‘Her zaman güçsüzden yana olun!’

‘Her zaman güçsüzden yana olun!’

Hikmet Hanım’ın, Halo Dayı’nın, İlyas Efendi’nin ve diğerlerinin yaratıcısı Muzaffer İzgü’nün, dünyayı önce bir gecekondunun penceresinden kavrayan Muzo’nun vicdanının söyledikleri, devran döndükçe çoğalarak kalacak. Muzo’nun kaç yaşına gelirse gelsin bakmaya devam ettiği o gecekondu penceresinden gördükleri, hep merhametle akran kalacak.

‘98 yılı. Malatya’dan İzmir’e göçeli çok olmamış. Dünyaya ısınmak gayretindeyim. Tersi güç. Evde Abdullah Papur ve Ferhat Tunç çalınıyor. İki plak arası geçişi sağlayan alete ne dendiğini bilmiyorum henüz. Kasete radyoda çalan şarkıyı kaydetmek için serçe parmağımı kasetin ortasına sokup beyaz bant bitene kadar döndürmem gerektiğini biliyorum ama. İçimde iki plak arası geçişi kolaylaştıracak bir sese ihtiyacım var. Sonunda buluyorum: Ökkeş. İlk lunapark deneyiminden kapıcılığına, sınıfsal yoklama da yapan bir dizi hikâyenin kahramanı Ökkeş. Muzaffer İzgü’nün Ökkeş’i.

                             

Ökkeş’le başlayan tanışıklığımız Anneannem serisiyle devam ediyor.  Derken Uzay Karpuzu, Çizmeli Osman, Can Dayım ve diğerleri… Artık iyi bir Muzaffer İzgü okuruyum. Aslında, okuru olduğum İzgü’nün kendisi değil henüz. Ben Ökkeş’i, uzaktaki nenemi anneanne yapan Anneanne’yi, siyah lastik çizmeleriyle Osman’ı dinliyorum. Ökkeş’i çocuk yaşta işportacı yapanla, Osman’a kundura yerine siyah lastik çizmeler giydirenin aynı devran olduğundan haberdar değilim henüz. İzgü’nün yayımlanan ilk kitabının adının “Gecekondu” olmasının rastlantısal olmadığını da bilmiyorum.

                               

Okudukça, yazmak arzu ve ihtiyacının bir sevinç gibi üst karın boşluğuma yerleşmeye başladığı yıllar. Tek başıma iki yapraklı bir okul gazetesi hazırlıyorum. El yazısıyla üstelik… Günün birinde okula Muzaffer İzgü’nün söyleşiye geleceğini işitiyorum. Sevincimin tarifi güç. İlkokul öğretmenim kalem tutma hevesimden haberdar. İzgü’nün yanına götürüyor beni. Sonsuz mahcubum. Gazetede yayımlamak için hazırladığım söyleşi sorularının yazılı olduğu kâğıdı uzatıyorum ona. Öyle sahici, öyle beyaz bıyıklı, öyle çok Ökkeş ve Osman ve diğerleri ki…  Kısa sürede soruları yanıtlandırıp kâğıdı bana uzatıyor gülümseyerek. Son soruya verdiği yanıtla irkiliyorum. Sorunun ne olduğunu anımsamıyorum bugün. Muhtemelen, “son olarak vermek istediğiniz mesaj nedir?” tadında bir sorudur. Yanıt: “Her zaman güçsüzden yana olun.”

Güçsüzden yana olmanın ne demek olduğunu soruyorum İzgü’ye: “Yumurta satan öğretmeni sevmek gibi bir şey mi?” diyorum. Öğretmenime dönerek, “bu kız çocuğu yazsın hocam,” diyor. Ökkeş’i çocuk yaşta çalıştıranla, yumurtadan öğretmen çıkartanın ve dahi İzgü’ye bu cümleyi kurdurtanın aynı devran olduğunu öğrenmeme var daha. Sonra sonra şiar ediniyorum: “Her zaman güçsüzden yana olun.”

Kişisel tarihim tarafından kendisine takdim edilen kıymet bir yana, Hikmet Hanım’ın, Halo Dayı’nın, İlyas Efendi’nin ve diğerlerinin yaratıcısı Muzaffer İzgü’nün, dünyayı önce bir gecekondunun penceresinden kavrayan Muzo’nun vicdanının söyledikleri, devran döndükçe çoğalarak kalacak. Muzo’nun kaç yaşına gelirse gelsin bakmaya devam ettiği o gecekondu penceresinden gördükleri, hep merhametle akran kalacak.

DAHA FAZLA