Jameson okumasak olmaz mı?

Jameson okumasak olmaz mı?

"Jameson Jameson’ı Anlatıyor", ABD, Ortadoğu, Britianya, Avrupa, Asya ve Uzak Asya’da akademisyenlerin Jameson’la farklı tarihlerde yaptıkları söyleşileri bir araya getiren bir kitap. Söyleşilerdeki sorular Jameson’ın kendisini anlatmasına olanaklar sunduğu kadar bazen gerçekten zorlayıcı yönler de taşıyor.

GİDİŞAT:

Gidişatı I. veya II. dünya savaşları öncesine benzetmek çok zor değil. Ama hangi anlamda? Kapitalizmin krizi? Kesinlikle evet. Peki, sosyalizmin bir iktidar alternatifi olarak yükselişi?  İşte buna evet demek çok zor. Syrizia ve Podemos gibi partiler, Jeremy Corbyn veya Bernie Sanders gibi siyasetçiler elbette konumuz dışı. Ancak daha küçük ölçeklerde, arayanların Plahenov, Kautsky veya Bernstein bulmakta güçlük çekeceğini de zannetmem. Oysa hangi ölçekte olursa olsun aynı şeyi ne Bogdanov, Lunaçarski veya Buharin için ne de Gramsci, Lukacs, Luxemburg veya Brecht için söylemek mümkün değil. Benzer bir biçimde neredeyse tüm bu isimlerle hesaplaşan kitaplar ve makaleleri aramak da nafile.

Bunlar olmasa da olur, eldeki muadil isimler yeterli diyorsanız kesinlikle Jameson’la vakit kaybetmeye gerek yok.

Bu farklılıkları kapitalizmin birikim modelleri, işçi sınıfının kendisi başta olmak üzere onun örgütlülüğü, kompozisyonu ve teorik silahı Marksizmin geçirdiği karşılıklı değişimlerin ve aslen de kültürün daha önce hiç olmadığı kadar metalaşması ve siyasallaşmasının bir sonucu olduğunu düşünüyorsanız, kısaca, Jameson okumadan da  olmaz.

Ama Jameson okumanın da ne yazık ki kolay olmadığını eklemeliyim. Gerçekten de kitaplarının zorlayıcı olduğuna dair bir eleştiriye Jameson şöyle bir soruyla yanıt verir: “Kültürel teorinin sorunlarının örneğin biyokimyanın sorunlarından daha az karmaşık olduğunu düşünmek için iyi bir neden var mı?” (Buchanan: 59)

"Jameson Jameson’ı Anlatıyor", ABD, Ortadoğu, Britianya, Avrupa, Asya ve Uzak Asya’da akademisyenlerin Jameson’la farklı tarihlerde yaptıkları söyleşileri bir araya getiren bir kitap. Bu tür kitaplar Bourdieu gibi bazı zorlu kuramcıları anlamak için bir fırsat gibi görünürler. Ne yazık ki benim denk geldiğim kadarıyla bu kitap da bu görüntüyü yadsıyor. Yani, Jameson’ı kendi kitaplarından okumayıp bu söyleşilerle anlamak mümkün değil. Jameson’a bir giriş olarak değerlendirmek de aynı derecede yanıltıcı.

Yine de bu söyleşilerin Jameson’a aşina olanlar kadar ilk kez okuyacaklara da büyük olanaklar sunduğu tartışılmaz. Söyleşilerdeki sorular da Jameson’ın kendisini anlatmasına benzer olanaklar sunduğu kadar bazen gerçekten zorlayıcı yönler taşıyor. Örneğin Marksist bir kültür kuramcısı olup da Gramsci’den ve Raymond Williams’tan neden pek yararlanmadığı, çabasının politik anlamları, ABD’de bir Marksist olmanın kısıtları gibi Jameson’ı sıkıştıran ciddi sorular var. Kendi adıma özellikle merak ettiğim bu tür bir düelloyu Marksist kültürel çalışmaların en önemli isimlerinden Stuart Hall’un Jameson’la söyleşisinde bulduğumu söyleyebilirim.

Ben burada bir hileye başvurarak kitabı ve dolayısıyla Jameson’ın çetrefilli analizlerini anlatmak yerine öncelikle Jameson’ın aslında bizim geleneğimize ne kadar yakın olduğuna ve sonra da onun Marksizme asıl katkısını oluşturan postmodernizme yaklaşımlarına kısaca değinmeye çalışacağım.

