İktidar dilimizde, iktidar içimizde!
“Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor”, edebiyat patikasından sapmadan alegorik niteliğiyle bir fabl’ı andıran ancak tam da bugünümüze ve aslında daha geniş çerçevede iktidarın sosyolojisine ayna tutan 96 sayfalık dev bir roman olarak okunmayı hak ediyor. Hüseyin Kıran tam da bu doğrultuda insanın kendi doğası üzerine düşünmeye itiyor okuru.
Yazım yolculuğuna şiirle başlayıp bugüne dek iki şiir ve üç roman kitabı basılan Hüseyin Kıran son romanı “Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır”dan üç yıl sonra “Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor” ile bu kez Sel Yayınları vasıtasıyla buluşuyor okuruyla. "Gövdeden kurtulmak mümkün, bilinçten değil" diye yazdığı ilk kitabı “Resul”den bu yana Kıran’ın karanlıkta kalanlarla, ezen ve ezilenlerle, tebaa ve iktidarla bir hesaplaşması var.
Tanıdık, eleştirmenliğe uzun yıllarını adamış bazı eleştirmenlerin düştüğü gaflete düşüp burada kitabı özetlemeye kalkmayacağım elbette. Ancak fikir vermesi sebebiyle kitap üzerine birkaç cümle sarf etmekte fayda var: Kitapta, belirsiz bir zamanda ve belli olmayan uzak ülkelerin birinde ceza memuru olan Yakup’un Efendiler Meclisi'nce elçi olarak yetkilendirilerek bilmediği yollara, bilmediği dünyalara düşmesi anlatılıyor. Yakup kendisine verilen görevi sorgusuz sualsiz kabul ediyor. Efendiler tarafından verildiği için adeta bu görevi kutsal addediyor ve kendisine komşu krallığa teslim edilmek üzere verilen mektubu yanına alarak yola koyuluyor. Bu noktadan itibaren yolculuk boyunca yazdığı efendilerine yazdığı mektuplar sayesinde Yakup’un trajikomik dönüşümüne şahit oluyoruz.
İktidar fiziksel düzlemde ya da bedende olduğu kadar söylemsel ya da sembolik düzlemde de bireye sirayet eder, onu ele geçirir ve yönetir. Söylemsel düzlemde bunu dil aracılığıyla gerçekleştirir. Dil hem iktidardır hem de iktidara içkindir aslında. Bir kültür ürünü olarak, ait olduğu toplumun kültürel hegemonyasından izler taşır ve o hegemonyayı pekiştirir ve yeniden üretir. “Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor” tam da bu olgunun somutlaşmış hali. Yola “köle” sıfatıyla çıkıp “efendi”leşerek kendi kölelerini oluşturuyor; daha da ötesi, işi, işgal ettiği toprakları Yakupistan olarak adlandırmaya vardırıyor.
Önce sıradan bir insan, memur olarak karşımıza çıkan Yakup, Efendiler’ince yetkilendirilen elçi Yakup ve dağ yolunda karşılaştığı yabaniler ya da çadır halkları karşısında muktedirliğe soyunan Yakup. Roman boyunca Yakup’un kişiliğindeki ve dilindeki değişim üzerinden bir iktidar analizi yapıyor Hüseyin Kıran. Yakup sıradan bir Ademoğlu aslında. Anlatılan Yakup’un değil insanoğlunun alegorik hikâyesidir. İnsan denen canlı korkudan beslenir. İtaat eden tarafta olduğunda güce tapar.
“Yüceler yücesi imparatorumuz; siz ki yüzüne bakılmaz yakıcılıktaki bir kuvveti bünyesinde barındıran, siz ki kimselerin doğrudan konuşmaya cüret ve cesaret edemediği ulu varlık…”
İtaat edilen tarafa geçtiğindeyse o gücü hiç çekinmeden diğer taraf üzerinde pratik eder.
“Yüce İmparatorumuzun El Verdiği Elçisi ve Çadır Halkı’nın İmparatorluk Adına Atanmış Efendi Yöneticisi Tek Yöneticisi el-Yakup bin Yazar.”
Kıran; romanlarında çoğunlukla erkek karakterler üzerinden giden, ana karakter cinsiyeti olan bir birey, “erkek” bir bireyin çarpıcı hikâyesini işliyor. Tahmin ediyorum ki bu bilinçli tercihin sebebi dilin ve erkin zaten tamamen ataerkiden taraf olmasından kaynaklanıyor. İktidarın cinsiyeti kuşkusuz erkek. Bu nedenle Kıran tüm sorgulamaları ve imkânları erkek karakterler üzerinden işlemeyi tercih ediyor.
Hüseyin Kıran içerikte olduğu kadar biçimde de normları alt üst ediyor. İktidarla hesaplaşmasını edebiyat patikasının kıvrımlarında incelikle yapan Kıran’a bu kıvraklığı sağlayan incelikle ördüğü katmanlı dili ve kendine has üslubu. Yer yer mektup-anlatımından faydalanılan kitaptaki metinler çoğunlukla birinci tekil şahısla yazılmış. Noktalama işaretleri oldukça tasarruflu kullanılmış. Ancak tüm devrimciliğine karşın bu noksanlığın ve upuzun cümlelerin yer yer metinden kopmaya yol açtığını söylemek mümkün. Her ne kadar akıcı ve masalsı bir bütünlüğe sahip olsa da, bir süre sonra dikkat dağılınca insanın gözleri biraz virgül, birkaç da nokta arıyor.
Kıran bir söyleşisinde söylediği şu söze çok katılıyorum: “Yeryüzünün yüzüne karşı, bir şarjör mermi boşaltmıyorsa bir yazar, hiçbir iş yapmıyor demektir.” “Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor”, edebiyat patikasından sapmadan alegorik niteliğiyle bir fabl’ı andıran ancak tam da bugünümüze ve aslında daha geniş çerçevede iktidarın sosyolojisine ayna tutan 96 sayfalık dev bir roman olarak okunmayı hak ediyor. Hüseyin Kıran tam da bu doğrultuda insanın kendi doğası üzerine düşünmeye itiyor okuru.
Künye: Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor, Hüseyin Kıran, Sel Yayınları, 2016, 96 sayfa.