Maveraünnehir’in konuştukları

Maveraünnehir’in konuştukları

Engin Barış Kalkan; dengeli ve tutarlı, ne istediğini ve anlattığını bilen bir kitapla çıkıyor karşımıza. Bu açıdan, yeni öykülerini ya da kitaplarını bekleyecek kendine has bir okur kitlesi edinip adından sıklıkla söz ettirecek gibi görünüyor -evet, dileğim kesinlikle bu yönde-. Edebiyat piyasasının keşmekeşinde şöyle temiz, taze bir nefes almak istiyorsanız hiç vakit kaybetmeyin.

2015 yılında Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği’nin Öykü Ödülleri’nde “Övgüye Değer Dosya”ya değer görülen Engin Barış Kalkan’ın kitabını uzun zamandır bekliyordum. Yarışma dosyasından farklı bir çalışmayla karşımıza çıkan Kalkan, “Maveraünnehir Nereye Dökülür?”[1]de sade bir dil ve dolambaçsız bir anlatım kullanıyor.

Raymond Carver’dan bir alıntıyla açılan kitapta 9 öykü bulunuyor. Öykülerin tamamında insana ve hayata dair gerçekçi bir yaklaşım sergilenmiş, yalın ve boğuntusuz bir öykü evreni kurulmuş. Son yıllarda öykücülerde sıklıkla karşılaştığımız oyunlu, dolambaçlı metinlere nazaran anlatmak istediğini doğrudan veren, insanı ve hayatı her yönüyle ele alıp onu olduğu gibi kabul eden bir metinle karşı karşıyayız.

Tamamıyla roman bütünlüğünde öykü kitabı denmezse de yolları bir şekilde kesişen karakterler var kitapta. Hemen hepsi de birbirlerini tamamlayıcı, açık bir şekilde ele alınıyor. Hem iyi hem de kötü yanlarıyla anlatılan karakterler, okurda daha samimi, yapaylıktan uzak bir dünyada bulunduğu hissi uyandırıyor. Nitekim Edebiyat Haber’den Ahmet Öztürk’e verdiği söyleşide[2] de bu noktaya değinmiş Kalkan: “(…) hep eksik bırakmama, hikayenin izole edilmiş bir ortamda geçtiği duygusu/düşüncesi uyandırmama gayretinden”. Bunu da en iyi şekilde ortaya koymuş öykülerinde çünkü ne tam iyi ne tam kötü anlatıyor insanı ve hayatı. Acıysa acı, ama bir yanıyla kahkaha ve ironi de barındırıyor; aşksa ayrılığı ya da kavuşamamayı da aşktan sayıyor; yalnızlıksa kalabalıkların da varlığıyla… Olduğu gibi, kabullenildiği/kabullendiğimiz gibi veriyor ne varsa.

Pek çoğumuzun, kendimizi de içinde bulmamız, özdeşleşmemiz nedeniyle, okumaktan daha çok hoşlandığımız “şehir öyküleri” kaleme alıyor Kalkan: Bir yanıyla eksik, bir yanıyla mücadele içinde, umudunu her daim korumaya çalışan, karşılaştığı zorluklara göğüs gererken içindeki çocuğu da yıpratmamaya çalışan, geçmişe özlemle zamanda yolculuğa çıkan ancak yaşadığı günü de kaçırmama telaşesinde, kimi zaman ihanete meyilli, kimi zamansa en sadık, en hakiki fakat eninde sonunda kendisiyle, duygu ve düşünceleriyle çelişen şehir insanlarının hikâyeleri ki bu, yerli öykücülerimizin çoğunlukla kaçırdığı bir bakış gibi görünüyor bana. Ya tamamen dışlanmış, yabancılaşmış, buhranlı modern bireyin karanlık, kötücül dünyasında boğulmak durumunda kalıyoruz ya da hep iyi, hep güzel, hep umutlu garip ütopyalarda. Bu metinler, hemen hemen hepimizin –gerçekten- hikâyesi anlayacağınız.

