Kendini arayan gençliğin romanı: 'Fesat'

Kendini arayan gençliğin romanı: 'Fesat'

Romanın dikkat çeken yanlarından birisi de sosyalizm-aydın-örgüt bağlamında yürüttüğü tartışmadır. Böylesine tartışmaların bir romana konu edilmesi ve bunun başarıyla gerçekleştirilmesi, sanat-siyaset bağlamındaki düşünmeler açısından olumlu sonuçlar ortaya çıkarıyor bana kalırsa. Sanatta siyaset olur mu olmaz mı tartışmasının beyhudeliğini de ifşa ediyor Fesat böylece. Doğru yapılabildiğinde sanatın şekil veremeyeceği hiçbir şey olmadığını da kanıtlıyor bir anlamda.

Başlarken Paul-Yves Nizan’ı biraz tanıtmakta fayda var sanıyorum. Yazdığı yedi kitaptan sadece ikisi, onlar da eski tarihlerde ve bazıları eksik olarak Türkçeye çevriliyor. Bu sene Yordam Yayınevi Fesat'ı yeniden basana kadar da Türkiye'de az kişinin bildiği bir yazar olarak kalıyor.

Paul Nizan Fransız düşünürlerinin, adı Jean Paul Sartre ile anılan en önemli isimlerinden birisi aslında. Hatta Sartre’ın övgüsünden ziyadesiyle nasibini almış bir yazardır.

Paul Nizan 1905 yılında doğuyor. Fransanın en iyi birkaç okulundan birisi olan Yüksek Öğretmen Okulu’nu bitiriyor. Bu okul Cahit Arf’ında okuduğu, zorlu sınavlar ile seçkin öğrencilerin kabul edildiği bir okul. Sonrasında çeşitli iç bunalımlar ile Fransa ve Avrupa’nın yoz ve yabancılaşmış ikliminin de etkisiyle Aden’e (Yemen) gidiyor Nizan. 1927’de Aden’den döndükten sonra Fransız Komünist Partisi’ne katılıyor. Kimi nedenlerden dolayı 1939 yılında partiden istifa ediyor. İstifası üzerinden bir çok polemik yapılıyor. İş, Paul Nizan’ın devlete çalışan bir ajan olduğu iddiasına kadar varıyor. Gerçekte neler olduğunu asla öğrenemiyoruz. Çünkü o, Parti'den istifasının üzerinden daha bir yıl bile geçmeden, tercümanlık yapmak için gittiği cephede, bu konuda hiçbir açıklama yapmadan hayata veda ediyor.

Nizan’ın kısa hikâyesi böyle. Şimdi biraz daha yakından bakmaya çalışalım ona.

Paul Nizan’ın, sınıf atlayarak proletaryaya ihanet eden ailesiyle ve özellikle de babasıyla olan ilişkisi hep dertli oluyor. Babası öldükten sonra bile ona olan nefreti dinmiyor. Babasının sıradan işçiyken bir küçük burjuvaya dönüşmesini asla affetmiyor. Belki de ondan intikam almak için o da ihanet yolunu seçiyor. Ancak onun ihaneti tersinden oluyor. Zengin sosyal sınıflara karşı mücadele etmek için proleterya saflarına katılıyor.

Bu ihanet olgusu, onun bilincinin derinlerine öylesine kök salıyor ki bu durum eserleri de dahil tüm hayatında kendisine yer buluyor. İhanetle andığı geçmişinden gelen sıkıntılar, yozlaşıp yabancılaşan Avrupa’nın onda yarattığı bunalımlar ve babasını unutmasını imkansızlaştıran çağrışımlarla mücadele ediyor her zaman.

“Sahte cesaret büyük olayları kollar;gerçek cesaretse her gün küçük düşmanları yenmekten geçer.

Fesat 1938 yılında yayımlanıyor. Burjuva kökenli bir grup genç devrimcinin, Fransa’nın o günkü siyasal ikliminde oradan oraya savruluşunun hikâyesini anlatıyor kitap. Olaylar çok geniş bir mecrada akıyor. Gündelik toplumsal yaşam, Fransa’nın politik atmosferi, dışarıda savaş günleri ve sömürgecilik, içeride sosyalizm mücadelesi, felsefi altyapı, karakterlerin içsel süreçleri gibi birçok farklı unsur bulunuyor bu yatakta.

