Hediye Levent’le söyleşi: ABD, Suudi Arabistan ve Türkiye istediklerini elde edemedi

Hediye Levent’le söyleşi: ABD, Suudi Arabistan ve Türkiye istediklerini elde edemedi

Gazeteci Hediye Levent ile Suriye savaşının 7. yılını konuştuk.*

Tuğba Özer

Suriye’ye yönelik emperyalist operasyonda 7. yılı geride bırakırken, bölgenin dinamikleri ve güncel gelişmeler de takibi neredeyse imkansız bir süratte devam ediyor. Bu karmaşık tabloyu biraz netleştirmek ve görünenleri ayırt etmek de zorlaşıyor.

Suriye’yi içeriden takip eden ve yorumları ile Suriye iç savaşının gerçeklerine ışık tutan çalışmalarıyla tanınan gazeteci Hediye Levent’le hem Suriye’deki son durumu hem de 7 yıllık sürecin genel özelliklerini konuştuk.

Levent, Suriye iç savaşının iç ve dış nedenlerinin birbirini tetiklediğini ifade ederken, sürecin vekalet savaşına dönüşmesini ve radikal grupların etkinlik kazanmasını da bölgenin dinamikleriyle açıklıyor.

Rusya’nın sürece en başından bu yana dahil olduğunu, ancak uzun bir süreyi hazırlık aşamasıyla geçirdiği için dikkat çekmediğini söyleyen Levent, Suriye’deki durumun bir iç mesele olmaktan çıktığını, uluslararası dengeler çerçevesinde geliştiğini ifade ediyor.

Hediye Levent’le gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi okurlarımıza sunuyoruz.

Tuğba Özer: Suriye’ye yönelik emperyalist operasyon ve iç savaşta 7 yıl geride kaldı. Bu sürecin başına dönüp bir genel değerlendirme yaparsak, her şey nasıl ve neden başladı?

Hediye Levent: Arap Ayaklanması’nın Suriye’ye sıçramasını sağlayan bazı iç ve dış sebepler vardı. İç sebepler arasında demokratik bir yapının oluşmamış olması, ifade ve fikir özgürlüklerinin olmayışı, 1973 yılındaki Arap-İsrail Savaşı’ndan beri ülkenin olağanüstü hal kanunu ile yönetiliyor oluşu, yolsuzluk, içe kapalı ekonomik sistemin değişen dünya ve ihtiyaçlara göre dönüştürülememesi gibi sebepler sayılabilir. 

Dış sebepler ise, Suriye’deki huzursuzluğu ve halkın her kesimini kapsayabilecek bir dönüşüm hareketini çok kısa sürede vekalet savaşına çeviren faktörler oldu. Enerji geçiş hatları, bölgede nüfuz sahibi olmak veya mevcut nüfuzu pekiştirmek, İsrail’in güvenliği, Akdeniz’de güç sahibi olmak, Suriye’nin Rusya hattından ABD hattına çekilmesi gibi başlıklar dış sebepler arasında sayılabilir.

Bütün ülkelerin çıkarları, bulundukları coğrafik konumdan veya farklı özelliklerinden/hassasiyetlerinden kaynaklı emperyal hevesleri var. Suriye’nin bile. Ancak ülke içinde müsait şartlar yokken yıllara yayılacak bir savaş yaratmak da pek mümkün değil. Bu nedenle, Suriye’deki sürecin sebeplerini iç ve dış boyutları ile değerlendirmek sağlıklı değerlendirmelere götürür diye düşünüyorum.   

VEKALET SAVAŞINDA EN HIZLI ORGANİZE OLANLAR RADİKALLER OLDU’

T.Ö.: Uzunca bir süre Suriye’deki cihatçı güçlerin saldırıları ile geçti ve bu süreçte zaman zaman Suriye devletinin ayakta duramayacağı hissi de yaratıldı. Ancak gelinen noktada Suriye devletinin önemli bir ilerleme kaydettiği ve dengeyi kendi lehine değiştirdiği söylenebilir. Suriye direnişini ve gücünü nasıl açıklamak doğru olur?

