Gürer Mut yazdı: Kolombiya’da barışa uzanan netameli yol

Gürer Mut yazdı: Kolombiya’da barışa uzanan netameli yol

Pazar günü yapılan referandum oylamasında 'hayır' çıkması birçok insanı şaşırttı. Kimi yazarlara göre, kırsal kesimin seçime katılmaması nedeniyle bu kadar düşük geçti. Fakat bu düşündüğümüzün tam ters de olabilir. FARC, titizlikle sürdürdüğü görüşmelerde iktidara alenen “Referanduma katılmayan yüzde 63’luk bir toplamla başından itibaren iktidar zaten benim!” mesajını da veriyor olabilir. FARC, Kolombiya'da yarım asır süren mücadelesinin ardından iktidarı almayı başarırsa, kıtaya yeni bir soluk getirebilir. 

Latin Amerika'nın en uzun savaşı olan, Kolombiya hükümeti ile Marksist gerilla örgütü FARC arasındaki 52 yıllık savaşın sona ermesi için imzalar atıldı. 1960'lardan itibaren 220 binden fazla insanın yaşamını yitirmesine, 6 milyonu aşkın insanın evinden olmasına neden olan savaşın son bulmasına şahit olabiliriz. 

Yarım asırdır devam eden mücadele tarihinin öne çıkan noktaları, çatışma süreçleri, Kolombiya’nın ekonomik ve siyasal dışa bağımlılığı ve son olarak barış sürecinin gelişim aşamasının neler olduğuna yakından bakmak gerekmektedir. Özellikle iktidar alternatifini elinde tutan bir örgütün gelişim sürecine yakından bakmak süreci incelerken oldukça faydalı olacaktır. 

FARC’IN TARİHSEL SÜRECİNİ HATIRLARKEN...

Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri’nin (FARC) tarihsel gelişimi Latin Amerika’daki birçok hareketin tarihinden daha eskilere dayanır. 1948 yılında Liberal Parti lideri Gaitan’ın bir suikast sonucu öldürülmesiyle Liberal Parti ve Muhafazakâr Parti yanlıları arasında başlayan savaş ülke geneline yayılır. Kolombiya tarihinde “La Violencia” (Şiddet) dönemi olarak adlandırılan iç savaş döneminde Kolombiya Komünist Parti (PCC) ve diğer sol örgütler yoksul köylüler arasında güç kazanmaya başlar. 1930’da kurulan Komünist Parti 300 bin kişinin hayatını kaybettiği bu dönemde toplumsal desteği arkasına alarak, başta köyler olmak üzere kentlerde geniş eylemliliklere geçer. Bu gelişmelerin ardından, gelişen sosyalist harekete karşı uzlaşma kararı alan Liberal Parti ve Muhafazakâr Parti, köylülere kendi kontrollerindeki tarım alanları oluşturma ve devlet destekli toprak sahiplerinin saldırılarına karşı 'öz savunmalarını' geliştirme çağrısı yapan Komünist Parti’ye karşı saldırıya geçer. 

1950’li yıllara gelindiğinde, gelişen kapitalist ilişkilerin ülke genelinde yaygınlaşması üzerine Komünist Parti, “bağımsız köylü topluluklarının” komünal yaşam tarzını benimsemesini sağlamıştır. Burjuva düzenin yanı başında alternatif bir yaşam ve yönetim tarzı oluşturan PCC ilk kez 1964'te Tolima eyaletinde organize bir yapı olan, Marquetalia Cumhuriyeti olarak da adlandırılan, bir komünal alan oluşturma kararı alır. Kolombiya’da sınıf bilinci, kendini, burjuvazi karşısında yeniden ve yeniden üretmektedir. Bunu sistem için büyük bir tehdit olarak algılayan iktidar, ordu güçlerini bu bölgede yaşayanların üzerine gönderir. Küçük toprak sahiplerini, köylüleri, kır işçilerini ve diğer yarı-proleter kitleleri hedef alan devlet şiddeti, örgütlü bir tepkiyle karşılaşır. Bu saldırıya karşı çıkan, çatışmalar sonrası hayatta kalıp ormanlık alanlara çekilen bir grup Komünist Parti mensubu silahlı mücadeleye yönelme kararı alır. Bu da Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia’nın (FARC) oluşumunu sağlamıştır. Komünist Parti Otonom bölgesel topluluklar olarak varolmaya çalışan toplulukları diğer bölgelere doğru genişleterek, ‘saldırgan merkezi hükümete karşı koymaya ve yerel kontrole’ dayalı, bozulmamış, istikrarlı bir toplum kurmayı amaçlamıştır. 

