Demirtaş: Cezaevinde ölürsem tabutumu da dik çıkarsınlar
Siyasi yasaklı konuma düşürülmek istendiğini söyleyen Demirtaş, “Beni siyasi yasaklı yapabilirler ama benim ölüm bazılarının dirisinden daha fazla siyaset yapar” diye konuştu.
13-04-2018 20:40

Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşması üçüncü gününde devam etti. Sincan Cezaevi Yerleşkesi’ndeki duruşma salonunda görülen duruşmayı HDP’li milletvekillerinin yanı sıra CHP Genel Başkan Yardımcısı Tekin Bingöl de izledi. Duruşmaya dün ve önceki gün olduğu gibi bugün de 50 izleyici sınırlaması getirildi.
Edirne Cezaevi’ne dik girdiğini oradan da dik çıkacağını belirten Demirtaş, “Benim arkadaşlarıma tavsiyemdir: Ben orada ölürsem tabutumu da dik çıkarsınlar, yatay çıkarmasınlar” dedi.
‘DAVUTOĞLU BASİRETSİZ BİR SİYASETÇİDİR’
Duruşmanın üçüncü gününde de fezlekelerde kendisine yönelik suçlamalara ilişkin savunma yapan Demirtaş, 6-8 Ekim Kobanê eylemleri ve Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesine değindi. Demirtaş, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’na ilişkin açıklamalarda bulundu. Davutoğlu’nun başarısız bir kitap yazsa da önemli bir akademisyen olduğunu ama siyasetçi olarak tam bir fiyasko olduğunu söyleyen Demirtaş, “Bu olaylarda neden bu kadar aceleciydi, neden yargıyı beklemedi. 1 saatte tüm bu vakaları nasıl çözdü? Bunları açıklamalı” ifadesini kullandı.
Davutoğlu’nun çözüm sürecine asla inanmamış bir siyasetçi olduğunu kaydeden Demirtaş, “Davutoğlu, Neo-Osmanlıcı üst emperyal devlet örgütlenmesi kafasında kurmuş basiretsiz bir siyasetçidir. Kürt halkına eşit bir bakışı yoktur. Tam savaş rantçılığı yapmış çözüm sürecinin bitirilmesine katkı yapmıştır” dedi.
‘NE MAHKEMENİZDEN BEKLENTİM, NE DE ADALETİN GERÇEKLEŞECEĞİNE İNANCIM VAR’
Demirtaş, şöyle devam etti: “Siyasetçinin işi alternatifleri oluşturmak, alternatifleri zorlamaktır. Bunu yapmayan siyasetçi basiretsiz ucuz politikacı kan emicidir. Bir defa şükür olsun ki rabbimize bunun için vicdanen rahatız sonuna kadar uğraştık. Tek bir insanın canının kurtulmasına vesile olmuşsam ben bunun için bin yıl yatarım. Biz çatışmanın derinleşmesini önlemişsek, çözüm sürecinin bir gün bile uzaması için çalışmış, bir kişiyi bile kurtarmışsak bunun için bin yıl yatarım. Peki binlerce insanın katliamından sorumlu olanlar lüks içinde yaşayıp, devleti ele geçirip kudretli iktidarlarında keyif sürseler bile benim F tipi hücrede duyduğum huzuru duyabilir mi? Duyamazlar. Ben çok huzurluyum. En lüks saraydan daha da huzurlu şekilde Edirne’de F tipi hücrede yatıyorum. Yatmaya da devam ederim. Ne mahkemenizden adalet beklentim var ne adaletin gerçekleşeceği inancım var.”
‘SİYASİ YASAKLI KONUMA GETİRİLMEM İÇİN BASKI YAPILIYOR’
“Ben buraya suçlamalara karşı savunma yapmak için değil suçları teşhir etmeye geliyorum” diyen Demirtaş, Kendisini siyasi yasaklı konuma düşürmek için devam eden davalarında hakimlere baskı yapıldığı bilgisinin kendisine ulaştığını ifade etti.
Demirtaş, şunları söyledi: “Asliye mahkemeleri öyle bir baskı altında dosyaları sürdürüyorlar ki inanılmaz. Mümkünse Demirtaş’ı siyaset dışı bırakmak için çaba içindeler. Beni bir an önce siyasi yasaklı konuma düşürmek için özel olarak bazı hakimlere avukatlar tarafından baskı yapıldığını biliyorum. Biz bu yargıya mı güveneceğiz. Beni siyasi yasaklı yapabilirler ama benim ölüm bazılarının dirisinden daha fazla siyaset yapar. Bana siyasi yasak getirdiklerinde oraya bir de ‘Halkla arasında sevgi saygı bağının koparılmasına’ diye yazmayacaklar. Hakkımda ömür boyu siyaset yasağı da konulsa ben siyasetçiyim. Hücrede de siyaset yaparım. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimini belirleyecek olan biziz. Kilit biziz anahtar biziz. Siyaset yasaklı da olsam biziz, olmasam da biziz. Kilit bizim elimizdedir. Bakalım ne yapacaklar göreceğiz.”