MARKSİZM

Fredric Jameson aslında bir edebiyat eleştirmeni, Perry Anderson’ın deyimiyle de Batı Marksizminin son büyük temsilcisi. Lukacs, Adorno, Sartre, Marcuse, Bloch, Benjamin ve Althusser gibi aslında Batı Marksizminin kendi aralarında bile son derece çelişkili isimlerinin tümünden yararlanması anlamında Anderson’ın bu tanımlamasına itiraz etmek zor. Diğer yandan Batı Marksizmini karakterize eden ekonomik indirgemeciliğe veya kaba bir Marksizme karşı mücadele ve anti-Sovyetiklik anlamında Jameson kesinlikle Batı Marksizmine ait değildir. Bunu da kendi sözleriyle şu şekilde ifade eder:

“Ben kendimi ‘Batılı Marksist’ olarak tanımlamıyorum; bu 1973’te Perry Anderson’ın önerdiği bir terimdir; ben Batılı bir Marksist olamayacak kadar ekonomiyi temel alıyorum sanırım. Her durumda, bu terim üyelik kartı taşımayan komünistleri veya Troçkistleri (kurucu baba Lukacs hariç) nitelemek ve alenen parti siyaseti yapanlar dışlandığında olacakları göstermek amacıyla icat edildi. ” (Buchanan: 239).

Üstelik Batı Marksizmini bir Soğuk Savaş ürünü olarak tanımlayacak kadar sert bir eleştiriyi başka birisinden okuduğumu da hatırlamıyorum: 

“Sınıf mücadelesinin en temel biçimine geri dönüyor gibi görünüyoruz, ki bu geri dönüş, Soğuk Savaş’ın ortaya çıkarmış olduğu tüm Batılı-Marksist ve kuramsal kurnazlıkların sonu olacak kadar temeldir… İdeolojinin arkasındaki motivasyonlar artık, ayrıntılı bir şifre çözme ve yorumbilgisel yeniden yorumlama düzeneğine ihtiyaç göstermiyor gibi görünmektedir; tüm çağdaş siyasetin yol gösterici akışını, yani zenginlerin vergilerinin düşürülmesini istemelerini kavramak çok daha kolay görünmektedir. Bu eski ve kaba bir Marksizmin, durumumuza bir kez daha, yeni modellerden daha uygun olabileceği anlamına gelmektedir…” (Jameson 2005:144)

Jameson reel sosyalizm deneyimleri konusunda da hiç bir Batı Marksistinden duyamayacağınız kadar kabadır:

“Şiddet ve baskı duvarının yıkılmasından sonra, genelde verimsiz ve kar etmeyen, durgun ve Batı’daki özel teşebbüslerin teknolojik seviyesinden yoksun şekilde karikatürize edilen sosyalizmin faydalarını özellikle Almanların olumlu bir biçimde tarif etmelerinin tam zamanı olduğunu düşünüyorum. Tam istihdam, ücretsiz tıbbi bakım ve eğitim ve yurttaşlara beşikten mezara kadar güvenlik sağlama gibi imtiyaz tercihleri hakkında henüz söylenmemiş çok şey olduğuna şüphe yok.” (Buchanan: 128-129)

“Buradaki ironi, Sovyet modelini reddeden bütün solun, Sovyet modelinin başarısızlığından sonra onun ötesinde bir şey üretme ya da hayal etme yetisinin olmadığını görmesi.” (Buchanan: 169)

Jameson ayrıca Batı Marksizminin bir mirası olan teoriyi bence belirli uzmanlık alanlarına hapseden eğilimleri de eleştirir:

“...Marksist akademisyenlerin tıpkı burjuva akademisyenler gibi bu bölümlenmeyi kabul ederek çok yanlış yaptıklarını düşünüyorum – Marksist iktisatçılar kültürün ne kadar önemli olduğunun farkında değil, Marksist kültürel eleştirmenlerse iktisatla hiç ilgilenmiyor vb.” (Buchanan: 100)

“Buna karşılık, eskinin bol departmanlı kurumsal yapıların ötesine geçerek görünürde birbirinden ayrı olan iktisadi, siyasi, kültürel, psikanalitik vb. Araştırmalara zemin oluşturan evrensel bir inceleme konusu olgusunu tekrar yürürlüğe sokacak bir ‘disipliner’ alanların birleştirilmesi ve bilginin birliği kavrayışı sunan tek canlı felsefenin Marksizm olduğu gerçeğini önemle vurgulamak gerektiğini düşünüyorum. ” (Buchanan: 62)

Sanırım Jameson Batı Marksizmi konusunda son noktayı bu ekolün bizzat metalaştığı eleştirisiyle koyar:

“Marksist gelenek söz konusu olduğunda benim canımı sıkan şey, bu düşünürlerin – sadece Althusser veya Lukacs değil, Gramsci, Benjamin, Brecht, Williams, Thompson vs. vs. de – özerk felsefi sistemlerin marka isimlerine dönüştürülmüş olmaları. Bu konuda Marksist geleneğin kendisine de genel meta kültürünün mantığı bulaşmış durumda.” (Buchanan: 40)

Jameson post-Marksizmlere karşı da kesinlikle daha insaflı değildir:

“Çeşitli ‘post-Marksizmler’, bu arada özellikle bu yüzyılın başlarında Bernstein’ın yönelimi, ardından 1980’lerin post-yapısalcılığı ile birlikte ortaya çıkan Marksizmin ‘bunalımı’ veya ‘ölümü’ önermeleri, kapitalizmin yeniden yapılandığı ya da çarpık bir genişleme gösterdiği uğraklara tam tamına denk düşmektedir.” (Jameson 1996)

POSTMODERNİZM: GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI

“Postmodern Durum” Jean-François Lyotard’ın 1979’da yayınladığı kitabın adı. O tarihe kadar daha çok mimari bir akımı temsilen kullanılan postmodernizm, Lyotard’la birlikte yeni bir dönemi niteleme anlamını kazanır. Lyotard’ın 1950’lerin sonuna kadar geri çektiği bu dönem modernizmin bir proje olarak sona erdiği ve günümüze kadar devam eden postmodernist dönemdir. Toplum bilimlerinde bir paradigma kayması anlamına gelen kitabın en önemli iki tezi birbiriyle ilişkili olarak “bilimsel bilginin diğer söylemler gibi bir söylem olması” ve “büyük anlatıların geçerliliklerini yitirdiği” tezleridir. Büyük anlatı ile kastedilen ise tam olarak Marksizmin kendisidir. (Anderson 2002:47)

Postmodernizme dönük en ciddi eleştiri ise postmodern durumu reddeden Marksistlerden değil de postmodern durumu kabul eden bir Marksistten, Jameson’dan gelir. Ancak bu durum onun postmodernistlerin söylemlerini benimsediği anlamına da gelmez. Postmodern durumu kültürel görüngülerinden yola çıkarak analiz eden Jameson, analizini “ortodoks” denilebilecek Marksist politik-ekonominin kavramları üzerine temellendirir.

Bu analizin eski sınıfsal kimliklerdeki karşılığı ise “Star prensesler, hovarda başkanlar, Beyaz Saray’da satılığa çıkarılan odalar ve çarpıcı ilanlar için verilen rüşvetler, disneyleşen protokoller ve tarantinovari pratikler, çarpıcı gösterilere dönüşen cenazeler…” gibi işçi sınıfından daha çok burjuvazinin bayağılaşmasıdır (Anderson 2002:122). Daha önce modernleşme, sanayi sonrası, tüketim toplumu, medya ve gösteri toplumu, çokuluslu kapitalizm tanımlarının anlattığı şey postmodernizmdir. Ve bu postmodernizm - ki Jameson aslında kültürel emperyalizm demekten de çekinmez- Marksist iktisatçı Ernest Mandel’in “Geç Kapitalizm” kitabından hem esinlenmesi hem de gönderme yapması anlamında “Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığıdır”.

Jameson postmodern durumu tanırken, aynı zamanda bugünkü hakim kültür ile mali sermaye arasında kurduğu ilişki üzerinden onu kıyasıya eleştirir ve Marksistlerin postmodern durumu reddettikleri yerde, Jameson bu durumun içinde barındırdığı potansiyellere işaret eder.

Evet postmodernizmin eklektik bir teorik çorba olarak uzun zamandır geriye çekildiği, yerini giderek küreselleşme ve post-kolonyalizm teorilerine bıraktığı doğru. Ama aralarında büyük farklılıklar olduğunu söylemek de doğru değil. Sonuç olarak Wall Street'i İşgal Et (Occupy Wall Street) hareketinin liderlerinden anarşist antropolog David Graeber’ın postmodernizm ve küreselleşme teorisyenlerinin argümanlarını özetlediği ve Tablo 1’de sunulan iki ayrı liste bu benzerliği göstermektedir.

Tablo 1. Graeber’in (2001: x-xi) postmodernizm ve küreselleşmeyi özetleyen listeleri.

 

Postmodernizm

Küreselleşme

1.

Postmodern bir çağda yaşıyoruz. Dünya değişti; bunda kimsenin sorumluluğu yoktur; basitçe acımasız süreçler sonunda bu noktaya gelinmiştir; kimsenin bu konuda yapabileceği bir şey yoktur ama kendimizi bu yeni koşullara uyarlamalıyız.

Küresel Pazar çağında yaşıyoruz. Dünya değişti; bunda kimsenin sorumluluğu yoktur; basitçe acımsız süreçler sonunda bu noktaya gelinmiştir; kimsenin bu konuda yapabileceği bir şey yoktur ama kendimizi bu yeni koşullara uyarlamalıyız.

 

2.

Postmodern durumun bir sonucu artık dünyayı veya toplumu değiştirebilecek şemaların artık geçerli olmamasıdır. Herşey dağılarak küçük parçalara ayrılmıştır; bu nedenle bu tür eski şemalar kaçınılmaz bir biçimde ya olanaksız hale gelecek veya totaliter karabasanlara dönüşecektir.