1964’e gelindiğindeyse bu grupların sayısı 16’ya yükselmiş, hareket, büyük toprak sahipleri, devlet ve hatta ABD’nin jeopolitik çıkarları açısından büyük bir tehdit haline gelmiştir. Küba devriminin ağır yenilgisini ve Soğuk savaşın baskısını hisseden ABD, Latin Amerika’da adeta bir tür varlık savaşına girişmiştir. 1964 yılının Mayıs ayında, ABD’nin Latin Amerika Güvenlik Operasyonu Planı çerçevesinde Kolombiya ve ABD güçleri Marquetalia bölgesine karşı kontr-gerilla operasyonlar başlatılır. 27 Mayıs 1964’te başlatılan geniş saldırılara göğüs geren örgüt bu süreçte sadece varlığını korumakla kalmamış, ülke çapındaki etki alanını genişletmiştir. Bu yüzden 27 Mayıs 1964’ü kuruluş yıldönümü olarak kabul eden örgüt, en yoğun saldırı döneminde yaptığı İkinci Konferans’ında Halk Ordusu “EP” (Ejercito del Pueblo) ekini alarak FARC-EP’yi resmen kurmuştur. Konferansta tüm direnen otonom unsurları birleştiren FARC-EP düzenli orduya geçerek, Yirmi beş üyeli Merkez Komiteyi yöneten ve yedi kişiden oluşan Merkez Komite Sekretaryasını (Manual Marulanda Velez, Raul Reyes, Timoleon Jimenez, Ivan Marquez, Jorge Briceno, Alfonso Cano ve Ivan Rios) seçmiştir. Kolombiya genelinde yedi bölgeye (Doğu, Batı, Güney, Merkez, Orta Magdalena, Karayip ve Cesar) yerleşen örgüt, bu bölgelerin her birinde bir dizi cephe oluşturmuştur. 2002 yılına gelindiğinde FARC-EP’nin ülke çapında 105 cephe bulunduğu kabul edilir.

‘ULUSAL YURTSEVERLER KONSEYİ’ DENEYİMİ

1970 ve 80’ler FARC-EP’ye yönelik paramiliter şiddetin ve halka yönelik iğrenç katliamların yoğunlaştığı bir dönemdir. Fakat bu bile örgütün genişlemesini engelleyememiş, aksine FARC’ın kitle desteği gün geçtikçe artmıştır. 1980 yılında örgüt topraklarını terk etmek zorunda kalan 4 milyon köylü, yerli ve Afro-Kolombiyalıyı yeniden evlerine ve topraklarına kavuşturmak için Halk Meclislerini (Ulusal Yurtseverler Konseyi) kurma kararı aldı. 

Halk Meclislerinde devletin ve ABD’nin paralı paramiliter gruplarına karşı ulusal egemenliğini kazanmayı amaçlayan örgüt, ilk legal partisi Yurtsever Birlik’i kurmuş oldu. Seçim döneminde aday gösterdiği çok sayıda yerel ve ulusal yönetici ve liderleri, kongre üyeleri ve üç başkan adayı olmak üzere partinin 5 bin üyesi devlet terörü sonucunda katledildi. Bu adım partinin ilk legal siyaset denemesidir ve alınan sonuç önemli dersler barındırır. Yaşanan katliamların ardından örgüt tekrar kırsala ve gerilla mücadelesine döndü. Bu saldırının ardından örgütün ideolojisinde köklü değişimler oldu. Önceleri gerillanın karakterini ağırlıkla askeri operasyonlara karşı savunmacı bir yapıdaydı. Bu saldırının ardından örgüt “taarruza dayalı bir gerilla hareketine” geçilmesi kararını verdi. 

