Kaderci iyimserlik, ‘ilerleme ideolojisi’ ve iyimser olmayan umut

Kaderci iyimserlik, ‘ilerleme ideolojisi’ ve iyimser olmayan umut

Terry Eagleton, son kitabı “İyimser Olmayan Umut”ta, umuda dair düşüncelerde karmaşaya neden olan “iyimserlik” ve “kötümserlik” kavramlarını tartışmaya girişiyor. Çerçevesi oldukça geniş olan bu tartışma, çeşitli kavram ve olguları tarihsel ve felsefi, hatta politik birçok boyutla anlamaya çalışırken, hayata değen fikirlere dönüşüyor.

Yarısı dolu bardaktaki su, tadı berbat olduktan sonra ne işe yarar ki? Tadı kötü olan bu suya sahip olduğu için mutluluktan kırılan iyimserlerle içmeyi asla denemeyecek kadar yorgun olan kötümserler arasındaki ince hattın kaybolduğu bir imgedir bu. İki taraf da bardağı, kendilerine dışsal bir şeymiş gibi algılar. Sunulanın kabullenildiği, daha fazlasının arzulanmadığı bir şuursuzluk halidir bu. En nihayetinde bardaktaki  “yarı yarıya” hali değiştirilemezdir onlara göre. Bir uzlaşma hali denilebilir bunun için.

Oysa gerçeğin kendisi uzlaşmazdır. Gerçek, neyse odur ve baktığımız yere göre değişmez. Ona inançla değil akıl yoluyla ulaşılabilir yalnızca.

Zamanın biriktirmeyi bırakıp aşındırmaya başladığı, geleceğin kaybının şiddetle hissedildiği, insanın manevi anlamda mülksüzleştiği bir dönemde yaşıyorsak eğer umuda ve onun ilgisine ulaşma gücü bugün daha da önemli. Umuda dair tartışmak, geleceğin yaşadığımız zamanda yeşermesi için iyi bir adım olabilir.

Terry Eagleton son kitabı “İyimser Olmayan Umut”ta, umuda dair düşüncelerde karmaşaya neden olan “iyimserlik” ve “kötümserlik” kavramlarını tartışmaya girişiyor. Çerçevesi oldukça geniş olan bu tartışma, çeşitli kavram ve olguları tarihsel ve felsefi, hatta politik birçok boyutla anlamaya çalışırken, hayata değen fikirlere dönüşüyor.

Bu anlama çabasına konu olan ilk kavram iyimserlik. Daha doğru bir ifadeyle; profesyonel ya da müzmin iyimserlik.  Eagleton, umutlu olmak ve iyimserlik arasındaki muğlak hattı belirginleştirmeye çalışıyor.

Ona göre müzmin iyimserler yaşanan her şeye, aklı manipüle eden pembe bir gözlükle bakarken, umudu statik ve değişmez bir şey olarak görmektedir. Her şeyin iyi olacağına inanış bir hurafe olmasının yanında umudun ancak çabayla geliştirilebilen, değişebilen ve yaşayan bir tavır olduğu gerçeğinin de üzerini örtmektedir. Müzmin iyimsere göre insanın mutlu olması kolaydır. Mutlu olmak için mutlu olduğuna inanması yeterlidir.

“Profesyonel veya müzmin iyimser denebilecek kişileri belli konularda umutlu kılan neden, genel anlamda kendilerini mutlu hissetme eğilimleridir.

(…)Bu tarz bir iyimserlik, umudun ihtiva ettiği gayret gerektiren sorumluluğa değil, işlerin genelde iyiye gitme eğiliminde olduğu inancına dayanır.

(bu tarz iyimserlik-BP)manevi astigmatizmle hakikati kendi doğal eğilimlerine uyacak biçimde çarpıtır; böylece söz konusu eğilimler sizin adınıza tüm can alıcı kararları önceden vermiş olur.”

Umudun değişmezliğine dayanan bu bakış en nihayetinde umutsuzluğa çıkar. Çünkü umut yoğrulup biçimlendirilmeye, bilincin aynasında kendini görmeye ihtiyaç duyar.

İnanca dayalı bir eğilim olarak iyimserlik, olaylar aklın sınırlarına dayandığında, kötü olan ne varsa kendi üzerine çöktüğünde tükenecektir. İnanç olarak umut gerçekler karşısında dayanıksızdır.

Daha geniş bir çerçeve bize  “iyimserliğin hakim sınıf ideolojilerinin tipik unsuru” olduğunu söyler. Çünkü hali hazırda çokça kötülük üreten, eşitsizliğe dayalı bu toplumsal düzen, kalkıp bir de geleceğe dair felaket senaryoları anlatamaz insanlara. Onun istediği, gelecek güzel günlere, refah dolu bir hayata inanan vatandaşlardır. Çünkü memnuniyetsiz toplum yaşadığı koşulları değiştirme düşüncesine kapılabilir.

Politikanın gerçeğe dayalı olmaktan çıkıp inanca dayalı olarak üretildiği bu dünyada müzmin iyimser toplum; savaşları, cinayetleri ve tecavüzleri televizyonun içinden geçip giden renkli resimler olarak algıladığında, ayağını uzatıp kahvesini yudumlayıp sırıtmaya devam edebilir ancak. Bu yanılsama mutlu toplum masalı için şarttır. Ve adı “manevi atalet reçetesi”dir.

