Kadınların dikkatine: Giderse gitsindi!

Kadınların dikkatine: Giderse gitsindi!

Gelin Başı, Hanımların Dikkatine öykü kitapları, Antabus romanı ve yayımlanmış yazılarından derlenen deneme kitabı Reklamı Atla’dan sonra Kul kitabıyla okurlarıyla buluşuyor yazar. Emekçi, yalnız, mutsuz kadınların hikâyesini onların diliyle, kimi zaman gülerek ama çoğu zaman içiniz acıyarak okuyacağınız bir yalnızlık ve çaresizlik hikâyesini anlatıyor Kul. Merdivenlerinizi silen kadınlar… Kul sadece onların hikâyesi değil. Gücünü emekçilikten almış yalnız, görmezden gelinen milyonlarca kadının hikâyesi.

Giderse gitsindi, gitmişti…(s.34)

Giderse gitsindi, ne güler yüz gösterir ne tatlı söz söyler, ne eve yardımı dokunur ne de bir işin ucundan tutar. Mercan’a başka koca mı yoktu, dizilerde görmüştü; ne kocalar vardı, elbet oradaki adamlar gibi biri gelip onu severdi. Mercan ruj sürüp belki bira içerdi onunla Samatya’da bir meyhanede, arada tuvalete gidip rujunu tazelerdi hatta uzun uzun sohbet ederlerdi, Mercan şen kahkahalar atardı sevdiği adamın gözlerine bakıp; sonra bir bira daha söylerlerdi belki, kafaları biraz güzel olunca eve giderlerdi, sevişirlerdi. Akşama kadar ot içip televizyon karşısında yatan adamdan koca mı olurdu? Mercan, git demişti, o da gitmişti…

Mercan merdiven siliyordu; işi buydu. İşte o zamanlar adı “Mercan Hanııım” oluyordu. Yukarıdan aşağı başlıyordu silmeye merdivenleri arka arkaya inerek, her dairede başka bir yüz, her dairede aynı ima; ama o her dairede Mercan Hanııım’dı. Belki o dizilerdeki adamlardan biri gelirse Mercan Hanııım olmazdı Samatya’da meyhanedeyken onlar, sadece Mercan, kanlı canlı Mercan olurdu. Ama yok, o dizilerdeki adamlara ihtiyacı mı vardı Mercan’ın; tabii ki yoktu, gitti o meyhaneye. Rujunu da sürdü, birasını da içti. İkincisini de söylese miydi?

“Mercan kendine vakit ayıramazdı. Mercan kendini adamak için yaratılmıştı. Bir kocaya, bir evlada... Bakacak kimsesi olmayınca, Mercan’ın vakit ayıracak bir kendisi de kalmıyordu. Evet. Düşe kalka da olsa kendi ayaklarının üstünde duran bir kadındı Mercan.” (s.49)

Mercan, yalnız insanın hissettiği her şeyi bilirdi, âlâsından. Bir kocası vardı, o da gitmişti. Televizyona sarıldı Mercan, arkadaşlık etti onunla; kocası oldu televizyon, sırdaşı, ailesi. Hani çaresiz kaldığında anlamsız şeyler dünyanın en anlamlısı görünür bazen, işte Mercan’a da öyle göründü o anlamsızlıklar. Bu yüzden çalmadık kapı bırakmadı yalnızlıktan kurtulmak, esasında yalnızlıkla baş etmek için. Dünyasının yıkılmaması için sarıldı gazetelere, televizyon programlarına. Kıyasladı kendini oradaki kadınlarla erkeklerle, onların hayatlarına kızdı, imrendi; ama yine de hayatı oldu işte. Ne olurdu bir arkadaşı olsaydı Mercan’ın; iki çift lafın belini kırsalardı; evleri yıkılmıştı, gitmişti hepsi, neymiş adı “kentsel dönüşüm”. Yıkılsındı evleri başlarına bu kentsel dönüşümü çıkaranların! Gün yüzü görmesinlerdi!

