'Gürültü: Sesin (ve Dinlemenin) Beşeri Tarihi'

'Gürültü: Sesin (ve Dinlemenin) Beşeri Tarihi'

Mağaralardaki yankılar kadar steteskopun icadında şarap fıçılarından çıkan sesleri dinlemenin oynadığı rol, Roma arenalarında yöneten ve yönetilenlerin çıkardıkları seslerin sembolize ettiği iktidar savaşlarına, kapitalizmin gelişimiyle birlikte kent yaşamını kuşatan tüm sesler ve sessizlikler ve bunların her sınıftan insanlar tarafından gündelik yaşamda nasıl tecrübe edildiğine dair ayrıntılı bir tarih sunuyor kitap bize.

“…ses o kadar elle tutulmaz ve uçucudur ki, seçkinlerin hizmetinde olması, mülksüzlerin onu yaratıcı ve yıkıcı şekillerde kullanabilme ihtimalini ortadan kaldırmaz.”

Gürültü kitabının ilk bölümü tarih öncesi atalarımızın ses ile ilişkisine dair çarpıcı örneklerle başlıyor. Arkeologlar ve müzik bilimcilerin bu atalarımızın yaşadığı mağaralarda yaptıkları araştırmalar, mağaradaki resimlerle mağaraların akustik özellikleri arasında çarpıcı bir ilişkiyi ortaya çıkarıyor. Kısaca, bu mağaralarda ilerlerken ortamın akustiğinin aniden değiştiği noktalar tam da bu ilk resimlerin yapıldığı noktalara karşılık geliyor.

Sanırım kitapta en fazla etkilendiğim bölümlerden birisi de bu ilk bölüm oldu. Benim için bu etkinin kesinlikle kişisel bir boyutu da vardı. Kitabı, yayınlandığı 2014 yılında okumaya başladığımda bu ilk sayfalardaki araştırmaların çoğunun 2013 yılında tanıştığım bir araştırmacı tarafından yapıldığını gördüm ve ilgili satırları bir yandan da bu kişisel anılarım eşliğinde okumaya başladım.

2013 yılında Moskova’da bir geceyarısı Sosyalist Devrimci (SR) Viktor Çernof’un torunu, Iégor Reznikoff ile Marksizm ve müzik bilimleri üzerine tartışıyoruz, Kızıl Meydan’a beş dakikalık bir yürüyüş mesafesinde olan Çaykovski Konservatuarı’nın küçük misafirhanesinin mutfağında. Duman dedektörünün çalışmadığından henüz haberimiz olmadığı için soğuk Moskova baharında açık bıraktığımız pencereden prova yapan orkestranın tekrar ve tekrar çaldığı pasajlar ve tütün dumanı karşılıklı ters yönlere doğru süzülüyor.

Çernof, Ekim Devrimi’nden sonra Bolşeviklerden kaçtığı için torun da Fransa’da büyümüş. Bizi buluşturansa dünya müzikleri üzerine yapılan davetli konuşmacı olduğumuz bir konferans. Reznikoff ilk insan mağaralarındaki rezonansı ve antik dönem müziğini inceleyen bir araştırmacı. Müzikten ve kendi araştırmalarımızdan konuşuyoruz. Sonra ben konuyu Marksizme getirince önce Lenin ve Bolşeviklerin vahşetinden sonra da Sovyetler Birliği “felaketi”ne neden olan Marx’ın “proleterya diktatörlüğü” kavramından bahsediyor. Elbette Sovyetler Birliği’nin müzik politikalarını da tartışıyoruz. Geleneksel müziklerin Sovyetler’de standartlaştırılmasından bahsedince ben de Avrupa’daki benzer örnekleri veriyorum.

İşte o an dananın kuyruğu kopuyor. Çernof’un torunu 1789 Devrimi’nden önce Fransa’da inanılmaz bir dil ve müzik çeşitliliği olduğunu, devrimden sonra cumhuriyetin bu çeşitliliği ortadan kaldırdığını söylüyor. Torun sadece işçi sınıfı devrimine değil burjuva devrimlerine de karşı. Kısaca sınıfsal karakteri ne olursa olsun cumhuriyet düşüncesine karşı. Tutarlılık diye ben buna derim, dedim içimden.

***

Ne adı ne de kapağı müzikle ilgili herhangi bir çağrışıma sahip olmasa da yayınlanır yayınlanmaz Gürültü’yü müzik üzerine bir kitap olduğunu düşünerek alıp okumaya başladım. Oysa hemen ilk sayfaları okuyunca kitabın kesinlikle müzik üzerine olmadığı anlaşılıyor. Sanırım bu yanılgımın nedeni, gürültünün hem gündelik yaşamda hem de insanlık tarihinde bazen müzik olmayanı bazen de tam da yeni ortaya çıkan veya karşılaşılan müzikleri işaret etmesiyle ilgili. 

