Karanlığın 16 yılı

Karanlığın 16 yılı

Kuruluşunun 16’ncı yıl dönümü devlet organizasyonuyla kutlanan AKP’li yıllara, cumhuriyet kazanımlarının yok edilmesi, özelleştirmeler, devletin bir cemaat tarafından ele geçirilmesi, işçi ve kadın cinayetleri, bombalı saldırılar, polis şiddeti, barışa, demokrasiye ve insan haklarına yönelik saldırılar, AKP’li yetkililerden birbiri ardına gelen skandal açıklamalar damga vurdu.

“Milli Görüş” çizgisinde yaşanan ayrışma sonucu 14 Ağustos 2001 yılında kurulan ve 3 Kasım 2002’deki erken seçimde tek başına iktidar olan AKP’nin 16’ncı kuruluş yıl dönümü dolayısıyla dün Ankara’da bir tören düzenlendi. Düzenlenen törende konuşma yapan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bol bol AKP’nin Türkiye’ye “kattıklarından” bahsetti. Bunun üzerine biz de AKP’li yıllarda Türkiye’de yaşananlara bir bakalım istedik. 

KİŞİYE ÖZEL YASAYLA ERDOĞAN’A BAŞBAKANLIK YOLU

Recep Tayyip Erdoğan, 6 Aralık 1997 tarihinde Siirt’te yapılan bir toplantıda “Minareler süngü, kubbeler miğfer/Camiler kışlamız, mü'minler asker/Bu ilâhi ordu dinimi bekler/ Allahu Ekber, Allahu Ekber” şeklinde sözleri bulunan bir şiiri okuması üzerine Türk Ceza Yasası’nın 312. maddesi gereğince “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” suçlamasıyla 4 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Bu hapis cezasının ardından Erdoğan’ın 3 Kasım 2002 tarihindeki seçime adaylık başvurusu YSK tarafından sabıka kaydı nedeni ile reddedildi. Bunun üzerine tek başına iktidar olan AKP’nin ilk hükümeti Abdullah Gül başbakanlığında kuruldu.

Hükümetin ilk icraatı ise Anayasa’nın 76., Milletvekili Seçimi Yasası’nın 11. maddesinde CHP’nin de desteğiyle yaptığı değişiklikti. Bu değişiklikle Erdoğan ve benzer suçlardan mahkum olanların adli sicil kaydının arşivden silinmesi kabul edildi. Bu yasayla yasaklı durumdan kurtulan Erdoğan’a bir Siirt milletvekilinin istifa etmesi sağlanarak TBMM yolu açıldı. Erdoğan, Abdullah Gül hükümetinin istifasının ardından kurulan yeni hükümet ile başbakan oldu.

İŞÇİ DÜŞMANI YASAL DÜZENLEMELER

AKP hükümetinin çalışma yaşamına ilişkin ilk icraatı, kamuoyunda “kölelik yasası” olarak bilinen 4857 Sayılı İş Yasası’nı onaylamak oldu. IMF ve patronların isteğiyle birçok kez çıkartılmak istenen ancak hükümetler tarafından işçilerin tepkisi üzerine rafa kaldırılan İş Yasası, AKP tarafından 15 Mart 2003 tarihinde kabul edildi.

İş Yasası ile işçi sınıfının tarihsel kazanımları birer birer budandı ve kölelik düzeni geri getirildi. Kabul edilen yasayla birlikte “esnek çalışma” yasallaştı ve işçi sınıfının tarihsel kazanımlarından biri olan 8 saatlik işgünü hakkı ortadan kaldırıldı. Bu yasayla işçilerin çalışma süresi günde 11 saate çıkarıldı. Böylece emekçilerin fazla mesai hakları ellerinden alınmış oldu.

