Karadeniz'in mavisinden, yeşilinden kısacık öyküler

Karadeniz'in mavisinden, yeşilinden kısacık öyküler

Kitabı okurken arka planda Karadeniz’i hayal edin, belki “Sonbahar” filminin sahnelerini. Eşsiz manzaraya bakarken dağların arasında geçen sislerin yayılışını, derelerin hırçın akışını, köylerin bulutların arasından kendini gösterişini, çay toplayan kadınları, birkaç dilde söylenen türküleri, aniden yükselen ama çabuk sönen kavgalarını. Ve elektriğe kapılmışçasına saatlerce oynanan horonları…

İsmail Saymaz, onu hep adaleti arayan haberleriyle ve yazdığı kitaplarla bildik;

Ali İsmail bizde derin izler bıraktı,

12 Eylül işkencehanelerinde öldürülen gençleri onunla hatırladık,

Festus Okey’i bildik,

Hapiste volta atan 2 yaşındaki çocukların,

Karaman’da tacize uğrayan çocukların sesi oldu

En son bize, iş cinayetlerinin ötesine götürdüğü “Fıtrat” kitabında da yitip giden işçi kardeşlerimizin hikâyelerini anlattı, nasıl el birliğiyle göz göre göre öldürüldüklerini.

Bu sefer kalemini gazetecilik için değil kendi geçmişi ve Karadeniz coğrafyasındaki sıcak insanlar için kullanmış Saymaz. Geçtiğimiz hafta İletişim Yayınları’ndan çıkan “Çay Güzeli” adlı öykü kitabında Kafa ve Bavul dergisine yaklaşık iki senedir yazdığı kısa öyküleri toplamış. “Ben gazeteciyim, bu yaptığım sadece sıradan insanların sıra dışı öykülerini anlatmak” diyerek mütevazı tavırla başlamış söze.

Ovit Dağı’nın arka yüzünden Rize’ye göçen bir neslin torunu, evde Erzurumlu, çarşıda Rizeli çilli çocuktur o. Bilyalısını çaldığı tahta parçalarından yaparak tomurcuk memeli kızları kendine gülümsetmek isteyen o çilli çocuk. Biraz büyüyüp liseye gidince Ülkü Ocakları’nda reisliğe yükselir, futbolcu olma hayalleri hep vardır, harçlık için yapılan işler arasında katiplik de... Oradan aşkı için yazdığı şiirlerden, sofilerle olan macerasından, kimliğine yavaş yavaş kavuşmuş gazetecilik öğrencisi İsmail’e.

Sonra Karadeniz’in mavisinde, yeşilindeki çetin hayatları öykülemiş, mevsimlik işçileri, balıkçıları, Rus pazarını, soluğu otel odasında alan sofileri…

Kitabı okurken arka planda Karadeniz’i hayal edin,  belki “Sonbahar” filminin sahnelerini. Eşsiz manzaraya bakarken dağların arasında geçen sislerin yayılışını, derelerin hırçın akışını, köylerin bulutların arasından kendini gösterişini, çay toplayan kadınları, birkaç dilde söylenen türküleri, aniden yükselen ama çabuk sönen kavgalarını. Ve elektriğe kapılmışçasına saatlerce oynanan horonları…

Ve sonra maalesef deresine saldırılan, denizle arasına asfalt dökülen, yaylasına kastedilen, özelleştirmelerle fabrikaları peşkeş çekilen yoksulluğuyla baş başa bırakılmış Karadenizliyi… Yoksulluk, ülkenin her köşesinde farklı ağıtlar yaktırır ama aynı zamanda bizi bize kırdırır, ezen hep onlar olur. Karadeniz’in de öyküsü kendince başkadır ve bütün trajedisi içinde komiktir, saftır. İşte öyle öyküler anlatmış bize kitap.

Kendi ailemden bilirim; 40 yıl olsa da göçeli hâlâ her yaz yaylalara, köylere gidişi, doğduğu yerlerden mezar yeri arayışı… Karadeniz böyle bağ kurar insanla. Kendi köklerinden kopmamış Saymaz da bize geçmişin onda bıraktığı izlerini anlatmış. Öykülerin kısalığı tercih midir dergide yayınlandığı için midir bilmiyorum ama arzu edilen duyguyu hissettirmeyi başarmış ama devamında uzun öykülerin habercisi gibi…

Nazım’ın şiiriyle başlamış kitaba İsmail Saymaz; biz de öyle bitirelim.

“…bunlar 
uzun eğri burunlu 
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki 
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin 
zaferi için 
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin 
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler”

Nazım Hikmet


KÜNYE: Çay Güzeli, İsmail Saymaz, İletişim Yayınları, Mayıs 2017, 123 sayfa.

DAHA FAZLA