“Filmlerdeki kadınlarla birlikte oturup kocalarını bekliyorlardı. Türkan Şoray Kadir İnanır’ı, Filiz Akın Kartal Tibet’i, Hülya Koçyiğit Ediz Hun’u, Mercan da ipsiz kocasını bekliyordu. Filmlerdeki kadınların bekleyişi ne güzeldi. Onların zamanı, Mercan’ın Aya Yorgi Kilisesi’ne çıkarken tel tokayla yaptığı makaranın ipi gibi çabucak akıyor, bir göz açıp kapamaya saçları beyazlayıveriyordu. Oysa Mercan, kocasını beklediği her saniyeyi sokakta görse tanırdı.” (s. 95)

Başka kadınlar da böyle mi hissederdi acaba? Öylesine demişti, git, diye. Nereye gidecekti, gidecek yeri mi vardı? Nasılsa gitmez diye mi düşünmüştü? Gitmişti. Mercan bu kadar yalnız olmasa o mendebura adaklar adar mıydı sanki? Televizyonu bozulunca kendini gece vakti sokaklara atıp paralar mıydı böyle vakitli vakitsizce? Peki ya o iki-üç tarot kartına bakıp her şeyi bilen falcıya gidip inanır mıydı? Türbelere, camilere, cemevlerine umut bağlar mıydı? Mercan gülmek istiyordu, Mercan sohbet etmek, zevk almak istiyordu. Niye bu kadar yalnızdı da bu adam geri dönsün diye bekliyordu sanki. Giderse gitsindi oysaki, kula kulluk edene yazıklar olsundu! Allah niye Mercan’ı böyle yalnız yaratmıştı!

Ne vardı da söylemişti öyle git diye! Herhalde ağzından kaçmıştı, aslında Mercan’a bir faydası mı vardı? Ne olacaktı ki, gitmeseydi o kanepede yatacaktı bütün gün; aman bir işe yaramasaydı da, sadece ses olsaydı Mercan’a yeterdi. O kadar yalnızdı ki! O kadar! Sanki umut edince bir gayesi olacaktı hayattan, ne bileyim belki gelirdi, gene bir şey yapmasındı, ama gelsindi gerisingeri. Beklerdi Mercan, ilahî Mercan tabii ki beklerdi.

Seray Şahiner bu defa Mercan karakteri üzerinden anlatıyor kadını. Mercan seçmediği hayatın zulmüne karşı direnme yolları arıyor. Doğmamış çocuğuna, giden kocasına umut besliyor; çünkü diğer türlüsüyle nasıl baş edeceğini bilmiyor. Çelişkili haller yaşıyor iç dünyasında. Mercan mutsuzluğundan pay çıkaramıyor, mutsuz halinden çıkmak için yollar arıyor kendi dünyasında. Mercan umudunu kaybederse tutunamayacak; bu yüzden hep umut ediyor, umut etmek için türlü dünyalara giriyor. Mercan tutunamayacak kadar yalnız hissediyor, bu yüzden “inanmalıyım” diyor.

Gelin Başı, Hanımların Dikkatine öykü kitapları, Antabus romanı ve yayımlanmış yazılarından derlenen deneme kitabı Reklamı Atla’dan sonra Kul kitabıyla okurlarıyla buluşuyor yazar. Emekçi, yalnız, mutsuz kadınların hikâyesini onların diliyle, kimi zaman gülerek ama çoğu zaman içiniz acıyarak okuyacağınız bir yalnızlık ve çaresizlik hikâyesini anlatıyor Kul. Merdivenlerinizi silen kadınlar… Kul sadece onların hikâyesi değil. Gücünü emekçilikten almış yalnız, görmezden gelinen milyonlarca kadının hikâyesi. Yalnızlıktan perişan olan, çaresizlikten kocasını her haliyle kabul etmeyi göze alan Mercanların hikâyesi. Yükseldiğinde hayatına, yalnızlığına ve kocasına boyun eğmeyen ama yalnızlığını her hissettiğinde yine kocasına sığınan Mercanların hikâyesi Kul…

Başka bir hayat var…

“Ama iyiydi umut, insanın içinde bir ses oluyordu. Umutsuz insan, televizyonsuz ev gibiydi. Ne yapacaktı umut etmeyip?” (s. 63)


KÜNYE: Kul, Seray Şahiner, Can Yayınları, Mart 2017, 151 sayfa.

DAHA FAZLA