‘İhanete uğrayan’ şehrin romanı: ‘Uyku Sersemi’

‘İhanete uğrayan’ şehrin romanı: ‘Uyku Sersemi’

Romanın ayrı ayrı bölümlerinde daima bir takım listelerle karşılaşıyoruz. Bunlardan en dikkat çekicisi müzik parçalarının verildiği listeler.* Çünkü Kahraman‘nın ruh halini yansıtmasında bize yardımcı oluyorlar. Ayrıca kitaptan belirli aralıklarla uzaklaşıp rahatlama hissi veriyor. Dolayısıyla yeni gerilimlere sizi hazırlıyor. Bunun yanında tek mekânlı film listesi, kaybolmalı film listesi, kara film listesi diye uzayıp giden listeler ve Kahraman‘ı anlamamıza yardımcı olan, romanın dışına çıkmamızı gerektiren unsurlar var.

Hakan Bıçakcı‘nın son romanı Uyku Sersemi, Ekim 2017‘de okurlarla buluştu. Hakan Bıçakçı‘nın diğer eserleriyle ortak paydalar içeren, süreklilik arz eden edebi bir metin ortaya koyduğunu görüyoruz. Distopik unsurların ön planda olduğu bir romanla karşılaşıyoruz. “Mutlu Son” başlığıyla açılan roman, bize yaşanacak musibetlerin haberini veriyor. Başlangıcı mutlu olabilir, fakat ileride olacaklar pek de mutluluk içermeyecek, mesajını veriyor. Zaten başkarakterin ismi de Kahraman Kara. Rastgele seçilmiş bir isim değil. Bıçakcı “kara” bir kahramanla baş başa olduğumuzu anlatıyor. Nitekim Kahraman‘ın her eylemini onaylamak mümkün değil, yeri geldiğinde ayıplayabiliyoruz. Romanın son başlığı ise “ Yeni Bir Başlangıç”. Umut yüklü bir bitiş. Fakat bu yeni musibetlerin, zorlukların yaşanabilmesi için gerekli olan bir toparlanışı da ifade edebilir. Bu yorumu yapmamızın sebebi, Hakan Bıçakcı‘nın romanlarında umudun pek de yer almamasından kaynaklı.

Romanın ayrı ayrı bölümlerinde daima bir takım listelerle karşılaşıyoruz. Bunlardan en dikkat çekicisi müzik parçalarının verildiği listeler.* Çünkü Kahraman‘nın ruh halini yansıtmasında bize yardımcı oluyorlar. Ayrıca kitaptan belirli aralıklarla uzaklaşıp rahatlama hissi veriyor. Dolayısıyla yeni gerilimlere sizi hazırlıyor. Bunun yanında tek mekânlı film listesi, kaybolmalı film listesi, kara film listesi diye uzayıp giden listeler ve Kahraman‘ı anlamamıza yardımcı olan, romanın dışına çıkmamızı gerektiren unsurlar var.

Rüyalarla gerçek hayatın iç içe geçtiği bir roman olan “Uyku Sersemi”ne dair yapacağımız her tespit belirli açılardan esneklik taşımaktadır. Örneğin,  “Boynumdaki ürpertici kaşıntıyla yerimden sıçradığımda salon zifiri karanlıktı.” (sayfa 19) cümlesi bizim açımızdan iki şekilde okunabilir. Kahraman’ın Elif’in evinde uyanışının hemen ardına yazılmış bu cümle, örümceğin Kahraman’ı gerçekten ısırdığı anlamına gelebilir veya rüyanın getirdiği psikolojik bir tepki olarak da düşünülebilir. Burada özellikle bu roman için tamamen okurun yorumu devreye giriyor. Rüya ve gerçek arasındaki çizgide hangisinin doğru olduğunu bilmemiz mümkün olmadığından yapılacak her tespit, yorumla karışık iki anlamı birden içermek zorunda. Ama elbette okur olarak, bir tarafa meyletmenin herhangi bir sakıncası da bulunmamakta. Biz de buna göre yorumlarımızı yapacağız.

Elif yazdığı notta evinde siyah bir örümceğin gezindiğini Kahraman’a söylüyor. Burası önemli, çünkü daha sonra siyah örümceğin Kahraman‘ı ısırdığını anlıyoruz. Bu gelişme tam Kahraman’ın kitabının basılacağı haberini aldıktan sonraya denk geliyor. Kahraman’ın başkalaşımı da bu iki olaydan sonra başlıyor.