KÜRT'ÜN K'SİNİ KÜÇÜK YAZDILAR
Demirtaş, duruşmada iddianameye konulan bir konuşmasını okudu. Metinde “Kürt” ifadesindeki “k”nin küçük yazıldığına dikkat çeken Demirtaş, “Kürt halkı bütün halklar gibi onurlu bir halktır. Hakaret babında “k” küçük yazılmış. Bu şekilde yazılması halka hakarettir. Düzeltilmesi lazım, itiraz ediyorum” dedi.
TUTUKLULUK HALİNE DEVAM KARARI
Ara kararını veren mahkeme heyeti, Demirtaş’ın tutukluk halinin devamına karar verildiğini açıkladı. Bir sonraki duruşma 18 Temmuz’da görülecek.
İLGİLİ HABERLER
Aytun Çıray: Seçime girme tarihini 28 Haziran olarak açıklamak eşimin fikriydi
Aytun Çıray, "28 Haziran'dan itibaren seçime girebiliriz" demelerinin sebebini açıkladı.
20-04-2018 23:54

Erken seçim tarihinin duyurulması öncesinde, “28 Haziran’dan itibaren seçimlere girebiliriz” açıklamasında bulunan İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray, neden böyle bir 'hata' yaptıklarını anlattı.
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin erken seçim çağrısını İyi Parti’nin seçime giremeyeceği bir tarihe çekmeye çalıştığı yönündeki yorumlarının ardından tereddüte düştüklerini ifade eden Çıray, Sözcü gazetesinden Uğur Dündar’a yaptığı açıklamada, eşinin kendilerine yönelttiği öneriyi şöyle anlattı:
“Eşim, ‘Ben olsam bu açıklamada İYİ Parti'nin seçimlere girme hakkını elde ettiği gerçek tarihi yazmam. Göreceksiniz; açıklamanızda hangi tarihi yazarsanız ortaklar ondan önceki tarihi erken seçim tarihi olarak açıklayacaktır. Hem böylece niyetlerini de test etmiş olursunuz’ dedi. Kadınların altıncı hisleri güçlüdür. Bunun üzerine ben de risk aldım ve İYİ Parti'nin 28 Haziran'da seçime girme hakkını kazanacağını açıkladım.
Sonucu biliyorsunuz: Süper baskın seçim tarihi 24 Haziran olarak açıklandı. Böylece Saray Koalisyonu'nun Sayın Akşener'den korktuklarını test ettik, ortaya çıkardık. Selmin'e teşekkürler. Çünkü herkesin kandırdığı Erdoğan'ı bu defa da biz kandırdık.”
Baskın seçim öncesi AKP'ye 278 milyon lira
Baskın seçim kararının ardından Meclis'teki siyasi partilere yapılacak Hazine yardımı da belli oldu.
20-04-2018 21:14

Seçimlerin 24 Haziran’da yapılması kararının Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından yapılacak ödemelere göre AKP 278 milyon lira, CHP 142 milyon lira, MHP 67 milyon lira ve HDP de 60 milyon lira Hazine yardımı alacak.
YIL İÇERİSİNDE TOPLAM 822 MİLYON LİRA
Ocak ayında toplamda 274 milyon lira tutarında Hazine yardımı alan AKP, CHP, MHP ve HDP’ye 548 milyon lira daha ödenecek. Böylece dört partiye bu yıl ödenen toplam Hazine yardımı, 822 milyon lira olacak.
SİYASİ PARTİLERE YAPILAN HAZİNE YARDIMI NEDİR?
Yasalara göre, siyasi partilere seçimde aldıkları oy oranına göre her yıl Hazine yardımı ödemesi yapılıyor. Hazine yardımı miktarı, bütçe gelirlerinin beş binde ikisi oranında belirleniyor. Hazine yardımı, genel seçim yapılan yıllarda üç kat, yerel seçim yapılan yıllarda ise iki kat olarak ödeniyor.
'IŞİD'e sempati duyuyordum, iktidar beni ateist yaptı'
Geçmişlerinde muhafazakar olan gençler, deizme, ateizme ve agnostizme nasıl kaydıklarını anlattı.