Öykülerde en çok dikkat çeken; anlatılanların sadece laf olsun, metne hareket katsın ya da okura aynı anda pek çok konu vererek onu metinde tutmak için anlatılmaması. Yani Kalkan, kullandığı her kelimenin, cümlenin, karakterin, mekânın hesabını verebilecek metinler yazmış. Kullanılan tüm unsurlar, metne ve kurguya hizmet eden, katkıda bulunan, okurun zihnini boşluklarla ya da soru işaretleriyle doldurmayan, temellendirilmiş ve mutlaka ama mutlaka ya daha önce anlatılan ya da ilerleyen satırlarda gösterilecek noktalarla tamamlanıyor, anlam kazanıyor. Bu anlamda oldukça berrak ve sağlam çatılmış kurgular kaleme alındığını söyleyebiliriz.

Kalkan’ın dikkat ettiğini düşündüğüm noktalardan biri de, ele aldığı konuları, her yönüyle kabullenerek yarattığı karakterlerinin bakış açısıyla tam da onların –aslında bir yanıyla bizim de- bakıp gördüğü gibi göstermesi. Kafanızı kaldırdığınız anda gördüğünüz, hissettiğiniz ve düşündüğünüz neyse, tam da onu aktarma derdinde yazar; ne eksik ne fazla. Tek bir bakış açısına takılıp kalmıyor, dolandırmıyor, yormuyor; gerçeği olduğu gibi, görünen ve fark edilen haliyle veriyor.

 Dil konusunda da yine günümüz yazarlarının tercihlerinden uzak bir yerde bir duruş sergiliyor yazar. Ne metni imgelerle ya da “-izm”lerle boğup okuru anlam ve deney denizinde boğuyor ne de tamamıyla basitleştirip niteliğe zeval veriyor. Oyunsuz, sıkıntısız, özenli bir dil kullanarak okurunun karşısına en açık haliyle çıkıyor. Gazete Duvar’dan Anıl Mert Özsoy’a da ilettiği gibi: “Dil ile aramız çok iyi. Ne ben onu eğiyor, büküyor, zorluyorum ne de onun benden böyle bir beklentisi var”.[3]

Elbette tamamen geleneksel anlatı da diyemeyiz söz konusu metinlere. Dilde deneysel bir işe girişmese de anlatımda, tam da dozunda ve dengeli bir şekilde küçük küçük oyunlara başvuruyor: Karakterlerini öyküden öyküye gezdirebiliyor, zamanda yolculuk yaptırarak farklı dönemlere geçiş yaptırıyor, anlatıcıyı aradan çıkarabiliyor ya da yazar-anlatıcı-karakter sarmalında mekik dokuyor; küçük, okuru rahatsız etmeyecek ancak bir metni monotonluktan, sıradanlıktan uzaklaştırabilecek hareketler yapıyor.

Maveraünnehir Nereye Dökülür?, farklı yazarlara ve metinlere de göz kırpan, teknik anlamda başarılı olduğu kadar duygu aktarımında da okurunu yarı yolda bırakmayıp dengeyi sağlayan, unutulan ya da bir şekilde zihnimizde geriye atılmış bazı kelimeleri tercihiyle özgün ve başarılı olan, merak unsurunu yerinde kullanarak okurunu diri tutan, isabetli ve kıvamında öyküler barındırıyor. Öykü açısından oldukça verimli, umut vaat eden metinlerle karşılaşıyoruz sıklıkla. Ancak Engin Barış Kalkan sanki bir adım daha önden gidiyor; daha dengeli ve tutarlı, ne istediğini ve anlattığını bilen bir kitapla çıkıyor karşımıza. Bu açıdan, yeni öykülerini ya da kitaplarını bekleyecek kendine has bir okur kitlesi edinip adından sıklıkla söz ettirecek gibi görünüyor –evet, dileğim kesinlikle bu yönde. Edebiyat piyasasının keşmekeşinde şöyle temiz, taze bir nefes almak istiyorsanız hiç vakit kaybetmeyin.

 

KÜNYE: Maveraünnehir Nereye Dökülür?, Engin Barış Kalkan, İletişim Yayınları, Mayıs 2017, 138 sayfa.

 

[1] Maveraünnehir Nereye Dökülür?, Engin Barış Kalkan, İletişim Yayınları, Mayıs 2017, İstanbul.

DAHA FAZLA