Yapılması gerekenlere başlayamamak bir huzursuzluk haline dönüşüyor Kahraman için. “Birimiz Marx‘ın, diğerimiz Engels‘in Komünist Manifesto‘yu yazdığı yaştaydık. Ben 29‘dum, Elif 27. Ve mal gibi oturmuş televizyona bakıyorduk.” (sayfa 22) Bu rahatsızlığa sebep olan ise Kahraman’ın başlamak zorunda olduğu bir kitap projesi. İstanbul’un tarihi ve kültürel mekânlarını anlatan, genellikle turistlere yönelik, alternatif bir kitap hazırlamakla uğraşıyor. Ve ilk işi, İstiklal Caddesi‘ndeki bir kitapçıyla yapacağı söyleşi. Fakat söyleşinin yarısında kitapçının kapanacağını öğreniyor. Yaptığı söyleşi bir anda anlamını yitiriyor. İlk söyleşi, hayal kırıklığıyla sonuçlanıyor. Ama burada yaptığı söyleşinin kaydı, aynı zamanda dönüşümünün ilk fiziki belirtisi oluyor.  “İnsana kendi sesinin kaydı farklı gelir elbette ama bu gerçekten başka birinin sesiydi.” (sayfa 38) Sesi başka birinin sesine dönüşüyor Kahraman‘ın. Bu dönüşümün gerçekleşmesinin şehrin dönüşümüyle birlikte ele alındığını görüyoruz. Şehrin önemli mekânlarının tahrip edilmesiyle Kahraman başkalaşmaya başlıyor.

İstanbul‘un “ihanete uğraması”, bitmek bilmeyen inşaat sesleri, kentsel dönüşüm, havadaki toz bulutları, hayatındaki olumsuzluklar, bunların tümü Kahramanın rüyalarında devam ediyor. “Manav, mahallenin son yeşil alanı olan marulları toplayıp gitmişti. Sanki ben her bakışımdan sonra kaydetmeyi ihmal ettim diye. Geriye uçsuz bucaksız, boğucu bir çamur deryası kalmıştı.” (sayfa 140)      

Rüyasında bile rahat nefes alamıyor. Rüyasında kendi çöpünü arıyor ve sabah uyandığında burnuna belli belirsiz çöp kokusu geliyor. Bu rüyalar genelde silsile halinde, uykuyla uyanma arasındaki sersemlik vaktinde kendini hissettiriyor. Uyanıkken yaşadıklarını uyku halinde farklı biçimlerde görüyor Kahraman. Bu bakımdan rüyalar yaşamının hayati bir parçası durumunda.

“Uyku Sersemi”nde işlenen eğilimlerden biri de yurt dışına kaçma eğilimi. Kahraman’ın tüm arkadaşları kaçarken kendisi ülkede kalmayı tercih ediyor. “Bana neden Düsseldorf‘a babamın yanına gitmediğimi sordular. İstanbul‘dan neden kaçmıyordum? ‘İstanbul Kitabı’ndan bahsettim.” (sayfa 77) Kahraman zaten kitap projesiyle İstanbul‘a göbekten bağlanmış vaziyette. İstanbul‘un alternatif mekânlarıyla ilgilenerek, bu mekânları listeleyip, hakkında soru hazırlamakla vakti geçiyor. Fakat İstanbul‘un tiyatroları, kitapçıları, sinemaları, meyhaneleri, pastaneleriyle ilgilenirken hepsinin birer birer yıkılmasıyla karşılaşıyor ve kitap projesinin amaçlarından uzaklaşarak bir nostalji kitabına dönüştüğüne hepimiz şahitlik ediyoruz. “İstanbul‘un artık olmayan tarihi mekânlarını anlatan nostalji kitabı.”(sayfa 123) Bununla birlikte Kahraman‘ın hayatının da yavaş yavaş yıkılmasına tanıklık ediyoruz. İki durum paralellik gösteriyor.  İstanbul yıkıma uğrarken Kahraman da süreç içinde başkalaşarak, farklı birinin suretine bürünmeye başlıyor. İçinde bulunduğu tüm şartlar onun başkalaşmasındaki nedenler oluyor. Ve Kahraman‘ın kendisi de bu şartlardan sıyrılarak kendi nostaljisini yaşıyor. Daha önce sadece yatarken giyindiği lise yıllarından kalma silik tişörtlerini, deprem riski bulunan siteye taşındıktan sonra sürekli giymeye başlıyor. Bu hali, maziye dönme çabasının tezahürü olarak okunabilir. Kahraman, ancak geride bıraktığı her şeyden tamamen kurtularak, boş bir dairede köpeklerle sabahlayabildiğinde “Yeni bir başlangıç” yapabiliyor.

“Uyku Sersemi”nin başından sonuna kadar, İstanbul‘un yıkımıyla Kahraman’ın yıkılışı beraber işleniyor ve bu durum belirli bir tekdüzelik yaratıyor. Ana hikâyenin dışına çıkıp ufak bir nefes alamıyoruz, yan hikâyeler arka planda kalıyor. Fakat böyle bir kurgunun özellikle okurda tekdüzelik yaratması için yazar tarafından seçilmiş olabileceğini de düşünebiliriz.

* http://www.neokuyorum.org/kitap-playlisti-uyku-sersemi-hakan-bicakci/


KÜNYE: Uyku Sersemi, Hakan Bıçakcı, İletişim Yayınları, 2017, 180 sayfa

DAHA FAZLA