Melankoli: ‘Normal bir anomali’

Melankoli: ‘Normal bir anomali’

Teber “Melankoli” kitabında; Antik dönemden günümüze değin ressam, yazar, şair ve filozofların melankoliyi irdeleyen yapıtlarını büyük bir titizlikle incelemiş ve eser sahiplerinin melankoliye yatkın kişisel özelliklerini de etraflıca değerlendirmiştir.

Bazı yazarlar vardır. Hayatlarını sürerken de öldükten sonra da değerleri anlaşılmaz ya da geç anlaşılır. Tıp Fakültesi’nde Nöro-Psikiyatri kliniğinde uzmanlık eğitimi alan ve pek çok yapıt üreten Serol Teber (5 Ağustos 1938-12 Kasım 2004) de yeterince hakkı verilmeyen değerli yazarlarımızdandır. “İşçi Göçü ve Davranış Bozuklukları”, “Doğanın İnsanlaşması”, “Nükleer Savaş ve Sonrası”, “Yeni Osmanlılar ve Paris Komünü”, “Picasso”, “Politik Psikoloji Notlar”, “Işkence Sonrası Yaşam ve Toplama Kampı Sendromu”, “Göçmenlik Yaşantısı ve Kişilik Değişim”, “Aşiyan’daki Kahin”, “Bilimsel Bir Peri Masalı: Freud’un Aile ve Tarihsel Romanı”, “Davranışlarımızın Kökeni”, “İlk Toplumların Değişimi“, “Doğanın İnsansanlaşması” ve “Melankoli” gibi yapıtları düşün dünyamıza kazandırmıştır.

Teber “Melankoli” kitabında; Antik dönemden günümüze değin ressam, yazar, şair ve filozofların melankoliyi irdeleyen yapıtlarını büyük bir titizlikle incelemiş ve eser sahiplerinin melankoliye yatkın kişisel özelliklerini de etraflıca değerlendirmiştir.   

Serol Teber; melankoliyi toplumsal huzursuzlukların arttığı dönemde yaşanan güvenliksizlik ortamlarda sıklıkla sözü edilen bir yaşam tarzı, bir ruhsal durum ve bir kişilik tipi olarak tanımlar ve melankolik kişilikleri Homeros destanlarından Troya savaşına, Sophokles’ten Euripides trajedilerindeki kişiliklere değin izini sürer.

Melankoli üzerine ilk kapsamlı araştırmaları günümüzden 2400 yıl önce Antikçağ Kos adası tıp okulundan Hippokrat’ın yaptığını aktarır. Melankolik kişilik tüm ortaçağ boyunca olumsuz karşılanmış, hatta ölümcül bir günah olarak tanımlanmıştır. Melankolik insanların doğaüstü gizil güçler, cinler, şeytanlarla ilişkili oldukları düşünülmüş, bu insanlar tutuklanmış, işkence görmüş, yakılmış, öldürülmüşlerdir. Rönesans döneminde başlayan humanist akımların etkisiyle melankolik insan mizacına yeni bir anlayışla bakılmaya başlanmıştır. Bu arada Alman sanatçı Albrecht Dürer bu humanist grelişmelerin uzantısında “Melencolia I” adlı ünlü gravürü yapmıştır. Bu gravürün gizemli etkisiAydınlanma ve modern çağlarda da sürmüştür. Dürer’in Goethe ve Victor Hugo üzerinde de özel bir etkisi olmuştur.    

Teber’e göre; melankolik insan mizacının yazılı kültürde betimlenişi ilk kez Homeros destanlarında görülür. İlyada destanındaki Bellerophontes yazılı din dışı tarihin tespit ettiği ilk melankolik kişiliktir. Yalnızlığa mahkum olan bu kahraman acılar içinde yer bitirir kendini. Bellerophontes olasılıkla tanrılar düzenine başkaldırdığı için melankolik bir yaşama mahkum edilmiştir. Antik Grek dünyasında melankoliye yaklaşımın kapsamını kestirebilmek için Homeros destanlarından Hippokrat Okulu’na gelene dek M.Ö 8. Ve  5. Yüzyıllar arasında İyonya kültür dünyasının mitolojiden doğa felsefesine dönüşümünü anımsamak gerekir. Bu dönem İyonya’da ne yeryüzünde ne de gökyüzünde despot vardır. Bu çok özgün koşullarda görece özgürleşen insan ilk kez doğayı tanımaya calışmış sonra da bizzat insanın kendisini araştırmaya, gözlem konusu yapmaya başlamıştır. Hippokrat’a göre; melankoliklerde uykusuzluk, korku nöbetleri, çevresinden uzaklaşma, dalgınlık, öfke krizleri,hüzün görülür.Bu insanlar konuşmak istemezler, sorulduğunda kısa ve isteksiz cevaplar verirler Hippokrat melankolik durumu bir duygulanım bozukluğu olarak değil ruhsal yeteneklerde azalmaya neden olan bedensel bir rahatsızlık durumu olarak değerlendirmiştir. Kara safranın etkilediği bedensel özsularının karışımına sahip melankolik mizaçlı insanlar yaşamları boyunca değişken davranışlar gösterebilirler. Bunlar kimi kez hüzünlü, korkulu, kimi kez heyecanlı, coşkuludurlar. Davranışlarındaki bu değişiklik salt mevsimsel değildir. Bir günlük zaman dilimi içinde bile kimi zaman hüzünlü, kimi zaman heyecanlı olabilirler. Bunlar arasında çok yönlü, yetenekli, hatta dahi tipli kişilikler görülebilir.