“ Hükümetler yurttaşlarını korkunç bir felaketin pusuda beklediğine inanmaya teşvik etmiyorsa, bunun nedeni kısmen, neşeli bir yurttaşın alternatifinin siyasi hoşnutsuzluk olmasıdır. Umutsuzluk ise, aksine, radikal bir tutum olabilir. İçinde bulunduğumuz durumu dönüştürmenin gerekliliğini, ancak ona eleştirel bir gözle bakarsanız fark edersiniz. Hoşnutsuzluk reform için teşvik edici olabilir. İyimserler ise aksine düpedüz kozmetik çözümlerle idare etme eğilimindedir. Gerçek umuda en çok, işler olabilecek en vahim halini aldığında yani iyimserliğin genellikle kabul etmeye gönülsüz olduğu uç durumlarda ihtiyaç duyulur. Umut etmek zorunda kalmamak tercih edilebilir; çünkü umutlanma ihtiyacı, nahoş olanın çoktan gerçekleştiğinin işaretidir.”

Terry Eagleton’ın yürüttüğü umut tartışmasının bir kolu ilerleme kavramına uzanır. Buradaki kavga, ilerlemeyi tarihsel olarak yukarı, yani hep iyiye doğru tırmandığını düşünen iyimser kaderciliğe karşıdır.

Bu bakış açısına göre her şey tarihin ileri akışına hizmet için vardır. Buradan yola çıkan “İlerleme ideolojisi” işi, doğal felaketlerin ya da insan eliyle yapılan katliamların bile ilerleme için gerekli olduğu düşüncesine “insanı gücendiren bir hissizlikle” vardırır.

“Sözgelimi bir tarihselci görüşe göre, genel olarak türlerin gelişiminde oynadıkları rolden ötürü angarya ve mahrumiyeti meşru görmek mümkündür. Zira bazıları ağır işlerde çalışmadan, diğerleri için uygar bir varoluş düşünülemezdi. Her üstün heykel veya senfoninin var olması için bir sıra derme çatma evin olması gerekiyordu. Sömürüsüz bir uygar varoluşun olamayacağı, Nietzche’nin yanı sıra, bunu bu açıklıkla dile getirmeyi göze alamayan başka birçokları tarafından da savunulmuş bir görüştür.”

Böylesine korkunç bir kurgu, bir çeşit fetişizmin ve defolu bir insanlığın göstergesi olabilir ancak. İyimserliğin terör hali bunlara göre ilerleme olarak adlandırılır. Oysa “açlık çekerken ancak azizler gelişir”.

Kadın özgürleşmesi de insanlıktan dörtnala kaçan bu görüşlerden payını almıştır. Zira kadın özgürleşmesi, çamaşırı ve bulaşığı makinede yıkayıp mutfak robotuyla kurabiye yapabilen kadına bağlanır aynı sığlıkla.

Neyse ki Terry Eagleton ilerleme fikri konusunda bizi, bildiğimiz serin sulara çekiyor…

“Marx’ta tarih, insanın ilerlemesinin bir kaydı olduğu kadar, yaşayanların üstüne çöken bir kabustur da.

(…)Buna karşılık, teknoloji ve insani ilerleme savunucusu olan Marx ve halefleri de bu nahoş veçhelere dikkat çeker. Komünist Manifesto; serbest piyasaları, kapitalizmin getirdiği yenilikleri ve küreselleşmiş ekonomiyi takdir etmesi bakımından Makul İyimser’le (Matt Ridley)yarışır yarışmasına ama güya gerçeklere dayanan Ridley’den farklı olarak, bu kazanımlar için ödenen korkunç bedelleri katiyen göz ardı etmez.”

Yani Marx’ta olup da Ridley’de olmayan şey, bilimsel yöntem ve vicdandır. Bu yüzden “ilerleme ideolojisi”, kurtuluşun tarihin sonunda yattığını düşünür, Marx ise tarihin kalbinde görür onu.

Tarihin kalbinde yatan umut, geçmişin hükmü ile geleceğe dair beklentileri şimdinin eylem alanında birleştirir. Bu alan tarihsel akışa yönelecek müdahalenin alanıdır.

“Umut bizi şimdiyle radikal bir uzlaşmazlık içinde tutması bakımından tarihin süreğen bir altüst edilişine kaynaklık eder.”

Terry Eagleton ilerleyen bölümlerde dinsel umudu eleştirip onun varlığı felç eden bilimdışılığına karşı çıkar. Umut sekülerleştirilmelidir ona göre. Mutlak umut, dinsel umut, inanca dayalı umut, adına her ne dersek diyelim, bilgiye dayanmayan kesinliği vaaz ederken rasyonelliği reddeder. Ona göre umut sınırsız ve koşulsuzdur. Soyuttur, metafizik ve mistiktir. Aklın giremediği  “güvenli bir bölge”dir. Bu yüzden hayal kırıklığına karşı bağışıktır ve yine bu yüzden konformisttir.

“İyimser Olmayan Umut “ savaşlar ve yıkımlar çağında, toz toprak altında kalan, yanlış ellerde namlusu insana çevrilmiş bir silaha dönüşen umudun biraz da olsa ayağa kalkmasıdır. Kötülüğe karşı, hayatı ve direnme gücünü devindiren, geleceğe olan inancı güçlendiren bilincin, yani gerçek umudun izini sürüyor.

“Nazi kamplarında can verenler varsa, o kampları inşa edenlerden dünyayı kurtarmak için can verenler de vardır.”


KÜNYE: İyimser Olmayan Umut, Terry Eagleton, Çeviri:Emine Ayhan, Ayrıntı Yayınları 2016, 192 sayfa.

DAHA FAZLA