90’lara gelindiğinde zamanın başkanı Andrés Pastrana askerden arındırılmış bölgede günümüzdekine benzer bir uzlaşı içine girmeye çalıştı. FARC açık forumlar topladı, devleti demokratikleştirecek toplumsal ve siyasi reformlar için politika alternatiflerini ele aldı ve özel mülkiyete karşı stratejik ekonomik sektörlerin “sivil toplum”daki muhtelif sektörlerle birlikte kamusal mülkiyete alınmasını tartıştı. Fakat ABD Başkanı Clinton ve daha sonra Bush yönetiminin baskısına dayanamayan Pastrana, müzakereleri sona erdirme ve çatışama sürecini yeniden açmaya karar verdi. Bu açıdan Kolombiya’da barış sözcüğü, burjuvazinin ve emperyalizmin iki dudağı arasındadır. 

PCC’DE AYRIŞMA 

Kolombiya Komünist Partisi’nin (PCC) silahlı kolu FARC-EP için 90’lar örgütsel dönüşümün yılı olarak görülmelidir. 1930’da kurulan Kolombiya Komünist partisi, legal siyaset alanının tekrar denenmesi ve silahlı mücadeleye son verilmesi gerektiği tartışması üzerinden ikiye bölündü. FARC-EP’nin kurucusu Pedro Antonio Marín Marín’in ve örgütün gerek siyasal, gerek örgütsel lideri konumundaki 2. ismi Guillermo León Sáenz’in bulunduğu kanat, 80’li yıllarda yaşanan deneyimin ardından, silahlı mücadelenin nesnel şartlar altında son verilmesine yanaşmıyorlardı. 

1993 yılında PCC’de yaşanan ayrışmanın sonrasında ancak 7 yıl sonra hazırlıkları tamamlanan Gizli Kolombiya Komünist Partisi (PCCC) kurulacaktır. Ayrışmanın ardından, yeniden organize olan örgüt 1997 yılında 1050 yerel yönetimin 622’sinde maddi varlık gösterdiği görülür. Öyle ki, 1999’da, FARC-EP’in gücü ülkenin yüzde 60’ından fazlasına yayılmış, üç yıl içinde de ise, yüzde 93’ünde varlık gösterdiği hesaplanmıştır. FARC-EP’in Kolombiya’daki bütün yerel yönetimlerde varolduğunu bilmek gerekiyor. Bazı bölgelerde sadece az sayıda gerilla varlığı bulunurken; bazı bölgeler okullar, tıbbi hizmetler, halk mahkemeleri vs. ile resmen FARC-EP tarafından idare edilen bölgeler bulunmaktadır. Durum böyle olduğunda kır kökenli Kolombiyalıların, korunma ve dayanışma için FARC-EP denetimindeki yerleşimlere göç ettiği göze çarpıyor. 1998-2002 yılları arasında yapılan barış görüşmelerinde ortaya çıkan tabloda, 20 binden fazla insanın örgütün denetimindeki Villa Nueva Kolombiya’ya göçtüğü anlaşılmıştır. Elbette bu göçler FARC’ın oluşturduğu güvenlik bölgeleri ve toplumsal temelli alternatif gelişim projeleri yaratma becerisi sayesinde gerçekleşmiştir. Bir örnek verecek olursak, FARC-EP denetimindeki askerden arındırılmış bölgeye (DMZ diye de adlandırılan bu bölge barış görüşmeleri sırasında kazanılmıştır) önceleri aşağı yukarı 100 bin civarındayken, bugün bu sayı 740 bini bulmuştur. 

Tüm bu veriler ışığında PCCC’nin 2007 yılında gerçekleştirdiği 9. Ulusal Konferans'ında Latin Amerika ülkelerinin tek bir cumhuriyet altında birleşmesine dair Bolivarcı ittifaka işaret edilmiştir.  "Büyük Vatan” sloganını etrafında, "İktidar ve anavatanın inşası için mücadelenin vazgeçilmez unsuru olan Gizli Komünist Parti’nin örgütlenmesi ve güçlendirilmesine ısrarla devam" şiarıyla yoluna devam eden FARC-EP, kurucusu Pedro Antonio Marín Marín’in 2008’de geçirdiği kalp krizi sonucunda ölümünün ardından, Guillermo León Sáenz’i örgütün başına getirmiştir. 