20-04-2018 20:52

Konya Milli Eğitim Müdürlüğü’nün “Gençlik ve İnanç” konulu çalıştayında, imam hatip öğrencilerinin dini bilgilerdeki tutarsızlıklar nedeniyle deizme kaydığı sonucuna ulaşılması siyaset gündeminin üst sıralarına taşındı. Hükümet cephesinde sıkıntıya neden olan tespit, gençlerin anlattıklarına bakılırsa gerçeklikle uyuşuyor.
BBC Türkçe'den Selin Girit'e konuşan geçmişi muhafazakar gençler, nasıl deist, ateist ve agnostik olduklarını anlattı.
ATEİZME GİDEN YOL
Anadolu'da bir kentte bulunan Bekir, muhafazakar yapıdaki bir üniversitede bir ilahiyat fakültesi öğrencisi.
20'li yaşlarının başındaki Bekir, imam-hatip lisesi mezunu ve aynı zamanda medrese eğitimi diye tabir edilen dini eğitimi de almış. Yakın bir tarihe kadar radikal İslamcı akımları, IŞİD ve El Kaide benzeri örgütleri sempatiyle izliyormuş. Bekir bugün kendisini ateist olarak tanımlıyor.
"Lise 3'te medrese eğitimi de alıyorduk ve medresede olan bir arkadaşım vasıtasıyla girdim ben deizm ve ateizm muhabbetine. O da aynı şekilde radikal İslam'dan yana olan bir insandı, kendi çabalarıyla, yabancı kitapları okumaya başladı."
"Deizmi ilk o anlattı bize. İslam Peygamberinin insanlara davranışlarını, kendisine salavat getirtmesini, çok sayıda kadınla evliliklerini, Yahudileri öldürmesini, bir sürü konuyu daha eleştirmeye başladı arkadaş. Yavaş yavaş benim de kafama takılmaya başladı. Önce İslamiyet'i mantığa dayandırmak istiyorduk. İttire kaktıra baktık olmuyor. Sonra mantık olarak yorumlamaktan çıkarttık, Tanrı'ya inanmaya başladık sadece, deist olduk yani."
Bekir, ilahiyat fakültesine geldiğinde hala deist olduğunu, namazı, orucu bıraktığını, ancak daha sonra Tanrı'nın varlığını da sorgulamaya başladığını ve ateizme yöneldiğini söyledi. Bekir'in ailesi halen bu düşüncelerini bilmediğini söyledi.
"Aileme ben ateist olduğumu söyleyemem. Babam başında takkeyle gezen bir adam. Annem günde yedi vakit namaz kılar. Beş vakit, üzerine kuşluk namazı, bir de gece namazı. Gerçekten muhafazakar bir aile yapımız var. Söyleyemem. Söylesem soğuma olur. Dinden uzaklaşmaya başlayınca depresyona sürüklendim. Çünkü çevreye karşı yabancılaşma duygusu oluşuyor. Ben medrese ortamındaydım. Namaz kılarken ya da her Muhammed'in ismi anıldığında salavat getirilirken kendi kendime şüphe duymaya başladım. Ne oluyor bana diyordum ben bazen, nereye gidiyoruz?"
Bekir, dine yüz çevirmesinde mevcut hükümetin ve icraatlarının da etkisi olduğunu söyledi.
"Ben bu hükümete destek veren bir insandım. Hükümete desteğimin nedeni biraz daha hümanist davranmasıydı o zaman. Ama her baskı kendi isyancısını doğurur. Bizim üzerimizde baskı kurmaya çalıştıkları zaman biz de ister istemez tepki veriyoruz.
"Bugünkü dünya sisteminde çoğunlukla sağ partiler iktidarda. Daha çok dini savunan, din kisvesi altında insanları yolan sistemler var. Türkiye için değil başka ülkeler için de geçerli. Hükümetler dini sömürüyor. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı geçen sene en çok bütçe ayrılan ikinci kurumdu sanırım."
İleri Hatırlatıyor
'TANRI VAR MI YOK MU BİLMİYORUM, BENİ ÇOK İLGİLENDİRMİYOR'
Merve bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni. 20'li yaşlarının sonlarında. Kendisini agnostik olarak tanımlıyor. "Tanrı var mı yok mu bilmiyorum, beni çok da ilgilendirmiyor artık" dedi.
