Deniz Yıldırım yazdı: Aladağ’a borcumuz kamuculuk ve laiklik

Deniz Yıldırım yazdı: Aladağ’a borcumuz kamuculuk ve laiklik

Sare Betül, Fatma, Sema Nur, Bahtınur, İlknur, Tuğba, Gamze, Zeliha, Sevim, Sümeyye, Cennet.

Adana Aladağ’da tarikat yurdunda dün gece yanarak can veren çocuklarımızın adları. Ortaokul çağındaki kızlarımızın adları.

Bugün yine başlayacaklar. “Acımız büyük”, “sorumlular bulunup mutlaka cezalandırılacak”. Acılarının derecesini bilemeyiz. Ama asıl gerçek şu; “ihmal”, “tedbirsizlik”, adına ne derseniz deyin.

Soma’da 301 işçiyi, Şirvan’da 16 işçiyi, Aladağ’da 11 öğrenciyi yitirdik. Sadece ihmal, sadece tedbirsizlik demek gerçekle yüzleşmemektir.

Açık ve net saptamak gerekiyor. Türkiye ağır bir yükün altında; çocuklar, kadınlar, işçiler bu yükü ölümüne üstlenmeye zorlanıyor.

Piyasanın kaderine terk edilen işçi, tarikatın kaderciliğine teslim edilen çocuk. Birbirini tamamlıyor. Ölüm, açlık, yoksulluk dayatılıyor. Dincilikle denetleniyor.

Daha geçen hafta bu memleket Meclis’ten Sare’nin, Bahtınur’un, Cennet’in “rızaları”nın olması halinde resmi nikah dışında evlendirilebilmelerinin önünü açan tasarıyı tartıştı. Üst üste geliyor. Bir bütünlüklü saldırı, bir bütünlüklü program yürüyor ve yeni rejim bu zeminde yükseliyor. Bu program en fazla çocuğu, kadını, işçiyi hedef alıyor.

Vicdancılıkla, “ihmalmiş” açıklamalarıyla kendimizi kandırmayalım. Kandırdıkça Soma’dan sonra Ermenek’i, Ermenek’ten sonra Şirvan’ı göremedik. Kandırdıkça çöken tarikat yurtlarındaki ölümleri öngöremedik.

Kim bu ölen çocuklar?

Köy okullarının kapatılmasıyla ilçelere yönlendirilen, kamusal barınma imkanından mahrum bırakılarak piyasanın kollarına, tarikatların ağlarına teslim edilen çocuklar. Yoksul aile çocukları.

İnşaatla, AVM ile, toplu konutla övünen bir iktidar, yurt mu yapamayacak? Yapabilir; “yapamaz” değil. Asıl yanıt “yapmaz” olacak. Tüm ülkede yoksul halk çocuklarının kamusal barınma hakkından mahrum bırakılması, özünde tarikatların, İslamcı toplumsal yapılanmanın önünün açılması programının ürünüdür. Aladağ da böyle. Tüm ülkede 1000’den fazla yurdu olan bir yapıyla, buzdağının görünen yüzüyle karşı karşıyayız henüz.

Artık şunda netleşelim: kamunun küçültülmesiyle tarikatların büyütülmesi aynı madalyonun, aynı saldırı programının iki yüzü.
Piyasacılık ile tarikatçılık birbirini tamamlıyor. Kamuculuk ile laiklik de öyle. Piyasacılık içinde bir laiklik gündemi imkansız. Laiklik diyenler bunu görmek zorunda. Aladağ’ın en önemli dersi budur. Kamuculuk, laikliğin garantisi. Piyasacılık dinciliğin.

Yine netleşelim: Kamunun küçültülmesiyle, Soma’da, Şirvan’da yitirdiklerimizin sayısının artması da aynı programın ürünü. Bir yanda parası olan yabancılara yurttaşlık verilmesi; diğer yanda parası olmayan halkın yurttaşlıktan tebaa, köle şartlarına indirilmesi. Birbirini tamamlıyor. Yurttaşlık piyasacı dinciliğin elinde can çekişiyor. Yurttaşlığı yeniden ayağa kaldırmak zorundayız.
Getirdikleri yayın yasağı da bununla ilgili. Ölen çocuklarımızın sayısının ya da adının öğrenilmesi değil sorun; ölümün arkasındaki saldırı programının tartışılmasını önlemek. Her yasakta asıl mesele bu.

Ama biz göreceğiz; borcumuz var.

Türkiye piyasacılık, dincilik ve diktatörlük çürümesinin ağır sonuçlarını yaşıyor. Bunun karşısına kamucu, laik ve demokratik bir cumhuriyet programıyla acilen çıkmak dışında hayatı gözeten başka bir yol bulunmuyor.

“Vicdancılık”la, “siyaset karıştırmayalım”cılıkla aramıza mesafe koyup asıl meseleye odaklanmadığımız her gün yeni işçiler, yeni çocuklar, yeni kadınlar yitireceğiz. Tekrar edelim: Borcumuz var. Kalanların yitenlere sorumluluğu, anlayanların henüz anlamayanlara anlatma borcu.

Türkiye’nin kamuyu küçültme, tarikatları büyütme ve bütün bunları Cumhuriyetsiz bir Saray baskıcılığı ile yönetme programı yıllara yayılan bir saldırının son aşamasıdır. Yüktür; hayatın karşısındadır. Tavanı çökmekte, tonlarca toprağı üzerimize göçmektedir. Artık taşınabilir değil.

Kilitli yangın merdiveninin yanıbaşında yanmış, can vermiş çocuklarımızla karşılaşmak kaderimiz değil.

Soma’da katliamdan kurtulan işçiler kaymakamlığa yürürken hangi sloganı atmıştı; hatırlayın: “Kamu Gelecek, Dertler Bitecek”. Evet, özelleşmiş ve dincileşmiş baskıcı rejim karşısında çare kamuculuk; çare laiklik, çare demokratik cumhuriyet.

Emekçiye kamucu program, iş güvencesi, insanca ücret ve çalışma şartları; çocuklara kamusal barınma hakkı; laik bir eğitim. Kadınlara yeniden Medeni Kanun, yeniden laik bir sosyal yaşam. Metroda, otobüste kadınların tekmelenmediği program; laik ve kamusal yeniden inşa.

Çocukları, kadınları, işçileri korumak bir iktidar görevidir; laiklik, kamuculuk ve demokratik bir cumhuriyet programı etrafında iktidar olma görevi.

Toparlanın; örgütlenin; bu program etrafında yeniden Cumhuriyet görevinde birleşin.

DAHA FAZLA