Gülünç Karanlık: Ahvâl-i âlem

Gülünç Karanlık: Ahvâl-i âlem

Seda Elhan, Joseph Conrad'ın "Karanlığın Kalbi" romanından ve Francis Ford Coppola'nın "Apocalypse Now" isimli filminden esinlenen Wolfram Lotz'un yazdığı “Gülünç Karanlık” oyununu değerlendirdi. Oyun, Bakırköy Belediye Tiyatroları tarafından 2015-2016 tiyatro sezonunda sahnelenmeye başladı.

Bakırköy Belediye Tiyatroları tarafından 2015-2016 tiyatro sezonunda sahnelenmeye başlayan “Gülünç Karanlık” oyunu, geçmişten günümüze süregelen sosyal, politik, ekonomik gelişmelere dair eleştirilerini cesurca dile getirirken, çağdaş bir metin ve yaratıcı rejisi ile Türkiye için sahne estetiğinin çıtasını yükseltiyor.
Almanya'nın genç kuşak oyun yazarlarından Wolfram Lotz'un 2014 yılında yazdığı, Joseph Conrad'ın "Karanlığın Kalbi" romanından ve Francis Ford Coppola'nın "Apocalypse Now" isimli filminden esinlenen oyun, Çağdaş Alman Tiyatrosu'nun önemli yönetmenleri arasında sayılan Nurkan Erpulat rejisi ile BBT oyuncuları tarafından sahneleniyor.

Oyun, eyalet mahkemesinde gerçekleşen bir savunma ile başlıyor, iki Alman askerin arayışı süresince batılı ve  “batılı olmayanlar”la karşılaşmaları ve onların öyküleri ile devam ediyor.

Oyunda geçmişten bugüne Batı’nın sömürge tarihi, Batı merkezli düşünce ve tarih yazımı, 'uygar batı' ve 'az gelişmiş doğu' meseleleri bugünün dinamikleri ile egemen/baskın dil gülünçleştirilerek ele alınıyor; içinde bulunduğumuz dönemin de karanlığı açıkça vurgulanıyor.

Yönetmenin yaklaşımı ile metin sahne üzerinde yeniden doğuyor; yeni bir dil buluyor kendine, oyun alanından uzanıp yakalıyor seyirciyi, sarsıyor, sallıyor, gıdıklıyor, güldürüyor ve güzel bir tokat atıyor.

Sahne temiz bir sayfa gibi başlıyor her şeyden önce. Oyun alanını kaplayan bembeyaz bir kâğıt, üzerinde beyaz sandalyeler, mikrofonlar, gitar, el arabası gibi çeşitli aksesuarlar… Oyuncuların sahnedeki sandalyelerine oturup bir süre seyircilerle aynı düzlemde kurdukları temastan sonra bir oyuncu kalkıyor, el arabasını alıyor, sahnenin ortasına geliyor, el arabasının içindeki çamuru sahnenin ortasına boşaltıyor ve başlıyor üzerinde devinirken kendi hikâyesini anlatmaya… Sonra hem bu çamur hem de diğer tüm aksesuarlar farklı şekillerde kullanılırken tüm oyun boyunca daha da artarak her yer çamur oluyor, kirleniyor, dağılıyor, karışıyor, yıpranıyor…

Seyircinin pirüpak bir noktadan başlatılmasından sonra sahnenin karmakarışık ve çamur içinde kaldığı bir tablo ile karşı karşıya bırakılması; kazananların yazdığı tarihin, “medeniyet”in izinde yaşananların ve insanlığın geldiği noktanın sahne dilinde gösterilmesine iyi bir örnek olarak çıkıyor karşımıza.  

Oyunun ritmi seyirciyi sürekli uyanık tutuyor; oyun içinde akış tam kırılıyorken başka bir yerden yeniden başka bir hikâye başlıyor, birbirlerini bütünde tamamlayan ama öznelde ayrı ayrı yaşamların hikâyeleri dramatik unsurların yanısıra, dans, müzik, şarkı ile de bütünleşerek ve oyun boyunca seyirci ile temas aktif tutularak dinamizmini hiç kaybetmeden aktarılıyor.

Oyun sırasında, yazarın bir noktada yazmayı bıraktığını, metin yazımı sırasında kendisiyle olan mücadelesini, kendisini eleştirmesini görüyoruz; yönetmenin bunu oyunculara da uyarlamasıyla onların da kendi alanlarını kullanarak benzer bir deneyimi yaşamalarına tanıklık ediyoruz. Ve seyirci olarak bize de bir alan açılıyor o sırada ve biz de aslında aynı sorgulamalarla yüzleşiyoruz birdenbire. Böylece yazar da, yönetmen de, oyuncular da ve hatta seyirciler de “beyaz adam”ın dünyasını eleştirirken kişisel eleştiriyi de unutmuyor.
Oyunda çarpıcı ve aklımızda yer eden pek çok şey var; çamurun içine bulanmış ve savunmasını yaparken gözleri ışıl ışıl parlayan Somalili korsandan tutun da,  bir papağan dünyanın nasıl bir yangın yerine dönüştüğüne dair cümleler kuruyorken, onu dinlediğini sandığımız adamın sadece papağanın konuşuyor olmasına takılıyor olması, yaşananları değil, papağanın konuşmasını inanılmaz buluyor olmasındaki duyarsızlığa kadar pek çok farklı an, duygu, düşünce var… Ve tabii, oyunda canlı söylenen Pearl Jam’in unutulmaz şarkısı “Do The Evolution”ın sözleri oyundaki de pek çok şeyi anlatmaya bedel; 

“Ben ileriyim insanım
Don giyen ilk memeliyim
Şehvetimle barışığım
Tanrı’ya inancımla güvendeyim,
Öyleyse öldürebilirim
Evrim bu bebeğim”

Savaş, terör, şiddet, yalan, faşizm yükselirken içinden çıkılmaz gibi, çamura batıp balçıkta debeleniyormuşuz gibi hissettiğimiz günümüzde, Nurkan Erpulat bu karanlığı bize sahne üzerinden hatırlatırken, oyunun ortasında kendinize gelin fiskesi atıp, finalinde ise üzerine örtülen karanlığı yırtıp aydınlığa uzanan el ile hala umut var demeyi de unutmuyor.

Çağdaş ve derdini iyi anlatan bir metin, iyi bir reji, birbirleriyle uyumlu ve son derece yetenekli oyuncular ve başarılı sahne arkası ekibiyle yaratıcı, çarpıcı, izlenesi, tebrik edilesi, cesur, sözünü sakınmayan bir oyun olarak karşımıza çıkan “Gülünç Karanlık” mutlaka izlenmeli.

(Gösterim tarihleri ve bilet bilgileri için Bakırköy Belediye Tiyatroları web sitesi ziyaret edilebilir.)

Ahvâl-i âlem: Dünyanın halleri, vaziyetleri, şartları

DAHA FAZLA