‘En kuvvetli romancı benim’

 ‘En kuvvetli romancı benim’

Kitap, yalnız Suat Derviş’i tanımanıza yol açmayacak; II. Meşrutiyeti, onu henüz 4 yaşında karşılamış bir çocuk gözüyle izlemenize, 1930’lu yılların Almanya, Sovyetler Birliği, Avrupa ve İran havasını da başka kitaplarda belki bulamayacağınız tatta ciğerlerinize çekmenize yardımcı olacak.

“Adım: Suat Derviş

Doğum tarihim: 1905

Doğduğum yer: İstanbul

Babam: Avrupa’ya ilk tahsile giden altı Türk gencinden biri olan ve sonradan Türk darülfünunun kurucuları arasında bulunan Kimya müderrisi Müşir Derviş Paşa’nın oğlu; İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi profesörlerinden Doktor İsmail Derviş Bey.

Annem: Abdülaziz’in Mızıka-yı Hümâyun orkestra şefi ve sonra mabeyincisi Kâmil Bey’in kızı Hesna Hanım.

(…)” (sf. 243)

Yukarıdaki satırlar, Edebiyatımızdaki İsimler Sözlüğü adlı kitabın ilk üç baskısında Suat Derviş’in adının olmadığını fark eden ve bu vesileyle Suat Derviş’ten öz geçmiş isteyen Behçet Necatigil’e yazılmış mektuptan…

Ben de kitabı tanıtmaya tam da buradan başlamak istedim. Kitaplarının 16 ayrı dilde çevirileri yapılmış, romanı Ankara Mahpusu, Fransız eleştirmenleri tarafından Nobelli yazar İvo Andriç’in kitabı Dirina Köprüsü’nden çok daha başarılı bulunmuş. Fransızca basılan ilk Türk romanının (Ankara Mahpusu) yazarı Suat Derviş nasıl olur da bu kadar az bilinir? Bunda kadın ve solcu bir yazar oluşunun sistemin onu görmezden gelmesinde payı büyük bunu anlıyorum fakat bizler nasıl bu kadar ihmal etmişiz anlaşılması oldukça güç gerçekten.

Bu kitap ve naçizane bu yazının aynı zamanda buna karşı da bir dürtme etkisi uyandırmasını umut ederim. Hatta sonda söyleyeceğimi de başta söylemek isterim, ben kitabı okuduğuma çok sevindim ve herkesin de okumasını öneririm. Zira kitap, yalnız Suat Derviş’i tanımanıza yol açmayacak; II. Meşrutiyeti henüz 4 yaşında karşılamış bir çocuk gözüyle izlemenize, 1930’lu yılların Almanya, Sovyetler Birliği, Avrupa ve İran havasını da başka kitaplarda belki bulamayacağınız tatta ciğerlerinize çekmenize yardımcı olacak.

Suat Derviş: Anılar, Paramparça kitabından söz ediyorum deminden beri. Serdar Soydan yayına hazırlamış kitabı ve İthaki Yayınları da Aralık ayı başında basmış. Çok da iyi etmiş. Kitap derli toplu bir anı ya da biyografi kitabı değil. Ana olarak, Suat Derviş’in doğrudan kendi kaleminden ve röportajlarından derlenmiş yazılar ve yeğeni Bülent Dervişoğlu’nun aile tarihini detaylıca anlattığı iki bölümden oluşuyor; ama, Suat Derviş’in yazıları da üç başlık altında gruplanabilir. Otobiyografisini yazmak üzere “Hayatımı Anlatıyorum: Çocukluğum, Meslek Hayatım, Çektiklerim” adıyla başladığı fakat çocukluğundan öteye götüremediği ilk bölüm; Dünya edebiyatına adını duyurduğu 1930-33 yıllarında Almanya’da sadece kalemiyle para kazandığı, belli bir üne kavuştuğu, babasını kanserden kaybettikten sonra ülkeye dönmek zorunda kaldığı ve 1939 yılında Son Posta gazetesinde tefrika edilen anıları ikinci bölüm; yine Son Posta’da 1936’da Montrö (Boğazlar Anlaşması olarak bilinen bu toplantıya katılan tek Türk kadın gazetecidir); ve Tan gazetesinde 1937’de Sovyetler Birliği ve Tahran’a gazeteci olarak gittiği gezilerinin anlatıldığı üçüncü bölüm.

Mutlu, maddi açıdan da oldukça rahat bir çocukluk geçirir Suat Derviş. Babası ve hatta annesi İttihat ve Terakki’nin önemli üyelerindendir ve bu nedenle çocukluğuna ait ilk anısı 31 Mart Olayları’dır. Evleri kurşunlanmış ve kaçmak zorunda kalmışlardır. Travmatik bu anı belki de onun hep aydınlanmadan yana olan duruşunun da temelini oluşturmuştur.

