Güvencesiz hukukçular ülkesi

Güvencesiz hukukçular ülkesi

Bir gerçek var ki 15 Temmuz sonrası Türkiye’nin güvencesiz hukukçular ile dolu adliyesinden adalet beklemek gerçekten fazla iyi niyetli bir yaklaşımdır. Adliyenin ipleri tamamen Saray’ın elindedir ve Saray ile adalet kelimeleri yan yana gelince bile gülünç durmaktadır. 

Türkiye Cumhuriyeti’ne bugün baktığımızda bir hukuk devleti mi yoksa bir muz cumhuriyeti mi olduğu konusunun tartışılmaya değer bir tarafı artık bulunmuyor. Anayasa Madde 2’de belirtilen ve madde metni anlamında değiştirilmesi yasak olan “hukuk devleti” tanımının içinin boşaltıldığı ve bir gerçekliğinin kalmadığı, hem hukuk uygulayıcıları hem de kendisine hukuk uygulananlar tarafından bilinmekte.

Hukuk uygulayıcıları bakımından ise somut durumun etkileri biraz daha farklı. Yargının kurucu unsurları açısından “mesai” şartları eskisine nazaran çok başka bir noktaya gelmiş durumda. Herkes güvencesizlikten yakınıyor ve hiçbir iddia-savunma-karar bu güvencesizlikten nasibini almadan hayata geçirilemiyor. Yargıya duyulan güvensizliğin had safhaya çıkmasının en önemli gerekçesi de bu.

Bu alanda bağımsız çalışma dendiğinde aklımıza ilk olarak avukatlık mesleği geliyor. Fakat müdahale edilen, bağımlı kılınan, emir alan veya almak zorunda bırakılan hakimlik ve savcılık mesleklerinin de özü itibariyle bağımsız meslekler olması gerekiyor. Oysa ki hakimlik savcılık sınavları sonrası yapılan mülakatlar, listelerin siyasi iktidarın kadroları ile doldurulması, pratikte bu listeleri onaylayan makamın doğrudan Saray olması sonucu gelinen noktada bağımsızlık ve tarafsızlık rüyalarımızda bile göremeyeceğimiz bir hal aldı.

Hakim ve Savcılar verecekleri her kararda “bu kararın sonucunda başıma bir şey gelir mi?” sorusunu kendilerine sormak zorunda kalıyor. Başlarına gelebilecekler listesi gerçekten uzun. Zira FETÖ üyeliği ile suçlanmaktan tutun, sürülmeye, işsizlik ve açlıkla terbiye edilmeye kadar akıllara gelebilecek her türlü düşmanca yöntem hakim ve savcıların ensesinde soğuk bir nefes gibi bekliyor. 

Burada yıllarca yaptığınız hakimlik ve savcılık mesleklerinin bir an için elinizden alındığını düşünmenizi istiyorum. Saygın bir meslek, insanların size gösterdiği nezaket, maaşınızla kendi hayatınız için yaptığınız yatırımlar, belki lojman ve makam arabaları, çocuklarınızı gönderdiğiniz özel okullar, bir KHK ile anında ortadan kayboluyor. Banka hesaplarına hemen bloke koyulup, tüm malvarlığınız elinizden alınıyor. Hakimlik ve savcılık mesleğini yapamamayı geçin size başkaca bir meslek de yaptırmıyorlar. Devlet adeta bu insanları açlıktan öldürmek istiyor. Yıllardır öyle veya böyle devletin maaş ve iş güvencesini iliklerine kadar hisseden, meslekten ihraç edilme ihtimalini bile düşünmeyen bir insan için çok büyük bir yıkım.

Hal böyle olunca tırnak içinde her siyasi davada hakim ve savcıların adeta iktidara karşı yapacakları “hata” kollanıyor. Hakimler ve savcılar hatta bunların yanına adliye personeli de eklenebilir, açıkça paranoyaklaştırılıyor. En ufak bir anlaşmazlıkta dahi herkes birbirine FETÖCÜ damgasını vurduğu için kimse etliye sütlüye bulaşmamaya, yorum yapmamaya, taraf olmamaya çalışıyor.  

Tüm bunlara rağmen mesleklerinde bir adım bile geri adım atmayan, siyasi iktidarın baskı ve yıldırma politikasına direnen hakim ve savcılar elbette var. Fakat o kadar az sayıdalar ki el ile bile sayılabilirler.

Benim de dahil olduğum meslek grubu olan avukatlar ise baskının bir başka biçimi ile karşı karşıya. Hakim ve savcılık mesleklerinin yukarıda anlatılanlarda da görüleceği gibi son derece gergin bir ortamda yapılıyor oluşu bu meslekler ile avukatlık mesleği arasındaki ilişkiyi o kadar geriyor ki adeta bir düşmanlık oluşuyor. Müvekkilinizin hakları için mücadele etmek ile mesleğinizin elinizden alınması, tutuklanmanız, işkence ve kötü muameleye maruz kalmanız arasında tercih yapmanız sizden beklenebiliyor. Maalesef bu baskı biraz önce değindiğimiz bir başka baskı gören meslek grubu hakim ve savcılar eliyle yürütülüyor.

Mesleki güvence, savunma hakkının kutsallığı vs. gibi ifadeler eminim ki siyasi iktidarı duyunca sadece güldürüyordur. Siyasi davaların tamamında müdafilik görevini yürüten meslektaşlarımız ilk önce fişleniyor. Daha sonra bir terör örgütü ile ilişkilendirilip sırası ile mutlaka tutuklanıyor. 

Tüm bunlar elbette bugün ilk defa karşılaştığımız meseleler değil. Bununla birlikte Cumhuriyet tarihinin başka hangi döneminde bu derece yoğun yaşanmıştır ancak yaşayanlar bilir. Bir gerçek var ki 15 Temmuz sonrası Türkiye’nin güvencesiz hukukçular ile dolu adliyesinden adalet beklemek gerçekten fazla iyi niyetli bir yaklaşımdır. Adliyenin ipleri tamamen Saray’ın elindedir ve Saray ile adalet kelimeleri yan yana gelince bile gülünç durmaktadır.