FKF'den OHAL paneli

FKF'den OHAL paneli

İstanbul Caddebostan Kültür Merkezi'nde Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) tarafından "OHAL Türkiyesi'nde Hukuk, Üniversite ve Kent" paneli düzenlendi.

İleri Haber

Yaklaşık 1,5 yıldır OHAL rejimiyle yaşanan Türkiye'de binlerce emekçinin KHK yoluyla kamudan ihraç edilmesi ve birçok hukuksuz uygulamanın da KHK yoluyla yasalaşmasının dışında, kolluk kuvvetleri toplumsal yaşamın bir rutini hâline getirildi. Bununla birlikte üniversitelerde, hukuk alanında ve kent alanındaki ihlallere, denetimsiz uygulamalara zemin hazırlandı.

OHAL Türkiye'sinde hukuk, üniversite ve kentin durumunu tartışmak üzere FKF tarafından Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Dr. Barkın Asal ve Yüksek Mimar Mücella Yapıcı'nın konuşmacı olduğu "OHAL Türkiyesi'nde Hukuk, Üniversite ve Kent" paneli Caddebostan Kültür Merkezi'nde düzenlendi.

Etkinliğe başlarken moderatör Ali Burak Yılmaz konuşmasında, Deniz Gezmiş'e "tarihimizin en büyük teröristi" diyenlere karşı asıl teröristin Sivas katliamını yapanların olduğunu belirterek "Denizlerden bize kalan görevi biz bitireceğiz!" sözlerini dile getirdi.

Mücella Yapıcı, konuşmasına Ekim Devrimi'nin 100. yılını selamlayarak başladı.

'SOVYETLERDEN SONRA SOSYALİST PLANLAMAYI KULLANAN İLK ÜLKE TÜRKİYE'DİR'

Sosyalist planlama anlayışı dünyada belki de ilk kez cumhuriyet döneminde kullanılmıştır. Sovyetler'den sonra sosyalist planlamayı kullanan ilk ülke Türkiye'dir. 50'ler sonrası özel sektörün yükselişiyle özellikle DP zamanında sanayinin yeni bir birikim sürecine girmesi seçilmiş ve Türkiye'deki neredeyse tüm sanayi kuruluşları Marmara Bölgesi'ne taşınmıştır. Marmara Bölgesi'nde ucuz iş gücü depolayarak özel sektörü güçlendirme politikaları uygulanmıştır.

68'lerde Deniz Gezmişler, Türkiye tarihindeki ilk kent direnişini gerçekleştirerek 1. Köprü'nün bir benzerini Hakkari'de Zap Suyu üzerinde yaptılar ve buna 'Devrimci Gençlik Köprüsü' adını verdiler.

1. Köprü konuşulduğunda bunun çözüm olmadığını, raylı tüp geçişinin gerektiğini savunuyorduk fakat dinlenmedi. 1970-80 arasında İstanbul'un dünya sermayesine satılmasını gözlemledik. 24 Ocak kararları alındığı andan itibaren İstanbul'da 2. Köprü, 3. Köprü, gökdelenler, İstanbul'un belli başlı aksları; bunlara ne yapılacağı planlanmıştı. Bunlar 12 Eylül'ün koruması altında yapıldı. İlk defa 80 darbesiyle alınan kararlarla birtakım turizmi teşvik yasaları çıktı.

'BÖYLESİ BİR DÖNEMİ HİÇ YAŞAMADIM'

İçinde bulunduğumuz OHAL ve o dönemdeki OHAL karşılaştırıldığında ikisi arasında büyük bir benzerlik vardır. O zamanlar ne üniversiteler, ne kamu kuruluşları bu kadar teslim olmuş ve sinmiş değildi. Bütün darbe dönemlerine tanık olmuş birisi olarak böylesi bir dönemi hiç yaşamadığımı söyleyebilirim.