GUILLERMO LEON SAENZ’IN ÖNEMİ 

Guillermo León Sáenz örgütün gelmiş geçmiş en büyük lideridir. Örgütün beyni olarak görülen Sáenz teorik birikimi, FARC’ı askeri olarak, politik olarak ve örgütsel düzlemde yeniden inşa etmesi açısından oldukça önemli bir isimdir. Alvaro Uribe’nin 2002 yılında ‘asileri bozguna uğratma’ vaadiyle iktidara gelmesiyle birlikte özellikle Sáenz’a yönelik saldırılar artmıştır. Açıktan ABD desteğini alan ve Ağustos 2002’de Kolombiya devlet başkanı seçilen Uribe iktidarı Kolombiya’nın en kanlı çatışmaların yaşandığı dönem olarak tarihe geçti. 

Sáenz’ın 2005 yılında paramiliter çetelere karşı aldığı taktiksel zaferler sonucunda FARC-EP sadece kendi varlığını ve destek tabanını muhafaza etmekle kalmamış, dünyanın en vahşi ve güçlü askeri kuvvetlerinin saldırılarına rağmen büyümeyi de başarmıştı. 2008 yılı örgüt için yine çok sert geçse de, örgüt her seferinde Sáenz’ın önderliğinde yeniden organize olmayı başardı. Fakat Washington’ın kâhyası konumundan memnunluk duyan Uribe’nin inatla Guillermo’nun saf dışı bırakılması 2011 yılında gerçekleşti. Devlet eliyle düzenlenen geniş operasyon sonrasında Guillermo León Sáenz fakat örgüt yine yok edilemedi. 

‘PLAN KOLOMBİYA’

Alvaro Uribe belki de Kolombiya’nın bugüne kadar başına gelmiş en belalı devlet başkanıdır. Seçim sürecinde ülkedeki muhalifleri her gün katleden ve uyuşturucu ticaretinin bekçiliğini yapan Uribe, kendi partisi Demokratik Merkez partisi adaylarının desteklenmemesi halinde, bölgede kitlesel bir katliam yapacağının tehdidinde bulunmaktan çekinmedi. Bölgelerde bulunan herhangi bir muhalif unsurun seçim çalışma yapmasını da imkânsız hale getiren Uribe, muhalif bir aday adına çalışma yapan kişileri ise emrindeki paramiliter oluşumlar aracılığıyla işkencelerde yok ediyordu. Uribe’nin 2002’de kazandığı “seçim zaferi” 11 Eylül sürecine denk geldiğinden, Uribe, Kolombiya’da terörü bitirmek için Bush hükümetinin maddi ve manevi yardımına başvurdu. Bunun ardından ABD hükümeti, ülkeye “Plan Kolombiya” kapsamında 5.5 milyar dolar tutarında askeri ve nakdi yardımda bulundu. 

Plan Kolombiya adıyla anılan kapsamlı strateji, Kolombiya’nın içindeki muhalif unsurlara karşı topyekûn savaşmaya hazır bir silahlı kuvvet yaratmayı hedefliyordu. Bu plan kapsamında 7 yıl içinde Kolombiya’ya, ABD’li 1500 askeri danışman, özel kuvvetler personeli, düzinelerce İsrailli komando, 2 bin paralı asker ve 200 bin kişilik güçlü Kolombiya ordusuyla yakın ilişki içinde çalışan 10 binden fazla paramiliter çete bir araya getirilmiştir. Plan Kolombiya projesi dâhilinde yeniden yapılandırılan Kolombiya ordusu, başta Pentagon olmak üzere kapitalizmin Latin Amerika’daki silahtarlığını yapmak için yeniden biçimlendirildi. 