Teber; Demokritos ve Herakleitos gibi Antik çağın efsaneleşen iki melankolik kişiliğine de değinir. Demokritos gülen, Herakleitos ağlayan melankolik filozoflar olarak tanımlanmışlardır. Daha çocuk yaştayken evlerinin arka bahçesine kendisi için küçük bir kulübe yapıp orada, tek başına yaşamaya başlamıştır. Güneş Devleti kitabının yazarı Tommaso Campanella, Demokritos benzeri bir yaşam tarzı sürdürmeye öykündüğü için 27 yıl hapis yatmaya mahkum edilmiştir. Demokritos yaşlandığında kendi isteğiyle gözlerinin önüne gümüş kaplamalı bir metal plaka koydurarak kendi kendini kör etmiş Bunun nedenini soranlara, bedeniyle/gözleriyle görmektense ruhuyla görmek, ruhsal görme yeteneğini geliştirmek istediğini söylemiştir.

Kalabalıklar içinde yaşamaktan hoşlanmayan yalnızlığı seven, huysuz, somurtkan, asık suratlı Heraklietos’u çevresindekiler hüzünlü Heraklietos diye tanımlamışlardır. Ömür boyu soylu, bilge ve yalnız bir insan olarak yaşayan Heraklietos, bilinen filozofların en kötümserlerinden biridir. Tüm yaşamı süresince ölüme bu denli övgü düzen filozof az görülmüştür. Bu alanda Nietzsche’ye Schopenhauer’e öncülük eder. Heraklietos, insanın yaşamak için doğduğunu, ancak doğduğu an’dan itibaren ölüm – ya da dinginlik- özlemi içinde olduğunu yazmıştır.

Melankoli, Hristiyan din bilimcilerince, kişilik ve yaşam tarzı olarak değil, inançsızlık, tanrısal düzene başkaldırı ve bunun karşılığı olarak da bir tür tanrısal cezalandırma olarak tanımlanmış, ölümcül bir günah olarak değerlendirilmiştir. Teber; yönetimlerin, melankolik düzeyde bile olsa, toplumsal-bireysel muhalefeti ortadan kaldırmak istemelerine vurgu yapmıştır.

Politik hiç bir örgütlenme içinde olmayan, günlük yaşamdan sıyrılmış, geri çekilmiş, kendi içine kapanmış, hüzünlü insanların davranışları bile bir tür başkaldırı ve başka bir düzen özlemi olarak görülmüş ve bu melankolik tavır dolaylı yollardan da olsa ağır bir toplumsal kritik, düzene muhalefet olarak değerlendirilmiştir. Ortaçağ Hristiyan ahlakına göre; inancı tam ve doğru bir insanın melankoliden uzak yaşaması gerekmiştir. Ancak, melankolik hüzün çalışmama, tembellik, aylaklık, sonraki burjuva dönemi içinde de günah ve ahlaksızlık olarak görülmüştür. Max Weber’in kapitalist/protestan ahlak kuramı melankolik yaşam tarzı gibi hüzünlü aylaklıkları ağır şekilde eleştirmiş, suçlamıştır. Modern dönemlerde bu tavır daha da sertleşmiş bu tür insanlar a-sosyal olarak tanımlanıp toplama kamplarına bile gönderilmişlerdir. 1848 devrimler döneminin bu yeni uyumsuz, düşünen aylak melankolik tipi Charles Baudelaire kişiliğinde ve yaşamında somutlaşması klasikleşmiştir. Walter Benjamin Pasajlar çalışmasında toplumsallaşamayan aylak insanla artık engizisyonun bile ilgilenmediği Ortaçağ dinsel inançlarının elinden kurtulduğunu sanan melankolik aylak insan, bu kez tüketim toplumunun mistik, gizemli ortamında metalaştığını pazara sürüldüğünü görür. Engizisyon önünde yargılanmaktan daha beter acılara sokar onu, metalaştığını, pazara sürüldüğünü duyumsamak.

İnsanların ruhsal yaşamları dinlerin otoritesinden kurtulduktan sonra bu kez de rasyonalizmin katı norm sistemlerine uydurulmaya zorlanmıştır. Buna göre yaşamayan ve çalışmayanlar günahkar-dinsiz yerine bu kez akılsız çılgın, ya da zavallı deli olarak tanımlanmışlar ve psikiyatrinin araştırma nesnesi olmuştur. Ruh sağlığı mutluluk için değil çalışmak ve üretmek için bir araç olarak değerlendirilmiştir. Modern toplumlarda çoğunluğu oluşturan akıllı, normal yurttaşlar, “akılsız delileri” toplumdan dışlamışlar , bunlar önce genel hastanelere, sonra psikiyatri kliniklerine kapatılmaya başlanmıştır. Rasyonalizmin irrasyonelizme dönüştüğü Almanya’da ise 1933-1945 yıllar arasında “delilerin” (melankolikler, şizofrenler, epileptikler, alkolikler vb) sistematik olarak yok edilmelerine dönüşmüştür.        

 Serol Teber; ortaçağ boyunca Hippokrat geleneğini sürdüren efsaneleşmiş az sayıda hekimden biri olan Afrikalı Konstantinus melankoli üzerine yazdığı monografisinin özetine de yer verdiği kitabında melankolinin resim, müzik, roman, şiir, felsefe ve tıp alanındaki yansımalarını ve izleğini sürerek önemli bir konuyu titizlikle ele almış olup, ilgili yapıtlara merak uyandıran bir çalışma ortaya koymuştur.    


KÜNYE: Melankoli, Serol Teber, Say Yazınları, 2001, 368 sayfa.

DAHA FAZLA