'KENTİN KENDİSİ META HALİNE GELDİ'

80 darbesi neoliberal sistemin tüm anlayışlarını yerleştirdiği gibi kent anlayışını da yerleştirdi. Kentin kendisi bir hukuk alanıdır ve üretim ilişkileri belirler. Neoliberal sistemde ise kenti tüketim ilişkileri belirliyor. Şu an İstanbul'da uygulanan birçok karar 80 dönemi sonrası alınan kararlardır. 20.000-30.000 kişinin öldüğü, ciddi bir yıkımın yaşandığı 1999 depreminden sonra Türkiye'de Clinton'ın da katıldığı bir toplantı yapıldı, toplantının başlığı "Deprem ve Küresel Yatırım Fırsatları" idi. Bu çok can yakıcı bir şey.

'SERMAYENİN KRİZİ ÇOK DERİNLEŞTİ'

Sermayenin krizi çok derinleştiği için meslek odalarının, hukuk mekanizmalarının kendi önüne engel teşkil etmesine tahammülü yok. Bu sebeple 2001-2005 yılları arasındaki kalkınma planı raporlarında ülkenin küresel sermayeye açılmasını sağlayacak hukuki düzenlemelerin yapılması şerhi düşülmüştür. 3. Boğaz Köprüsü, 3. havalimanı İstanbul'un çevre düzeni planında yok. O kadar garip bir idare hukuku var ki bunlara hiçbir şey yapamıyorsunuz. 2010 referandumunun karşısında durmamızın sebebi başımıza gelecek olanı bildiğimizdendir.

'BİREBİR ÖRGÜTLENMELİYİZ'

Şu an küresel sermayenin faşizme ihtiyacı var. Bunun için de hukuku kullanıyor. Bu yaşadığımız sivil faşizmdir. Bundan kurtulmak için önce "dünya sona erir ama kapitalizm sona ermez" inancını değiştirmemiz gerekir. O kadar korkutulmuş bir hale geldik ki, medya ile o kadar yanlış bilgilendirme yapılıyor ki, bizim bu politikalara karşı bire bir örgütlenerek mücadele etmemiz gerekiyor. Bu konuda hep birlikte buradan nasıl çıkacağımıza dair önce tahayyüllerimizi kullanmamız lazım.

Barkın Asal ise konuşmasına, "Son 10 yıla bakarsak bizim üniversitelerimiz zaten toplumsallıktan uzaklaştırılmış biçimde bulunuyordu." diyerek başladı.Asal konuşmasına şu şekilde devam etti;

Son 10 yıla bakarsak bizim üniversitelerimiz zaten toplumsallıktan uzaklaştırılmış biçimde bulunuyordu.2016 ile yaşanan süreç bunun daha da derinleştirilmesidir. Bizler 12 Mart'ı öğrenci muhalefetine karşı yapılmış bir hamle olarak değerlendiriyoruz fakat bu bir yandan da üniversiteye yapılmış bir hamledir. Aydın kitlesine karşı ilk müdahale 12 Mart'ta gerçekleştirilmiştir.

'YÖKÜN KURULUŞU ÜNİVERSİTELERİ BİLİM YERİ OLMAKTAN ÇIKARDI'

YÖK'ün kuruluşuyla üniversitelerimizde bilimsel ortamın bir başka evrime doğru döndürüldüğü ve üniversitelerin meslek öğretilen yerler olması amacıyla hareket ettiği görülmüştür. 1970-90 arasında üniversite toplumsallığından arındırılmak için suikastlerle, saldırılarla öyle bir fiziksel baskıya maruz bırakılmıştır ki, bugünün temellerini o dönemde bulmak mümkündür.

'YAPACAK ÇOK İŞİMİZ VAR'

Bizim açımızdan sorun yeniden inşa problemidir. Kurucu fikirde birleştirmeye ihtiyacımız var. Üniversiteyi ne hale getireceğimize dair bir düşünceye ihtiyacımız var. İşimiz çok zor ama öncelikle OHAL'in kaldırılması gerekiyor ve bütün mücadelemizi de öncelikle bunun için vermemiz gerekiyor. Üniversitelerin ve eğitimin düzeltilmesi için yapacak çok şey var, çok işimiz var. Ama önce şu OHAL'i kaldırmamız lazım.

 

 Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ise sözlerine "OHAL'in 3. dönemini yaşıyoruz" diyerek başladı. 

OHAL, 2015 yılında iki koldan başladı. İlk olarak Güneydoğu illerinde sokağa çıkma yasağı ilan edilen illerde, ikinci olarak da iç güvenlik yasası ile tüm Türkiye'de fiili olarak bir olağanüstü hal ilan edilmiş idi.