Bu unsurların yarattığı karmaşa  karakterlerin kişisel yolculuğuyla birleşip bir düzene dönüşüyor. Söz konusu durum, karakterler ve onların yaşadığı dış dünya arsında sağlam ve organik bir ilişki ortaya çıkarıyor. Bu da gerçeğe yakın karakterler görmemizi sağlıyor.

Bu gerçeklik Paul Nizan’ın çarpıcı algısı ve duru dili ile daha da sağlamlaşıyor.

Derinlikli cümleler ve düşünsel dinamizm romanda çokça karşımıza çıkıyor. Bu dinamizm burjuvaziye ve onun aile kurumunun güçlü ve sarsılmaz görünen varlığına saldırıyor en çok. Bunun haricinde, ucuz yaşanan hayatlar, amaçsız bomboş insanlar, gençliği zapturapt altına almaya çalışan kurumlar da bu şiddetten payını alıyor.

Bunlar dışında romanın dikkat çeken yanlarından birisi de sosyalizm-aydın-örgüt bağlamında yürüttüğü tartışmadır. Böylesine tartışmaların bir romana konu edilmesi ve bunun başarıyla gerçekleştirilmesi, sanat-siyaset bağlamındaki düşünmeler açısından olumlu sonuçlar ortaya çıkarıyor bana kalırsa. Sanatta siyaset olur mu olmaz mı tartışmasının beyhudeliğini de ifşa ediyor Fesat böylece. Doğru yapılabildiğinde sanatın şekil veremeyeceği hiçbir şey olmadığını da kanıtlıyor bir anlamda.

Paul Nizan’ın müthiş bir anlatım gücünün okuru etkilememesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Dilin akıcılığı ve parlaklığı, çok boyutlu betimlemeleri ve bu betimlemelerdeki ahenk, ânın duygusal altyapısının kolayca anlaşılabilmesini sağlıyor. Böylece mekanı, insanı, olayı gerçeğe yakın kılıyor yazar.

"Her şey kapalı ve yoğundu:Var oluş nedenlerini kendi varlıklarında taşıyan görünümlerden biriydi. Burada, yeryüzünün korkunç büyüklüğünü insan aklına getiren ne bir kaçış, ne bir yok oluş, ne de bir ufuk özlemi vardı; sanki hiç bir şey kocamıyor, durmadan kendini yenileyen bir yapıt benzeri, dünyanın bağrında durmaksızın tekrarlanıyor gibiydi. Şaşkınlık ve mutluluktan soluğu kesiliyordu insanın; kendi kendine yeten bir evrenin karşısında üçümüz, burada ne geçmiş, ne gelecek vardı, zaman ve ölüm durmuş gibiydi, bitimsiz anların tekrarının büyük düşsel serüvenini yapıyordunuz. "

Fesat iktidar ve onun aygıtları arasındaki ilişkiyi de irdeliyor. Bu aygıtların yabancılaşan bireyi ihanete kadar nasıl sürüklediğini, oradan oraya savrulan amaçsız öfkenin iktidar tarafından nasıl manipüle edildiğini de görüyoruz romanda. 

Tüm bunların dışında devrimcilere dair iyi bir okumayı, dönemin Paris mimarisini, proleterya hareketlerini, 1920'lerde Fransız aristokrasisinin durumunu ve bunlara benzer pek çok değerli bilgiyi bulabiliyoruz romanda.

Fesat, hikâyesini anlattığı dönemi baştan başa kat ediyor, dönemin geniş görüntüsünü veriyor okura ve bu büyük görünümler içinde devrimcilerin hikâyesini anlatıyor.

Yordam Yayınevi'nin Özdemir İnce çevirisiyle yayımladığı Fesat okunmasında sonsuz fayda olan bir kitap. Büyük bir yazar keşfetmek için de önemli bir fırsat.


KÜNYE: Fesat, Paul-Yves Nizan, Çeviri:Özdemir İnce, Yordam Kitap, Şubat 2017, 239 sayfa.

DAHA FAZLA