Merve taktığı kırmızı başörtüsünü belirterek "Beni Müslüman olarak tanımlayan tek şey bu başörtüsü artık," dedi. Gerek ailevi nedenlerle gerekse yaptığı işten ötürü başörtüsünü çıkarmadığını söyledi. "Belki 1-2 yıla başörtümle de vedalaşabilirim ama şimdi buna gerek duymuyorum" dedi.
Merve'nin babası imam. Muhafazakar bir aileden geliyor. İmam-Hatip lisesi mezunu. İlahiyat Fakültesi'nde okumak istemediği için, bari öğretmen olayım diyerek Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği üzerine eğitim almaya karar vermiş. Dinle ilgili araştırmalarının ve kendi tabiriyle "bilinçlenmesinin" de o döneme denk geldiğini belirtti:
"Benim radikale kaçan bir Müslümanlığım vardı. Daha birkaç yıl öncesine kadar erkeklerle tokalaşmazdım bile. Kendimi Müslüman olarak tanımlıyor, hayatımı o şekilde yaşamaya çalışıyordum. Beş vakit namazımı kılıyordum. Nafileleri yerine getirmeye çalışıyordum. Orucumu tutuyor, Kuran okuyor, ilmihal bilgileri olsun, hadis olsun o tarz şeyleri tamamlamaya çalışıyordum. Tefsir, hadis derslerine gidiyordum."
'BELLİ BAŞLI KIRILMA NOKTALARI YAŞADIM'
Merve dinle ilişkisinin yıllar süren bir sorgulama sonucunda değiştiğini, belli başlı kırılma noktaları yaşadığını zaman zaman gözyaşları içinde anlattı:
"Ben öğretmen olmak hiç istemedim. Ama bir şekilde öğretmen oldum, atandım. O beni çok yıktı. Millet sevinçten ağlar, ben üzüntüden ağlamıştım. Tercihleri yaparken ağlıyordum ve dua ediyordum öğretmen olarak atanmayayım diye. Tamamen Allah'a bırakmıştım. Atanmayacağıma o kadar yürekten inanmıştım ki, olduğunda beni tepetaklak etti. Hayatım altüst oldu. Güvendiğim, inandığım o ilahi konumdaki şey sarsıldı. İlk şüphelerim öyle başladı açıkçası."
"Benim için sığınacak en büyük şeydi Tanrı, ama artık sığınamayacağımı, dualarımın ne kadar istesem de kabul olmayacağını net bir şekilde görmek düşüncelerimi çok sarstı."
"İçimden Tanrı'yla konuşmaya başladım. 'Bak ben bu haldeyim, bana bir çıkış yolu ver.' Ama onu söylerken fark ettim. Dua ettiğimde bir muhatabım var mı yok mu şüphedeyim, diye düşündüm. Dedim ben bugün ya delireceğim ya intihar edeceğim. Sabah uyandım. Sanki o gün, o gece hiç yaşanmamış gibi. Sonra oturdum düşündüm. Dedim ben artık inanmıyorum resmen. İmanın şartlarını düşündüm. Dedim, ben inanmıyorum ya cennete cehenneme."
Merve ilk önce dua etmeyi bırakmış. Ardından namaz kılmayı. Oruç tutmaya ise daha bu yıl son vermiş. Ailesi hala bu yaşadıklarını bilmiyor.
'BAŞIMI KAPATINCA HERKES BENİ KADIN ZANNEDİYORDU'
Leyla, 20'li yaşlarının sonunda. Muhafazakar ailesini geride bırakmak ve 11 yaşındaki kızına kendi yaşadıklarını yaşatmamak için Avrupa'da bir ülkeye yerleşmiş. Leyla hiçbir dine inanmadığını, kendisini deist olarak ifade ettiğini söylüyor.
Leyla'nın ailesi o beş yaşındayken keskin bir dönüşüm geçirmiş. Liberal bir aileyken, radikal bir dönüşle İslamcı bir aileye evrilmişler. Ailesi, 11 yaşındayken başını kapamasını istemiş. Bu Leyla'da yıllar sürecek bir travmaya yol açmış.
"Başımı kapatınca herkes beni kadın zannediyordu. Sokakta öyle davranıyorlar, hanımefendi diyorlardı. Ama ben daha bir çocuğum ve bana çocuk diye seslenmelerini istiyorum. Bir gün dışarı çıkmak istemiyorum çünkü paten kayacağız. Paten kaymaktan utanıyorum, tuhaf görünüyorum çünkü. Küçük bir çocuğa büyük bir elbise giydirilmiş gibi, cüce gibi hissediyorum kendimi."