'SURUÇ VE ANKARA DİĞERLERİNDEN FARKLI'

Suruç ile Ankara Garı katliamının diğerlerinden farkı şudur: Yapılmak istenen etkinlikler belirli ve bilinen merkezde fakat önlem alınmıyor. Terörizmin tanımına uygun bir terör saldırısı değil. Bu nedenle bana göre bu katliamda yaşamını yitirenlere terör saldırısında öldürüldüler denmesi yanlıştır. 6638 sayılı kanun yürürlüktedir fakat bu kanun, saldırıların önlenmesi için kullanılacağına garda ölenlerin yakınlarının yasını tutmasını önlemek üzere kullanıldı.

'BU OHAL SEÇİMLERİ KAZANMA OHALİDİR'

MHP başkanı Devlet Bahçeli "Cumhurbaşkanı fiili başkan olarak davranıyor. Ya cumhurbaşkanı böyle davranmayı bıraksın ya da bu fiili durum derhal hukukileştirilsin" dedi, bunun üzerine anayasa değişikliği referundumu gündeme geldi. OHAL 16 Nisan için kullanıldı. Tayyip Erdoğan "Biz evet desteğini %30'dan %51.04' çıkardık" dedi. OHAL bizler için kullanıldı, AKP'ye muhalif olan kesimler için kullanıldı. 16 Nisan'da kıl payı kazanmaları hem onlara zafer sağladı hem de bir tür uyarı niteliğinde oldu. Bu OHAL, 2019 veya öncesi yapılacak olan seçimleri kazanma OHAL'idir.

'BİZİM YAŞADIĞIMIZ ŞEY İHRAÇ DEĞİLDİR'

Ben atıldık, ihraç edildik demiyorum; çünkü ilgili kararnamenin öngörmediği, çok geniş alanlara yayılan yaptırımlara maruz kaldık. Dünyanın hiçbir kurumunda bilimsel araştırma hakkımızı kullanamıyoruz. Bunun dışında yaptırımlar ailenizi de etkiliyor. Onlar da yaptırımın kahrını çekiyor. Bu sebeple atıldı, ihraç edildi, görevden alma tabirleri indirgeyicidir, bizim yaşadığımız şey basit bir ihraç değildir. Bu sebeple ek KHK listesinde adı yer aldı ifadesini kullanıyorum. Barış bildirisine rıza göstermek, barışı talep etmek, ifade özgürlüğü ile ilgili bir durumdur. TCK madde 54 uygulansın deniyor ve bu maddede açık açık "yurttaşlık haklarından men edilme" durumu söz konusu. Bu eğer sesini çıkarırsan seni olası seçimlerde saf dışı bırakırım demek, bunu yaparsam seçimleri güvence altına alırım demek oluyor. Eğer seçimleri kazanırlarsa 4. OHAL dönemine girmiş olacağız.

'OLAN BİTENİ KAVRAYALIM VE ÖRGÜTLENELİM'

Anayasal bilgilenme hakkı kapsamında anayasa demokrasi diyalektiğini düşünerek İstanbul dışındaki davetlere katılmaya önem gösteriyorum. 2019 seçimleri için ne yapmalıyız sorusuna gelindiğinde, 2019'a doğru olan biteni çok iyi kavrayalım ve bilgilendirme ağını geliştirelim, örgütlenelim. Eğer 16 Nisan'da oylanan metin seçmenlere sunulabilseydi daha yüksek bir hayır çıkacaktı ve bunu bu dönemde anlatmak gerekiyor. Referandumda kemikleşmiş kitle dışında evet diyenler, anayasal bilgilenme hakkını kullanamadığı için evet dediler. Eğer biz oylanan metni çıplak haliyle tartışabilseydik hayır çıkardı.

İçinde bulunduğumuz tarihsel koşulları iyi niteleyelim, iyi betimleyelim. Bugün yaşadığımız durumun vahametini azaltacak kavramları kullanmayalım; faşizm diyerek yaşadıklarımızın vahametini hafifletmeyelim. Kapitalizm, neoliberalizm dersek bir asgari hukuk düzeni varsayıyoruz, bizde böyle bir asgari sistem yok.