H.L: Suriye devleti, ayaklanmanın kısa sürede çok sayıda ülkenin dahil olduğu bir vekalet savaşına dönüşmesi nedeniyle çok ağır dönemler yaşadı. Cihatçıların yanı sıra zaten var olan siyasi baskı daha da arttırıldı. Yaptırım listesi genişletildi. Bu dönemde, korkunç boyutlarda bir dezenformasyon da başlamış oldu. Ancak devletin ayakta duramayacağı hissinin Suriye içinde birkaç kritik dönem dışına pek hissedilmediğini söyleyebilirim. O dönemlerde Şam’da yaşamaya devam ediyordum. Şunu belirtmek gerek ki, ayaklanma başında ülke nüfusu 23 milyon civarındaydı. Suriye içinde kalan yani ülkeyi terk etmeyen nüfus 18 milyona yakındı. Bu nüfusun yaklaşık 17 milyonu da Suriye ordusunun kontrolündeki bölgelerde yaşıyordu. 

Bahsettiğiniz dönemlere ilişkin Suriye içindeki insanların birkaç kriteri vardı; ordu bölündü mü, dışişleri bakanlığı bölündü mü ve Beşşar Esad ülkeyi terk etti mi şeklinde.

Suriye kendine has şartları olan ülkelerden. Dışardan bakanların gördüğü algıların ülke içinde çoğu zaman karşılığının olmadığına da bir çok kez şahit olduk.

T.Ö: Suriye’ye yönelik saldırganlık en çok IŞİD’in vahşi eylemleriyle özdeşleştirildi. Ancak Suriye’de irili ufaklı birçok cihatçı örgüt söz konusu. Cihatçı terörizmin finansmanı ve lojistik destek konularına yoğunlaştığımızda göreceğimiz tablo nedir? Suriye’deki cihatçı örgütler ağı kimler tarafından ve nasıl destekleniyor?

H.L: Suriye’deki cihatçılar 2011 başından itibaren varlardı. ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında çok sayıda radikal örgüt Irak’ta hali hazırda güçlenmişti. Suriye’nin yan komşusu Irak’ta El Kaide tehdidi vardı zaten. Suriye’de El Kaide veya cihatçılar 2011’e kadar pek aktif olmasalar da Suriye’den Irak ve başka yerlere savaşmaya giden ve radikalleşen çok sayıda insan ayaklanma ile birlikte dönmeye başladı. İkinci önemli nokta da şu: Ekonomik sebeplerden dolayı körfez ülkelerine giden Suriyeliler radikal ve mezhepçi fikirlerle dönüyorlardı ancak devlet dışardan gelen para ile ilgileniyordu.

Suriye’deki ayaklanma kısa sürede vekalet savaşına dönüşürken çeşitli ülkelerin de desteği ile en hızlı organize olan kesimler bu radikaller oldu.

Uzun süre ÖSO çatısı altında kamufle olan veya kamufle edilen cihatçı yapılar vekalet savaşının askeri boyutunu yüklenmiş oldular. Çünkü ÖSO adlı çok parçalı oluşum derme çatma başlamıştı ve 2012 yılının ortalarına geldiğimizde ya kendi aralarında çatışıp birçok parçaya bölünmüşlerdi ya da cihatçı gruplar tarafından ele geçirilmişlerdi.

Vekalet savaşına taraf olan bütün ülkeler sahada kendilerine yakın veya hedeflerini gerçekleştirecek grupları silahlandırarak, finans veya medya üzerinden siyasi meşruiyet kazandırmaya çalışarak destekledi. Bunun yanı sıra, Suriye’de ve Irak’ta piyasada yüklü miktarda silah da dolaşımda. Yıllara yayılan savaş döneminde çok sayıda cephanelik, banka, kuyumcular gibi yerler defalarca el değiştirdi. Bu durum da bu grupların lehine.

ABD, SUUDİ ARABİSTAN, TÜRKİYE İSTEDİKLERİNİ ELDE EDEMEDİ’

T.Ö: Operasyonun başını çeken ABD açısından tablo nedir? ABD neyi hedefledi, hedefleri konusunda hangi noktada?

ABD’den, Irak işgalinin ardından Suriye’ye yönelik açıklamalar zaman zaman geliyordu ve tansiyon da yükseliyordu. 2011’e kadar birçok kez “ABD Suriye’yi vuracak mı?” gibi haberlere konu oldu bu gerginlikler.