Ayrıca Uribe Kolombiya’daki kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi, gümrük duvarlarının kaldırılması ve işçi sendikalarının bastırılması yoluyla liberal modeli Kolombiya’ya uyarladı. Uribe fazla mesai ücretlerinin düşürülmesini, emeklilik yaşının üçte bir oranında artırılmasını ve kamu işçilerinin ücretlerinde yüzde 33 oranında kesinti yapılmasını savunmuştu. 2008 yılının Mart ayında Uribe, bütün ilerici ve solcu öznelere karşı kanlı saldırılar başlattı. İlk kez, güçlü biçimde organize edilen “devlet terörü karşıtı yürüyüş” öncesinde, yüzlerce örgütçü ve aktivist tehdit edildi, işkenceye maruz kaldı, izlendi, ve “FARC’ı desteklemek”le suçlandı. Yürüyüşü örgütleyen dört lider çeteler tarafından öldürüldü. Buna rağmen sokakları dolduran Kolombiya’ın başlıca sendikası, CUT (Kolombiya İşçileri Konfederasyonu); banka çalışanları sendikası başkanı, öğretmen sendikası lideri, CUT’un eğitim iş kolu başkanı ve pedagoji enstitüsünde bir araştırmacı çeşitli suikastlara kurban gitti. Ve bu katliamların çok büyük oranı “yanlışlık oldu” denilerek cezasız bırakıldı. Kolombiya’da bu koşullar altında buna rağmen güçlü bir sol muhalefet geleneği FARC-EP tarafından yaşatıldı. Peki, ama bugün ne değişti de, Kolombiya Devrimci Silahlı güçleri, Obama ile Kolombiya’yı ekonomik olarak tam anlamıyla bağımlı kılan serbest ticaret anlaşmasını imzalayan Juan Manuel Santos’la aynı masaya oturttu?

BARIŞ SÜRECİ

Dünya gözünü kulağını 52 yıldır süren Kolombiya’daki “Barış” sürecinin nasıl nihayete ereceğindeydi. Çatışmaları sürecini sonlandırmak için yürütülen müzakereler yıllarca tekrarlanan ve bir türlü sonuçlanmayan görüşmelere mi benzeyecekti? İki odak arasında geçtiğimiz haftalarda varılan görüşmeler Pazar günü halk oylamasına sunuldu ve bu sefer tarafların değil, küçük bir yüzdenin savaşın son bulmasına yanaşmadığını gördük. Kolombiya iki tarafın yarım asır süren mücadelesi nereden bakılırsa, yaklaşık 220 bin insanın yaşamını yitirmesine sahne olmuş ve 6 milyondan fazla kişinin doğduğu topraklardan kopmasına neden olmuştu. 

Yukarıda da bahsettiğim gibi devlet ile FARC arasındaki müzakere girişimi ilk değil. 1980'lerden bu yana çeşitli barış süreci denemeleri yaşansa da, 2011'de başlayan ve Ağustos 2012'de ise Devlet Başkanı Santos tarafından açılanan görüşmeler, 2012'den sonra görüşmeler kamuoyuna açık şekilde sürdü. Kamuoyunun yakından takip ettiği barış süreci büyük oranda FARC-EP’nin yöneliminin ve yıllardır süren taleplerinin kabulüyle bir noktaya getirilebildi. FARC-EP’nin yıllardır vazgeçmediği toprak reformu Barış görüşmelerinde kabul ettirmesi ardından diğer maddeler üzerinde kolaylıkla anlaşmaya varılan süreç, altı başlık üzerinden yürüdü. Toprak reformu, siyasete katılım, silahsızlanma, yasa dışı uyuşturucu sorununa çözüm, kurbanların hakları ve barış anlaşmasının uygulanması bir dizi maddeyi kapsayan anlaşma taraflar tarafından oldukça titiz bir şekilde tartışıldı. 