Yine toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi sayısı azaltıldı. İş sözleşmeleri tek tek işçiler ile işveren arasında yapıldı. Bir başka deyişle, işveren işçinin çalışma şeklini tamamen kendi ihtiyaçlarına uygun şekillendirdi. Yasayla birlikte işçi “çağrı üzerine” çalıştırılmaya başladı. Böylece çağrı üzerine çalışan işçi günde en az 4, haftada ise en az 20 saat çalışmak zorunda bırakıldı. AKP İş Güvencesi Yasası'yla da işçilerin keyfi gerekçelerle işten çıkarılabilmesi garantisi sağladı. Tüm bunlarla yetinmeyen AKP Hükümeti, 19 Nisan 2006'da Sosyal Güvenlik Reformu kapsamında emeklilik yaşını da yükseltti. Prim ödenecek gün sayısını 7 binden 9 bin güne çıkaran hükümet, emekliye bir yıl yaşama hakkı tanıdı.

15 yıllık iktidarları boyunca 150'den fazla torba kanun çıktı. Bunlardan en vahim olanlarından biri ise 2014 yılında komisyonda 38 gün geceli gündüzlü görüşmeler sonucu çıkarılan 6552 sayılı torba kanundu. Soma Katliamı’nın “yarasını sarmak” iddiasıyla çıkarıldığı iddia edilen torba kanun, iş sağlığı ve güvenliğini ilgilendiren bir tasarıdan uzaklaştırılarak birçok hukuka aykırı maddeyle genişletildi.

AKP hükümeti 7 Haziran seçiminde tek başına iktidar olamayınca da 8 Haziran sabahı yurtdışına para kaçırma yasası çıkardı. AKP hükümetinin 8 Haziran'da yaptığı düzenlemeyle Türkiye'de bulunan serbest bölgeler aracılığıyla yurtdışına nakit döviz, Türk Lirası, altın ve elmas gibi değerli eşyalar kayıt dışı yollarla çıkartılabilmesi mümkün hale getirildi. Böylece para ve değerli eşyaların Türkiye'deki serbest bölgelere ulaştıktan sonra istenildiği zaman hiç bir bildirim yapılmaksızın yabancı bir ülkelere gönderilebilmesinin önü açıldı.

KAMUSAL DEĞERLER TEKER TEKER SATILDI

AKP'li yıllara damga vuran bir başka konu ise özelleştirmeler oldu. IMF’nin politikaları doğrultusunda AKP iktidarı boyunca çok sayıda kamusal işletme satıldı.

Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu olan ve pazar payı yüzde 70’i aşan TÜPRAŞ, 2005’te 4,1 milyar dolara satıldı. 500 büyük sanayi kuruluşu listesinde hep ilk sırada yer alan TÜPRAŞ’ın aynı yıl 14,2 milyar lira olan net üretimden satışları, 2014’te 37.5 milyara çıktı.

Dünya genelinde altyapı, abone sayısı ve teknoloji açısından gerçek bir değer olan, hiç borcu bulunmayan Türk Telekom, Kasım 2005’te yapılan ihalede 6 milyar 550 milyon dolara Suudi merkezli Oger’e satıldı. Oger, satış bedelinin 1,3 milyar dolarını peşin, kalanını 5 taksitte ödedi. Türk Telekom’un 2005 yılı cirosu 9,8 milyar, vergi sonrası net dönem karı 2,8 milyar liraydı. Buna göre Türk Telekom’un toplam satış bedeli yaklaşık 3 yıllık karına denkti.

Petkim’in, yüzde 51 kamu hissesi, Temmuz 2007’de 2,1 milyar dolara Trans Central Asia, yüzde 10.32’lik hissesi de 2012’de 168,5 milyon dolara Socar grubuna satıldı. Yüzde 26 civarındaki pazar payı ile Türkiye’nin en büyük petrokimya şirketi olan Petkim’in sadece baraj ve enerji santrali, sosyal tesisleri ve arazileri 3 milyar dolar ediyordu.

Aynı şekilde TEDAŞ elektrik dağıtım bölgeleri de 2013’te satıldı. Elektriğin perakende fiyatı 2004’ten bu yana yüzde 150 arttı.