Bu anıları, Rasih Nuri İleri’nin dediğine göre iki üç kez başlamasına rağmen 10 yaşlarından ileriye götüremediği için 25 yaşına kadar neler yaşadığını pek de bilemiyoruz. 1930’da çok sevdiği ablası Hamiyet Derviş’le daha önce müzik okumak üzere geldiği ve yazarlığa daha büyük sevgi duyduğu için üniversiteyi bitirmeden döndüğü Berlin’den başlıyor yeniden anlatmaya. İlk yazısı kendinin haberi olmadan aile dostları Nazım Hikmet’in dahliyle 13 yaşında yayınlanan, 16 yaşında roman yazma cesareti gösteren Suat Derviş’in Berlin’e kendi deyimiyle “beynelmilel” bir yazar olmak amacıyla gelmesi ve bunu başarması gerçekten saygıya değer. Fakat müthiş bir sevgi ve saygıyla bağlı olduğu babasının hastalığı ve ölümü bu sürecin çok daha verimli geçmesine engel olur. Sonunda Hitler’in yükselişi ve iktidarı almasıyla yurda dönmek durumunda kalır.

Yurda dönmesi onun düşünsel hayatında önemli değişimler yaratır. Gazeteciliğe başlar ve kendi değerlendirmesiyle gazetecilik ona çok şey öğretir. Taktirle karşıladığı Cumhuriyete rağmen eşitsizliklere, yoksulların ezilmesine, kadının arka planda kalmasına tahammül edemez. Marksizmle tanışır. Baskı görür, cezaevlerinde yatar. Sanatsal olarak da çok daha fazla olgunlaşır. Hatta Naci Sadullah’a verdiği röportajda Türk romanı üzerine sorduğu bir soruya karşılık şöyle der Suat Derviş:

O halde bence, meşrutiyetten sonra gelmiş romancılarımızın en kuvvetlisi Suat Derviş’tir! (…) ilk romanını on altı yaşında bastırdı. Bunun mesuliyeti, o on altı yaşındaki kızcağızda değil, o çocukça yazıları cazip kapaklar içinde basanlarda idi. Onlar o kadar kabahatlidir ki (…) kızcağız daha on sekiz yaşındayken kendisini adam olmuş sandı. Fakat sen onun bu son senelerde yazdıklarını okudun mu? Büyüyüp aklını başına aldıktan ve etrafındakileri kendi gözleriyle görmeye ve kendi tenkit kabiliyetiyle tetkike başladıktan sonra yazdıklarını? " (sf. 237)

Suat Derviş’in Sovyetler Birliği izlenimlerini anlattığı kısım ayrıca okunmaya değer. 20 yıllık Sovyet devriminin yarattıkları göğsümü bir kez daha kabartmaya yetti. Kendisinin merakı nedeniyle özellikle çocuk ve kadın için yapılanları hayretle, gıptayla okuduğum satırlar oldu. Moskova’daki 1 Mayıs’a hazırlanma süreci beni sonsuz derecede etkiledi. Sosyalizmin insanın yarattığı en insani en güvenli sistem olduğuna dair iddiamı perçinledi. “Moskova Mahkemeleri Reisi Smirnov”un şu sözlerini aktarmak isterim:

1932’den bugüne kadar tutulan istatistiklere göre cürümler %65 eksilmiştir. Biz daima Sovyet Birliği’nin 20 yaşında olduğunu söyleriz. Bu bir hatadır. (…) ilk on sene dahili harplerle geçti. On senedir normal bir hayat yaşıyoruz. Eğer bize daha on beş sene rahat yaşamak imkanı verirlerse, harbsiz, gürültüsüz, patırtısız… O zaman…” (sf. 199)

Fakat ne yazık ki 1941’de Hitler saldırısıyla tarihin en büyük kayıplarını veren Sovyetler’e bu imkan tanınmayacaktı.

Bülent Dervişoğlu’nun eklediği son bölüm Suat Derviş’ten çok Derviş ailesinin tarihini anlatmakta, kitabın bu bölümünden ise Osmanlı aydınlanma tarihi ve aydın yaklaşımı açısından çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim.

Tanıtmaya karar verdiğim her kitapta başıma gelen bunda da geldi: Tanıtımda söz etmek üzere bir sürü notlar aldım, fakat bunların azını dile getirebildim. Bir kitap tanıtımından beklenenden fazlasını yazmamak için yine bir sürü notum kendi okuma deneyimim olarak bana kaldı. Velhasıl başta da söylediğimi tekrar ederek okuduğunuz için memnun olacağınız bir kitap Suat Derviş: Anılar, Paramparça. Okumakla kalmayıp öneriniz derim ben.


KÜNYE: Suat Derviş: Anılar, Paramparça, Suat Derviş, Hazırlayan: Serdar Soydan, İthaki Yayınları, 2017, 334 sayfa

DAHA FAZLA