Krize yol açan cüretin 5 nedeni

Krize yol açan cüretin 5 nedeni

RTE’nin kaderinde ABD büyükelçisi fırçalayabilmek de varmış!

Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, ABD ile yaşanan vize krizi esnasında 'ülkemizin şoklara karşı dirençli olduğunu ispatladığını' söylüyor. Kendisi hiç haksız değil. Hatırlayalım: Türkiye orta gelişkinlikte bir sanayi kapitalizmine, üretim araçlarında ve altyapısında yabana atılmayacak bir gelişkinliğe sahiptir.  Serbest kur ve sermaye rejimiyle parasal politikaları rahat uygulayabilir… 

Yazının konusu olmamakla birlikte aması da var: Eşitsizlikleri bağımlılık yaratmaktadır, global krizlere açıktır, uzun vadeli büyüme hızı çoğu benzer ülkeden yavaştır vs.

Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı ortamın kimi unsurlarını sererken, bunu iç ve dış dinamikleri ayırt etmeden yapmanın bazı riskler barındıracağını görürüz. Örneğin Ortadoğu’da Suriye ile ilgili gelişmelerde emperyalizm açısından bazı kritik dönemeçler veya Türkiye benzeri ülkelerin toplu bir sermaye girişine veya sermaye kaçışına maruz kalmaları… 

Bu tür özel dönemler, dış dinamiklerin ezici derecede belirleyici olmasını sağlayabilir. Geçmişte böyle bir örneği 2015 çifte genel seçimleri sürecinde Almanya’nın Türkiye’ye verdiği açık destekte yaşadık. 

Bu cesaretin kaynağı cehalet değil 

Ama konumuz “şoklara karşı direnç” olduğuna göre iç dinamikler ağırlıklı bir serimi tercih etmem gerekiyor. Türkiye’de siyasi iktidarın hem sınıfsal temsil gücünü, hem kitlelerden aldığı onayı/rızayı belirleyen faktörlerin başında kuşkusuz sermaye büyümesi bulunmaktadır.

2008 krizinin yarattığı çöküş karşısında sıfır faizle parasal genişleme politikasının tüm dünyaya hakim olması, AKP iktidarına ikinci döneminde büyük avantaj sağlamıştır. 2013 sonrasında sekteye uğrayan mali sermaye genişlemesi, 2016 yılından itibaren tekrar toparlanmaya başlamıştır. Bugün yüzde 2-4 arasında bir büyümeye “he” diyen sınıf kardeşlerine oranla, en azından 2017 ve 2018’in ilk yarısında yüzde 15 civarı özkaynak büyümesi kaydetmesi beklenen bir finans sermayemiz bulunmaktadır.

Kimse böyle bir dönemde birilerinin “hop!” demesini beklemez, beklememelidir. Finansal genişleme, siyasette at değiştirmeme eğilimini muhafaza eder. 

İkincisi emekçi kesimlerin yıllar geçtikçe, şu veya bu nedenle daha az ücret karşılığı daha fazla çalışmaya razı edilmesiyle ilgilidir. Üç temel nedeni olduğunu hatırlayalım: Gericileşme eksenindeki tam teşekküllü ideolojik saldırı, hane halkının borçlandırılması ve yükselen işsizlik tehdidi.

 Türkiye, sanayi üretimi açısından çok dengesiz fakat büyük bir temele sahip dedik. Bugün otomotiv, metal, makine ve kimya gibi birkaç temel sektör dışında uluslararası tam bir liberal rekabette ayakta kalacak bir durumda olmamamıza rağmen Türkiye, dünyanın önemli ihracatçıları arasındadır. Üretimin en önemli temeli olan işçi sınıfının daha kötü koşullara razı olması çok ciddi bir faktördür. Sanayi burjuvazimizin, kendisine rakip gösterilen ülkelerdeki sınıfdaşlarına başlıca “hava atma” sebebidir.

Üçüncü cesaret kaynağı, siyasi rakiplerin eliminasyonudur. Türkiye’de AKP gericiliği dışında yönetme yeteneği ve yeterliliğine sahip potansiyel özne görünmemektedir. Hem sınıf düşmanından, hem de kendi sınıfının diğer potansiyel temsilcilerinden 2013 yılı hariç bu tür bir tehdit hissetmedi.

CHP hem “ekonomi konusunda 2008’e kadar AKP doğru yaptı” (özelleştirme-IMF çizgisi) buyurmuş, hem de AKP’nin Ortadoğu finansmanlı, müteahhitli modeline alternatif arayacağına buna dolaylı ortak olmaya soyunmuştur. Meral Akşener ile bir alternatif hazırlığı, önümüzdeki birkaç mevsim boyunca tesadüflere teslim olmuş vaziyette. Bu hazırlığın en önemli bileşeni baştan belli: Büyük bir krizin AKP’yi dağıtması ihtimali. Yani bu olmadığı sürece Akşener partisinin istepne kalma ihtimali var. 

AKP’nin radikal sol hareketlerin çoğunu ve Kürt hareketini kısır, ayrıştırılmış ve birbirine düşman kompartımanlara hapsetme ve yalıtma becerisi sergilediğini düşünüyorum. Sanırım Gezi Ayaklanmasının gücü karşısında kapıldığı paniğin sınıfsal içgüdüye dayalı yaratıcı siyasal potansiyelini açığa çıkarmasının geçici bir ürünü. 