Tekel’in alkollü içki bölümü 17 fabrika, hammadde, stok ve varlıklarıyla 2004’te 292 milyon dolara satıldı. Tekel’in sigara fabrikaları ve markaları ise 2008’de 1.7 milyar dolara British American Tobacco’nun oldu. Bu özelleştirme, milyonlarca çiftçiyi vurdu. Satışın ardından kapatılan fabrikalar, yüzlerce işçiyi işsiz bıraktı.

“İKİ AYYAŞIN YAPTIĞI YASA…”

AKP’li yıllara cumhuriyetin kazanımlarını yok etmeye yönelik uygulamalar da damga vurdu. 2013 yılında dönemin başbakanı Erdoğan, cumhuriyet dönemine ve Mustafa Kemal Atatürk’e olan nefretini kusarak, “İki ayyaşın yaptığı yasa muteber oluyor da dinin emrettiği bir yasa sizin için neden reddedilmesi gerekiyor" demişti. AKP'nin grup toplantısında yaptığı bu açıklama sonrasında çok tepki gören Erdoğan, zamanla 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim gibi törenlerin ertelenmesiyle de cumhuriyet kazanımlarını yok etmeye çalıştığını ve niyetini açıkça gösterdi.

2016 Nisan ayında TBMM başkanı İsmail Kahraman'ın "Yeni anayasada laiklik olmamalı" sözleri de iktidarın gayesini iyice gözler önüne sermiş, son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz 2017'de "1920 de bize Sevr'i gösterdiler, 1923'te Lozan'a razı ettiler. Birileri de Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştı" demişti.

FETHULLAH GÜLEN CEMAATİ DEVLETE YERLEŞTİRİLDİ

AKP’li yıllarda adeta bir iktidar ortağı görünümünde olan Fethullah Gülen cemaati, devletin her kademesine yerleştirildi. Cemaat bağlantılı sermaye kuruluşları önü, AKP ile cemaatin arasının açıldığı 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına kadar süren dönemde bizzat devlet tarafından açıldı.

Ergenekon, Balyoz ve benzeri operasyonlarla cemaatin başta TSK olmak üzere devlet kurumlarına sızmasının önü açıldı. Aynı şekilde 12 Eylül 20102 referandumuyla da cemaatin yüksek yargıyı ele geçirmesi sağlandı.

Bu süreçte başta Erdoğan olmak üzere pek çok AKP’li, Fethullah Gülen’e övgüler yağdırdı. Erdoğan, 2012 yılında Fethullah Gülen cemaati tarafından düzenlenen Türkçe Olimpiyatları'nın açılış töreninde Gülen'e seslenerek, ''Gurbet aynı zamanda garipliktir. Zaten oradan anlamını yükleniyor. Onun için de biz garipliğe tahammül edemeyiz. Diyoruz ki, bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz" dedi

Gülen’e en dikkat çekici övgü mevcut hükümette Hükümet Sözcüsü olarak görev yapan Bekir Bozdağ’dan gelmişti. Bozdağ, 2011 yılında TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, “Fethullah Gülen bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir. Seversiniz, sevmezsiniz ama değerli bir insandır, bilge bir insandır. Bu ülkenin milli ve manevi değerlerine bağlı nesillerin yetişmesi için hizmet yapıyor. Her şeyi de açık, devletin denetimi, gözetimi altında açık, her şeyi gözünün önünde olan” demişti.

KADIN DÜŞMANLIĞI

AKP iktidarı döneminde kadına yönelik saldırılar da yükselişe geçti. Kadın cinayetleri yüzde 1400 oranında artarken, AKP’li yetkililer bu konuda önlem almak yerine cinsiyetçi açıklamalarıyla kadına yönelik saldırıları teşvik ettiler.

Erdoğan 2014 yılında düzenlenen I. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi'nde yaptığı konuşmada “kadınla erkeği eşit konuma getirmenin fıtrata aykırı” olduğunu söyledi. Erdoğan, başbakanlığı döneminde de Konya mitinginde, Hopa'daki olayları protesto etmek için tank üzerine çıkan ve polis müdahalesi sonucu kalçası kırılan Dilşat Aktaş için "O kadın, kız mıdır kadın mıdır?" ifadelerini kullandı.

