kurtardılar. Ayrıca, başka firmaların da gerçek değerlerinin çok üzerinde işlem görmelerini sağladılar. Örneğin Apple, Aphabet, Microsoft, Amazon ve Facebook’da büyük hisse sahibi olan İsviçre Ulusal Bankası, 2017’den 2018’e girerken 91 milyar dolar değerinde ABD hisse senedini elinde bulundurmaktadır. Hatırlatmak amacıyla söyleyelim; İsviçre Ulusal Bankası hisse senedi satın alabileceği parayı kendi de basabilmektedir. Bu şu demektir: Faiz düşürmeye ve yoktan para temin etmeye dayalı yapay ve şişirilmiş bir finans sisteminin içinde yaşamaktayız. Bu sistemin korkunç yan etkileri, merkez bankalarının da ekonomi ve finans sisteminin çalıştığı prensiplere göre işletilmekte olmasından ileri gelmektedir. Merkez bankalarının sağladıkları para hediye değildir, geri ödenmek zorundadır. Hal böyle olunca küresel borç dağı sürekli büyümektedir.

Söz konusu borç yükünü hafifletebilmek için tek bir yol vardır; Enflasyonun körüklenmesi! Genel fiyat seviyesindeki yükseliş diğer parasal değerler ile ilişkili olarak borcun azalmasına yol açar; ancak bu tür bir enflasyona sebebiyet vermek zaten 2008’den beri uygulanmakta olan bir yöntemi beraberinde getirir ki, o da yeniden para basılması ve faiz indirimidir. Öte yandan dünya merkez bankaları bir süredir ucuz paraya dayalı olan parasal politikaları on yıl sonra yeniden yürürlüğe koymak istediklerini bildiriyor olmalarına rağmen tarihin mevcut en büyük borç dağı yüzünden bu yola başvuramazlar. Devasa borç dağını görmezden gelmek ise sayısız borçlunun iflasına neden olacağından, alacaklıların kasasında çok büyük delikler açılacak ve sistem bu sefer 2007/2008 yıllarından daha ağır bir krize girecektir.

Özetle, içinde bulunduğumuz durum şöyle de izah edilebilmektedir; Merkez bankalarının uygulamakta oldukları parasal politika yüzeyde bir takım pozitif olguyu üretirken, geri dönüşümü olmayan bir biçimde sistemi bir bütün olarak çöküşe götürmektedir. Başka bir deyişle küresel finans sistemi uyuşturucu enjeksiyonu ile kısa süreli olarak canlanma evresi yaşayan; fakat bu esnada oldukça zarar gören organları aniden iflas edecek olan uyuşturucu bağımlılığından muzdarip bir kişi gibidir.

Olası bir küresel iflasın 2018 veya sonraki yıllarda gerçekleşip, gerçekleşmeyeceği önceden söylenememekle beraber kesin olan tek bir gerçek vardır: Merkez bankalarının kullandıkları manipülatif yöntemlerin hepsi epeyce tüketilmiştir. Düşük ya da yüzde sıfır faizlerden sonra geriye yalnızca negatif faiz kalmıştır ve yeni paranın bolluğu daha fazla paranın sağlanmasını gerektirecektir. Bu gelişmenin neticesi ise hiper enflasyon olacaktır.

Kaynak: Ernst Wolff, Linke Zeitung                                                                                                         

DAHA FAZLA