Nihayet AKP cesaretinin dördüncü ayağı dünya konjonktürüdür ki bu ayağı eksik bırakırsak ABD ile yaşananları algılayabilmemiz zor olur. Donald Trump’ın başından beri en ciddi aday olduğuna inananlardan biriyim ve “gidici; arıza; ehliyetsiz…” sıfatlarını, en azından şimdilik, oldukça yetersiz buluyorum.

Ortadoğu bu halde olmasaydı ve aynı anda global parasal koşullar bu kadar rahat olmasaydı; Almanya ve ABD desteği AKP’yi bugünlere kadar taşımayabilirdi. Aynı anda ve buna zıt bir noktada ‘Rusya ve Çin, NATO, AB ve ABD’ye alternatif olabilir mi?’ sorusu burjuvalarımız tarafından, bırakın yanıtlanmayı, ciddiye alınır bile bulunmazdı.

Peki konjonktür o kadar özel mi? Yani Türkiye gerçekten AB ve ABD ile yarım asrı geçen macerasını sonlandırıp yaratıcı ittifaklarla ayakları üzerinde duran bir pozisyonu zorlayacak imkanlara kavuşabilir mi?

Kapitalizmin içine girmekte olduğu yeni dönemin irdelenmesi, bu yazının sınırlarının ötesinde olmakla birlikte şunu söyleyebilirim ki, en azından karşılaştırmalı olarak bu tür maceraların çok daha ciddiye alınabileceği yıllara giriyoruz.

Büyükelçilik krizi yeter mi?

İşte bu dört kaynaktan beslenen AKP cesareti, Fetocu operasyonunu ABD büyükelçiliğinin içine kadar indirdi. Diplomaside, bırakın ABD’yi herhangi bir küçük ülke elçiliği, “bizim personelde yok öyle bir şey” dediği zaman eğer eminseniz, nazikçe, örtülü şekilde personeli değiştirmesini isteyebilirsiniz. Tutuklama emri çıkarmak saldırgan davranış olarak sınıflandırılır. Bu durumda ABD’nin ilgili personeli feda etmesi, darbede parmağı olduğunu kabul etmesi anlamına gelir ki bu adımı atması imkansızdır. Yani bile bile yapılmış, kilitleyici bir hamledir. RTE’nin istediği saldırgan görünmektir. Üstelik bunu en azından kendi çekirdek tabanı gözünde “Washington bürokrasisine karşı arkadaşı Trump’a destek” edasına bile büründürmeye çalışmaktadır!

Fantezi gibi geliyor ama günümüz dünyasına ve yukarıda nedenlerini açıkladığım cesur AKP’ye pek uygun. Sermaye açısından ise bu koşullar altında, yani şimdilik zararsız.

Mali sermaye genişlemesi durursa, işçiler daha kötü koşullarda çalışmaya hayır demeye başlarsa… Veya Türk ve Kürt emekçiler ortak bir temel program çerçevesinde saraya karşı birleşik mücadele için somut, bağlayıcı ve görünür adımlar atıp güç dengelerini gözle görülür şekilde değiştirmeye başlarlarsa… Veya bol para şımarıklığının yerini yeni bir korumacılık, ticari kamplaşma dalgası alırsa… Bunlardan bir veya birkaçı olduğu takdirde, o zaman bu cesaret boşa düşecek, alternatif arayışı ciddiye binecektir.

Ondan önce ölçüsüz cüretine rağmen, sırf emperyalizmin lider ülkesinin büyükelçiliğine operasyon yaptı diye RTE’nin ömrünün sınırlandığını düşünmek iyimserlik olur. Alt tarafı geleceğin “potansiyel alternatifleri”, bu kabahati defterlerine yazmakta, RTE de, hakkı olarak, o defterleri açtırtmayacağını iddia etmektedir…

Görünüşü çok sert, içeriğiyse çok daha hafif bir yaptırım olan vize işlemlerinin askıya alınması, aynı zamanda Suriye politikasındaki kontrolsüzlüğü ve S400 füze anlaşmasıyla NATO’ya meydan okumasının kızgınlığının da birikimini yansıtıyor. Yıkıcı etkileri, ne kadar uzun olacağına bakar. Ama hemen bir hatırlatma yaparak bitireyim:

Bir beşinci cesaret faktörü olarak da okuyabilirsiniz: Dünya, her köşesiyle paranın, yani sermaye ilişkilerinin etkisi altına girmiş durumda. Yani sermayenin, artık beğenmediği bir köşeden uzak durması diye bir şey yok! Yanlış anlaşılmasın, beğenmemek, hatta iğrenmek serbest! Sadece beğenilmeyen köşelerden uzak durmak yerine daha fazla fiyat istenmesi söz konusu. Onun için Almanya’da sıfır olan faiz, ABD’de 4, Polonya’da 6, Yunanistan’da 10, Türkiye’de 11,5… 

Biraz daha mı ayıpladılar? Küfür etmeye mi başladılar? Verirsin 14 faizi, susarlar otururlar. AKP’nin esnaf kafasına yer etmiş olma ihtimali yüksek, acı ama gerçek bir çağımız durumu bu…

@ErgunCagl