AKP’li Ankara Büyükşehir Belediye Melih Gökçek ise, Fethullah Gülen cemaatini kanalı Samanyolu Haber'de katıldığı bir programda "Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, günahı ne? Anası ölsün öyleyse…" ifadelerini kullanarak AKP’nin kadınlara olan bakış açısını bir kez daha dile getirdi.

Sosyal Doku Vakfı kurucusu ve başkanı Nureddin Yıldız, çalışan kadınları hedef alarak "Her çalışan kadın, gözü doymamış erkek demektir. Bir kadın çalışmayı tercih ederek fuhuşa hazırlık yapmış olur" ifadelerini kullandı.

AKP'ye yakınlığıyla bilinen ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Erdoğan için 'Dombra' şarkısını değiştirerek yazan Uğur Işılak, katıldığı bir televizyon programında "Kadının fıtratında erkeğe köle olmak var" ifadelerini kullandı.

“ÇÖZÜM SÜRECİ” BUZDOLABINA KALDIRILDI

7 Haziran 2015’teki genel seçimlerde HDP’nin meclise girmesiyle birlikte AKP’nin tek başına iktidar olamaması üzerine yeni bir dönem açıldı. AKP, bir yandan ülkeyi erken seçime götürmeye hazırlanırken, bir yandan da 20 Temmuz 2015’te Ceylanpınar’da iki polisin şaibeli bir şekilde öldürülmesiyle birlikte 2 yıldır devam eden “çözüm süreci” adı verilen dönemi de kapattı.

Erdoğan, 2015 yılında yaptığı açıklamada, “Bunlar ne yazık ki çözüm sürecini anlamadılar, anlamak istemediler. Şu anda bu buzdolabındadır" dedi. Bu süreçten itibaren Doğu ve Güneydoğu’daki birçok kentte PKK ile yeniden başlayan çatışmalar bölgeyi büyük bir yıkıma sürükledi. Cizre, Sur, Nusaybin gibi kentlerde yüz binlerce kişi evlerinden oldu.

OHAL DÖNEMİ

AKP’nin bir dönem iktidar ortağı yaparak devletin her kademesine yerleştirdiği Fethullah Gülen cemaatinin 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ise 21 Temmuz 2016'da 3 ay süreyle OHAL ilan edildi. Bakanlar Kurulu kararıyla önce 19 Ekim 2016 tarihinde, daha sonra da 3 Ocak 2017'de onaylanarak 16 Nisan 2017 tarihine kadar uzatıldı. Alınan son kararda ise 19 Temmuz 2017'ye kadar uzatılmıştı.

Adalet Bakanlığı 1 yıllık OHAL sürecinde tam 50 bin 510 kişinin tutuklandığını, 168 bin 896 kişiye de örgüt üyeliği nedeniyle işlem yapıldığını, soruşturmalar sırasında ise 29 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.

OHAL döneminde en büyük darbeyi ise üniversiteler aldı. Barış İçin Akademisyenler imzacısı olduğu için işinden atılanlar ve KHK'larla ihraç edilen akademisyenlerin sayısı 8 bin 427'ye ulaştı. Milli Eğitim Bakanlığı'ndan ise KHK'ler ile 33 bin 74 kişi ihraç edildi.

674 Sayılı KHK ile tam 53 seçilmiş belediyeye kayyum atandı. Kayyum atanan belediyelerin dördü AKP tarafından, 49'u ise DBP tarafından yönetiliyordu.

15 Temmuz öncesi tutuklu olan gazeteci sayısı OHAL dönemi boyunca 162'yi buldu. Kurumlara ve gazetecilere çok sayıda dava ve soruşturmalar açıldı, tazminat cezaları verildi. Çıkan KHK'larla 178 medya kuruluşu kapatıldı. Bu 1 yılda 2 bin 308 gazeteci ve medya çalışanı işsiz kaldı. Bu kişiler işsizlik maaşı alamayacağı gibi dava açsa bile alacaklarını tahsil edemeyecekler.