[ih2]

Olumlu geçen görüşmelerde başından beri iyi niyetini gösteren FARC tüm risklerine rağmen silahı ilk bırakan olarak, devlete masada oturmak ve legal siyaset alanına geçmek istediğini kanıtlamak için ilk adımı attı. 19 Kasım 2012'de gelen ateşkes kararının ardından, Kolombiya ordusu da örgüte yönelik operasyonlarını durdurduğunu açıkladı. 2012’den bu yana zaman zaman çatışmaların fitili ateşlense de, iki tarafta müzakere masasını bırakmadı. En sonunda Temmuz 2016'da çift taraflı ateşkes ilan edilerek tüm süreç masaya taşınmış oldu. Norveç'in başkenti Oslo'da yapılan ilk görüşmenin ardından taraflar daha sonra Küba'nın başkenti Havana'da bir araya gelerek, gözlemciler eşliğinde barış maddeleri üzerinde anlaşmaya vardı. Elbette Kolombiya devletinin bil fiil bağımlı olduğu ABD’nin barış sürecine yeşil ışık yakmasının ardından, müzakere masasının Kolombiya devleti tarafından devrilmemesine şaşmamak lazım. 

Peki ABD’nin bu adımının arka planında hangi hesaplar var? Özellikle son dönem Latin Amerika’da “halkçı iktidarların” birer birer etkinliklerini yitirmesinin ardından Kolombiya’daki en güçlü iktidar alternatifi FARC’ın önü bir şekilde siyaseten kesilebilir. Elbette bunun yöntemi ve biçiminin nasıl olacağı konusunda tahmin yürütmek kolay değil. Fakat şurası açık ki, artık silahlı mücadelenin iki taraf açısından da seçenek olmayacağının altını çizebiliriz. 

Kamuoyu yoklamalarında çıkan sonuçlara göre halkın büyük çoğunluğu silahların susmasına yeşil ışık yaktığı görülüyor. Fakat hala daha barışa karşı cephe alanlar ve devletin FARC karşısında oldukça ılımlı olduğunu düşünenler var. Bu cephenin başını tutan ise, elbette eski devlet başkanı Alvaro Uribe. FARC'ın sözünde durmayacağını belirten Uribe, örgüt mensuplarının idari bir ceza almadan kongreye girecek olmasına büyük tepki gösteriyor. Dolayısıyla bu durum İktidar partisi içinde büyük kriz dinamiklerinin olduğunu ortaya çıkartıyor. FARC ise süreçte geniş halk desteğini arkasına alarak iktidar alternatiflerini düşünüyor. Çünkü, masadan yıllardır talep ettiği maddeleri geçiren ve direnişin sonucunda devleti masaya oturtmak zorunda bıraktığını biliyor. Yaklaşık 7 bin gerillanın, önümüzdeki altı ay içerisinde silah bırakma sürecini tamamlamış olması ve Nisan 2017'ye kadar sivil hayata dönecek FARC gerillaları yıllardır örgütledikleri Halk Meclislerinde iktidarı almak için hummalı bir şekilde siyasal çalışmaya başlayacak. Dolayısıyla siyasi parti formu alacak olan FARC-EP (Gizli Kolombiya Komünist Partisi) 2018'de gerçekleştirilecek milletvekili seçimlerine katılacak. 

‘HALK OYLAMASI BARIŞA GEÇİT VERMEDİ’

Pazar günü yapılan referandum oylamasında ‘Evet’ oylarının yüzde 49.77 (6.373.332 oy); hayır oylarının ise yüzde 50.22 (6.424.604 oy) çıkması birçok insanı şaşırttı. Seçime katılan yüzde 37’lik oran kimi yazarlara göre, kırsal kesimin seçime katılmaması nedeniyle bu kadar düşük geçti. Fakat bu düşündüğümüzün tam ters de olabilir. Yani, FARC başından sonuna kadar titizlikle sürdürdüğü görüşmelerde iktidara alenen “Referanduma katılmayan yüzde 63’luk bir toplamla başından itibaren iktidar zaten benim!” mesajını da veriyor olabilir. Dolayısıyla referanduma katılan ve güç bela 6-7 milyon oy çıkartan bir yapının karşısında bir iktidar dinamiği yattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dahası eğer FARC, Kolombiya'da yarım asır süren mücadelesinin ardından iktidarı almayı başarabilirse, kıtaya yeni bir soluk getirebileceğini de akıllardan çıkartmamak gerekiyor. 

 

DAHA FAZLA