ABD, Suriye’deki saldırgan politikasında birçok amaç güttü. Öne çıkanlar enerji, enerji koridorlarının kontrolü, Akdeniz’de ve haliyle Akdeniz’e açılan ülkelerde etkili olmak, bölgede nüfuz alanını pekiştirip Rusya ve İran’a alan bırakmamak veya bu ülkelerin alanlarını daraltmak, İsrail’in güvenliği…

Suriye dahil Arap Ayaklanması’nın sarstığı ülkelerdeki mevcut duruma genel olarak bakıldığında ABD’nin ve aynı kampta yer alan Suudi Arabistan, Türkiye gibi ülkelerin istediklerini elde edemedikleri söylenebilir. Ayrıca Rusya, Suriye’de kalıcı askeri üsler edinip Lübnan’dan Mısır’a geniş bir bölgede söz sahibi olmaya başladı. Yine İran da son olarak Irak’taki hamleleri ile birlikte Arap Ayaklanması döneminin kazananı durumunda. Ayrıca ABD ve aynı safta yer alan ülkelerin beklentilerinin aksine, Suriye’de yönetim devrilmediği gibi desteklenen silahlı-siyasi muhalefet de varlık gösteremedi. Bir de dünyanın başına bela olacak yeni bir radikal terörizm konsepti de IŞİD ile birlikte ilk sinyallerini vermiş oldu. 

IŞİD ile askeri düzeyde mücadelede sona yaklaşıldığı söylenebilir ancak örgütün beslendiği zihniyetin hala çok sağlam olduğu ve birkaç yıla kadar tekrar aktive olabileceğini beklemek gerek. IŞİD ile askeri mücadelede sona yaklaşılırken yeni bir nüfuz savaşı da başlamış oldu. ABD-Suudi Arabistan ve aynı hatta duran ülkelerin Arap Ayaklanması dönemindeki kayıplarını telafi etmeye çalıştıkları, Rusya-İran hattındaki ülkelerin de mevcut kazanımlarını koruyup nüfuz alanlarını derinleştirme çabasında oldukları söylenebilir.     

T.Ö: Rusya’nın sahaya inerek dengeleri değiştirmesi biraz geç oldu. Rusya neyi bekledi ve hedefi neydi? 

H.L: Bizler Türkiye ve ABD’den heyecanlı açıklamalara, dışişleri bakanlığı bilgilendirme toplantılarına vs. alışmışız, Rusya’nın ve hatta Suriye’nin dış politikası bize farklı geliyor biraz. Rusya, dış politikada her işini sessiz halleden, gürültü koparacaksa da bunu bir amaç için yapan ülkelerden. 

Bu nedenle, Rusya’nın Suriye’deki sürece doğrudan dahil olması biraz gecikmeli oldu ancak Rusya başından beri askeri danışmanlar, silah, finansman ve siyasi destek vererek Şam’ın yanında olduğunu belirtmiş oldu. 

Rusya’nın Suriye’deki sürece dahil olması ABD ve diğer ülkelerin çok sayıda siyasi girişiminin çökmesinden ve IŞİD gibi bir yapının ortaya çıkmasından sonra oldu. Rusya, Suriye devletinin resmi isteği ile Suriye sahasında fiziki varlık göstermeye başladı. Ancak daha erken dahil olması uluslararası düzeyde birçok tepkiye neden olabileceği gibi altyapı ve planlamasını tamamlamadan alelacele girişi birçok soruna sebep olabilirdi. 

Kısacası Rusya, Suriye’deki sürece başından beri dahildi ancak Suriye Devleti resmi olarak çağırmak, Rusya da Suriye’ye askeri açıdan gitmek için zamanlamanın doğru olmasını gözetti.

 

TSK İLE SURİYE ORDUSUNUN KARŞI KARŞIYA GELMESİ RİSKİ BÜYÜYOR’

T.Ö: Suriye içinde cihatçı güçlerin en büyük destekçilerinden biri de Türkiye’ydi. Türkiye’nin Suriye politikasını, sık sık makas değiştirmesini de gözeterek, nasıl tarif edersiniz?