Bu durumun bir sonucu artık toplumu kolektif politik eylem yoluyla değiştirmeyi amaçlayan şemaların artık geçerli olmamasıdır. Devrim rüyalarının ya olanaksız olduğu ya da daha kötüsü totaliter karabasanlara dönüşeceği ortaya çıkmıştır. Hatta, toplumu seçimler yoluyla değiştirme düşüncesi bile “rekabetçilik” adına şimdi terkedilmelidir.

 

3.

Bu durum tarihteki insan failliği için hiç bir boşluk bırakmamış gibi görünse de tamamen umutsuzluğa kapılmaya da gerek yoktur. Kişisel düzeyde, yıkıcı kimliklerin, yaratıcı tüketim biçimlerinin vb. biçimlenmesi sonucu meşru politik eylemlilik mümkün olabilir. Bu tür eylemler politik ve potansiyel olarak özgürleştiricidir.

Eğer bu durum demokrasi için çok az yer bırakmış gibi görünse de umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur: Pazar davranışı ve özellikle bireysel tüketim kararlarının kendisi demokrasidir; aslında ihtiyacımız olan tüm demokrasi de budur.


 

AYAKLAR VE ELLER

Evet, gidişatı 1. veya 2. dünya savaşları öncesine benzetmek çok zor değil. Ama kesinlikle Jameson da aranan Lenin’dir demiyorum. Aslında Jameson’a soracak olsanız bu tür bir arayış da, devrimi Kışlık Saray’ın alınması gibi belirli bir tarihsel moment olarak tahayyül etmek de artık ikonolojiye terkedilmesi gereken bir çabadır.

Üniversitede yaşadığım kişisel sıkıntılarımla ilgili olarak bir yoldaşım ‘boka tekme atılmaz!’ deyişini hatırlatmıştı bana. Oysa Alman komünist besteci Hans Eisler’i tanımlamak için bir dostunun kullandığı ‘boku avuçlamaktan korkmayan bir lağım işçisi’ deyimini ne de çok severdik bir zamanlar.

Belki de Jameson’ın postmodernizmle ilişkisini benzer bir biçimde, zamanında hiç bir Marksistin midesinin kaldırmayacağı bir işi üstlenmesi olarak düşünebiliriz. Belki postmodernizme de tekme atılmıyordur. Kim bilir?

 

Kaynakça:

Anderson, P. (2002). Postmodernitenin Kökenleri. Çev: Elçin Gen. İstanbul: İletişim Yayıncılık.

Buchanan, I. (ed.). 2016. redrick Jameson: Jameson Jameson’ı Anlatıyor: Kültürel Marksizm üzerine Söyleşiler. Çev. Şeyda Öztürk. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Graeber, D. 2011. Toward An Anthropological Theory of Value: The False Coin of Our Own Dreams. New York: Palgrave.

Jameson, F. 1996. Fiilen varolan Marksizm üzerine Beş Tez. (çev. Metin Çulhaoğlu). Sosyalist Politika, sayı: 11.

________2005. Kültürel Dönemeç. Çev: Kemal İnal. Ankara: DostKitabevi Yayınları

 

Not 1: 2006 veya 2007 yılında Fredric Jameson’la bir yazışmamız olmuştu. O yıllarda çıkarmaya çalıştığım müzik dergisinin danışma kuruluna davet etmiştim Jameson’ı. Müziğin uzmanlık alanı olmadığını öne sürerek davetimi nazikçe reddetmişti. Ben de Jacques Attali’nin "Gürültüden Müziğe" kitabının İngilizce baskısına yazdığı önsözü hatırlatıp ısrar ettiğimde ise pes etmişti. Jameson, İleri Kitap editörleri bu tanıtım yazısını istediklerinde bu teklifin üstüne atladığımı bilemeyeceğini ve bu yazıyı asla okuyamayacağının  rahatlığıyla kaleme almış oldum.

Not 2: Akademik bir kitap değerlendirmesinin nasıl yapılması gerektiğini içeren bir ders almıştım. İlk defa bizim camiada, İzge (Günal) Hoca'nın İleri portaldaki yazılarında bu yaklaşıma, yani ele aldığı kitabı benzer örneklerle karşılaştırarak tartışan bir yönteme rastladım. Bu anlamda korktuğum başıma geldi ve ben de İleri portalda bir kitap tanıtımı yazmak zorunda kaldım 


KÜNYE: Fredrick Jameson: Jameson Jameson’ı Anlatıyor/Kültürel Marksizm Üzerine Söyleşiler, Hazırlayan: İan Buchanan, Çeviri: Şeyda Öztürk, Yapı Kredi Yayınları, Kasım 2016, 316 sayfa

DAHA FAZLA