Gerçekten de yazar, iletişim bilimci David Hendy, hemen Giriş bölümünün başında gürültü kavramını hiç de müziğin merkezi bir yere sahip olmadığını, son derece esnek bir anlamda kullandığını açıklıyor:

“...sadece müziği ve konuşmayı değil, aynı zamanda yankıları, şarkı söylemeyi, davul vuruşlarını, çanları, gök gürültüsünü, silah seslerini, kalabalıkların gürültüsünü, insan bedeninden çıkan gurultuları, kahkahayı, sessizliği, kulak misafirliklerini, mekanik sesleri, gürültücü komuşuları, müzikal kayıtları, radyoyu; aslında sesin ve dinlemenin daha geniş dünyasını oluşturan hemen her şeyi kapsar.” (Hendy 2014: 12-13)

Ancak kitap sadece sese dair de bir kitap değil. Bu anlamda sessizliğin de gürültüye dahil edilmesi oldukça kışkırtıcı. Oysa sessizlik bırakın gürültüyü müziğin bile önemli bileşenlerinden birisi. Herhangi bir müzik icrası sadece sesleri değil bu sesler arasındaki sessizlikleri de sesler kadar yoğun bir biçimde içerir. Avrupa sanat müziği notasyonunda bu sessizlikler için “es” kavramı ve ilgili işareti kullanılır. Geleneksel Japon saray müziği pratiği olan gagakuda ise bu sessizlikler için ma kavramı kullanılır ve Avrupa’dakinden oldukça farklı bir anlamı vardır: Bir müzik icrasının sona ermesinden, bir sonraki icraya kadar süren “boşluk” –bu saatler veya günler sürebilir- için de ma kavramı kullanılır.

Sonuç olarak sessizlik, kitapta en az ses kadar önemli bir yer tutuyor. Yazar da sessizliğin gürültüye dahil edilmesinin kışkırtıcı olduğunu bilerek, kitabın temel amacını da sessizlik, yani “suküt” kavramı üzerinden açıklıyor (ibid. 13):

Suküt altın da olabilir, baskıcı bir durum da. Tıpkı kölelik tarihinin veya fabrika sahipleriyle işçiler arasındaki ilişki tarihinin bize gösterdiği gibi, sessizliğin zoraki mi yoksa gönüllü mü olduğu dünyalar kadar fark yaratır. O nedenle bu kitap aslında sesin, insanlık tarihindeki dram ve mücadelelerin bir bölümünü nasıl yeni ve, umarım ki, aydınlatıcı bir şekilde anlamamıza yardımcı olabileceği hakkında.”

Diğer yandan, kitabın özgün İngilizce baskısının başlığında yer alan ancak Türkçe çeviride kullanılmayan ve kitabın içeriğine dair en önemli boyutu işaret eden bir kavram daha var: “dinlemek”. Elbette yayıncılık açısından çeviri kitaplar için bu tür tercihler anlaşılabilirdir. Kitap adının tam çevirisi bu yazının başlığında yer alıyor. Bu anlamda sessizlik de en az ses kadar bizim duyduğumuz ve dinlediğimiz bir şeydir.

Sonuç olarak kitap, her ne kadar yazar bir Marksist olmasa da, tarih öncesinden modern dönemlere dek gürültünün toplumsal anlamını bir anlamda sınıf mücadeleleri tarihi üzerinden tartışıyor diyebiliriz. Böylece ilk insanların mağaradaki yaşamlarından günümüze ve her ne kadar farklı kültürlerden örnekler verse de özellikle Avrupa ve ABD’nin tarihi üzerinden gürültünün izlerini sürüyor.

Mağaralardaki yankılar kadar steteskopun icadında şarap fıçılarından çıkan sesleri dinlemenin oynadığı rol, Roma arenalarında yöneten ve yönetilenlerin çıkardıkları seslerin sembolize ettiği iktidar savaşlarına, kapitalizmin gelişimiyle birlikte kent yaşamını kuşatan tüm sesler ve sessizlikler ve bunların her sınıftan insanlar tarafından gündelik yaşamda nasıl tecrübe edildiğine dair ayrıntılı bir tarih sunuyor kitap bize.

Kitabı oluşturan toplam 30 bölüm yazarın aynı konuda 2013 yılında BBC Radyo 4’te yaptığı 30 programa karşılık geliyor. Bu anlamda kitap kesinlikle uzmanlar için değil bir radyo programının geniş dinler kitlesini oluşturabilecek genel bir okuyucu kitlesi için yazılmış. Ancak bu kesinlikle kitabın derinlikli ve çok geniş bir yelpazedeki disiplinlerdeki araştırmalardan yararlanan bir çabanın sonucu olmadığı ve bu anlamda uzmanların hiç ilgisini çekmeyeceği anlamına gelmiyor.


KÜNYE: Gürültü: Sesin Beşeri Tarihi, David Handy, Çeviri: Çiğdem Çıdamlı, Kolektif Kitap, 2014, 320 sayfa.

DAHA FAZLA