NE SÖYLEDİLER?

AKP dönemine hükümet yetkilileri ve AKP’li milletvekillerinin sözleri de damga vurdu. İşte onlardan bazıları:

Recep Tayyip Erdoğan

- 2005 yılı Kasım ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türban yasağını onaylaması üzerine “Türban konusunda söz söyleme hakkı AİHM’in değil din ulemasınındır” ifadelerini kullandı.

- 2006 yılı Şubat ayında Mersin’de Kemal Öncel isimli bir vatandaşın “2 senedir anamız ağlıyor” şeklindeki tepkisine önce “Artistlik yapma” diyerek cevap verdi, hızını alamadı "Hadi ananı al git buradan" dedi.

- 2008 yılında 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı Taksim Meydanı’nda kutlamak isteyen sendikaların kararlı tutumuna “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar” sözleriyle karşılık verdi.

- 2010 yılı Mayıs ayında Zonguldak’ta 30 madencinin hayatını kaybetmesi üzerine şu ifadeleri kullandı: “Üzüntümüz büyük. Ama bu bölgenin insanı bu tür olaylara alışık. Şöyle 20 yıl gerisine gidiyorum. 90’lı yıllardan bugüne Zonguldak’ta bu tür faciaları hep yaşadık. Kömür ocaklarına ben de indim. 2 bin metre derinlikte madencilerin nasıl çalıştığını gördüm. Onlarla iftar yaptım. Bu mesleğin kaderinde bu var.”

- 2012 yılı Mart ayında Sivas katliamı davasında zamanaşımı kararı verilerek katliamcıların cezasız bırakılmasını, “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı” diye değerlendirdi.

Ömer Dinçer

-  2010 yılı Mayıs ayında, Zonguldak’ta grizu faciasında hayatını kaybeden madenciler için “Madencilerimin bedeninde herhangi bir yanık yoktu, güzel öldüler” dedi.

- Atanamadığı için yirminin üzerinde genç öğretmen bunalıma girip intihar etmişken Paris’te yapılan UNESCO toplantısında “atanamamış öğretmenler diye uyduruk bir sorun çıkardılar” açıklamasında bulundu.

-2010 yılı Ocak ayında haklarını kaybetmemek için direnen Tekel işçilerine hitaben “Ülkemizde bu şartlarda çalışacak çok insan var” sözleriyle ülke insanına ucuz emek gücü olarak baktığını ortaya koydu.

İdris Naim Şahin

- 2011 yılı Ekim ayında Van depremi sonrası bölgeye yaptığı ziyarette depremzedelere üç çeşit tatlı verildiğini öğrenince yanında bulunan Diyanet İşleri Başkanı’na dönüp “Sayın başkanım biz de buraya bir çadır kuralım, mekân tutalım gibi geliyor” diyerek “espri anlayışı”nı ortaya koydu, sonrasında 10 kişinin bir arada kaldığı çadırın sakinlerine dönerek “Koskocaman sarayda oturuyorsunuz bir gel dediğiniz yok” dedi.

Kemal Unakıtan

- 2003 yılı Nisan ayında Tekel’in özelleştirilmesi konusunda “Babalar gibi satarız” demişti.

Recep Akdağ

- Kendisinden daha iyi çalışma koşulları isteyen görme engelli bir vatandaşa, "Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz, daha ne yapalım" dedi. İnsanlık sınırını en fazla zorlayanlardan biri oldu.

AKP Muğla Milletvekili Ali Boğa

- 4+4+4 yasasının kabul edilmesinin ardından yaptığı açıklamada, “Şu anda bir şans geçti elimize. Biz bütün okulları, elbette bu okulların kaydında kuydunda sayıyı artıracağız. Ama bütün okulları imam hatip okulu yapma şansını elde etmiş durumdayız” dedi. 4+4+4 yasasının ne için çıkarıldığını “en iyi” özetleyenlerden biri oldu. Ancak kendi torununu Fransız kolejine göndermeyi tercih etti.