H.L: Türkiye, Suriye en vahimlerinden biri olmak üzere dış politikada çok büyük hatalar yaptı ve hala yapmaya devam ediyor. Türkiye, Suriye’nin iç işlerine karışmamalıydı en başından. Ayrıca, Suriye’de gözetilen hedeflere ulaştırması için her yol mubah yaklaşımı Türkiye dahil birçok ülkenin canını sıkacak sonuçlar doğurdu. Ancak Türkiye, Suriye’ye komşu ve komşu kalmaya devam edecek. Evi camdan olan komşusunun evine taş atmamalı diye bir söz var. Radikaller, cihatçılar, ÖSO’cular birçok ülkenin ancak sınır komşusu olması nedeniyle en çok da Türkiye’nin başına bela olacaklar.

Mevcut dış politikanın saha gerçeklerine göre gözden geçirilmesi ve yeni bir politikanın belirlenmesi gerekiyor. Bu anlamda Türkiye’nin Suriye devleti ile doğrudan temas kurması en mantıklı olan seçenek. Çünkü IŞİD sonrası dönemde nüfuz savaşları giderek tırmanıyor. TSK ile Suriye ordusunun karşı karşıya gelmesi riski de giderek büyüyor. 

T.Ö: Cenevre ve Astana gibi zeminlerde Suriye’de siyasi çözüm senaryoları da değerlendiriliyor. Bu çabaların başarılı olması mümkün mü? Suriye’de hala bir siyasi çözüm söz konusu olabilir mi?

H.L: Suriye’de bir vekalet savaşı var. Suriye’nin iç meselesi olmaktan çoktan çıktı bu konu. Dolayısıyla savaşa taraf ülkeler anlaşırsa “siyasi çözüm!” de olur.

‘AFRİN, KÜRTLERLE ŞAM’I YAKINLAŞTIRDI’

T.Ö: Afrin Harekatı ile birlikte Türkiye’nin Suriye politikasında en ciddi kavşaklardan birinde bulunduğumuz söyleniyor. Bu gelişmeyi nasıl değerlendirirsiniz?

H.L: Türkiye, Afrin Harekatı’nı kendi sınırlarına ve güvenliğine tehdit gerekçesi ile yürütüyor. Ancak Türkiye’nin bu hamlesi Türkiye açısından beklenmedik bir takım gelişmelere yol açtı. Suriye’deki Kürt siyasi ve silahlı oluşumlarla Şam arasındaki görüşmelerin yeniden yoğunlaşmasına ve temasın artmasına yol açtı. Aynı zamanda ABD Kürtlere bekledikleri desteği vermezken Türkiye’nin de Menbiç’e yönelik operasyonlarına sert tepki gösteriyor.

Bütün bunlar olurken Suriye genelini kapsayan bir ateşkes konusunda BMGK oybirliği ile karar aldı. Bu karar Türkiye’yi de kapsıyor. Türkiye’nin Afrin operasyonunu durdurması muhtemelen uluslararası toplumdan artarak devam eden tepkiler alacak. Türkiye’nin Afrin’den çekilmeye zorlanması da mümkün. Türkiye açısından sıkıntılı bir süreç.   

BÖLGEYİ HUZURLU GÜNLERİN BEKLEDİĞİNİ SÖYLEMEK ZOR’

T.Ö: Son olarak, her ne kadar çok değişken bir tablo olsa da, Suriye’nin geleceğini sormak isteriz. Onca şeyden sonra Suriye’de ve bölgede neler beklemeliyiz?

H.L: Halep’teki cihatçıların tahliyesinden sonra Suriye toparlanma aşamasına girmişti. Yeniden imar projeleri birkaç yıl öncesinden başladı. ABD ve Rusya arasındaki nüfuz mücadelesi yeni bir savaş dönemini tetiklemezse Suriye’nin birkaç yıl içinde iyice toparlanıp yaralarını sarmaya başlaması mümkün. Ancak IŞİD sonrası mücadele dönemi uluslararası güçler (ABD-Rusya) ve yerel güçler (Suudi Arabistan-İran) arasında başladı. Bu durum Irak’tan Mısır’a çok geniş bir bölgede yeni bir bilek güreşinin başlama ihtimalini de beraberinde getiriyor. Yeni bir çatışmalı süreç tarafların arzusu değil şimdilik ancak yarının ne getireceğini kestirmek de güç. 

Suriye açısından gidişat olumlu olsa da bölge açısından huzurlu günlerin beklediğini söylemek çok güç.

*Röportaj Yön Dergisi'nin Mart sayısında yayınlanmıştır.