"Sadece başörtüsü takmamı da istemiyorlar. Uzun ceket giydiriyorlar. Ben karşı çıkmıştım. Babam da 'Sen örtünden utanıyor musun, kimliğinden utanıyor musun?' diye feci bir kavga etmişti benimle."
Leyla, 17-18 yaşına geldiğinde dini yumuşatarak yaşamaya başlamış. Özellikle kadınlara yüklenen sorumluluk ile erkeklere yüklenen sorumluluğun farklı olması kafasını çok kurcalamış. "Bir yaratıcı varsa nasıl olur da yarattığı her canlıya eşit hak tanımaz?" diye sorgulamaya başladığını söyledi.
Önce pardesüyü çıkarmış, sonra kot pantolon giyip başını örtmüş, sona örtü biraz biraz arkaya kaymaya başlamış ve nihayetinde de üniversite okumak için gittiği Avrupa'da bir gün bakkala giderken başını açıvermiş. Ondan sonra da bir daha başörtüsü takmamış.
Leyla'nın babası halen kendisinin deizme kaydığını bilmediğini söyledi. Babası öğrenirse, "Ablan üniversiteye gitti de açıldı, sen de açılırsın" diyerek kız kardeşini üniversiteye yollamamasından endişe ettiğini belirtti. "Ben kendi yoluma gittim diye kardeşime baskı yapmasını istemem" dedi.
Leyla bugünkü düşüncelerini şöyle açıkladı:
"Bence dünya deizme kayıyor. Semavi dinler yürürlüğünü benim neslimde kaybettiler. Ne Hristiyanlık ne Yahudilik ne Müslümanlık götüremiyor kendini artık. İnsanlar bir dine bağlı olmak istemiyorlar. Ama Tanrı'yla da bir kavgaları yok. Tanrının varlığı ya da yokluğu onları rahatsız etmiyor. Bir yaratanın olması beni rahatsız etmiyor. Birçok arkadaşım için de durum böyle. Ama dinin varlığı sana bir sorumluluk yüklüyor. İbadet etmeni istiyor. Bazı şeyleri yapmamanı istiyor. Senin doğru insan anlayışının dışında bir kimlik sunuyor sana. Ama Tanrı'nın varlığı sana bunu sunmuyor."
"Bence deizme kaymanın asıl sebebi bu: İnsanlar artık bireysel. Toplum adına şekillenmiyor, kendi bireyselliğiyle şekilleniyorlar. Deizm sana bireyselliğini veriyor, ama din bireyselliğini alıyor. Ben Tanrı'dan beni yaratmasını talep etmedim. Tanrı da benden varlığımın karşılığında hiçbir şey talep edemez. Kuşlar ağaçlar gibi yaşama hakkım var. Tek sorumluluğum diğer hiçbir canlıyı taciz etmemek."
Ankara Kadın Platformu: Yasa tasarısına itiraz ediyoruz!
Cinsel istismar suçlarına ilişkin "TCK ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” Meclis’e sunuldu.
20-04-2018 19:31

İleri Haber
Ankara Kadın Platformu, TBMM’ye sunulan çocukların cinsel istismarı suçuna ilişkin değişiklikler öngören “Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”na itiraz etti.
Yapılan açıklamada tasarının ilgili tarafların görüşü alınmadan özensizce hazırlandığı ifade edilerek, “Çocuklara yönelik cinsel istismar durumunda faile yönelik cezaları artırmayı esas alan tasarı, bu vakaların toplumsal ve psikolojik nedenleri araştırılmadan yargılamalardan kaynaklanan sorunları ayrıntılı olarak tespit edilmeden hazırlanmış olduğundan mevcut sorunları çözmeyeceği gibi, yeni sorunları da beraberinde getirecektir. Bu nedenle, kadın ve LGBTİ+ örgütleri olarak, bu yasa tasarısına itiraz ediyoruz!" denildi.
Açıklamada ayrıca şu noktalara değinildi:
- Çocukla ilgili suç-ceza yaklaşımını dengeli kılmanın yanı sıra önleme ve koruma felsefesini merkezine alan hak temelli ve bütüncül bir çocuk koruma politikası hayata geç
- Çocuğa karşı cinsel istismar suçlarının soruşturulması ve kovuşturulması sırasında delil kalitesini artırıcı, yargılamanın iyileştirilmesini sağlayıcı bir düzenleme yapılmalıdır. Örneğin çocuk cinsel istismarında zamanaşımı sorununa çözüm bulunmalı, çocuğun beyanının hukuki değeri güçlendirilmelidir.
- Cezaların yeniden belirlenmesi ve kurumsal mekanizmaların oluşturulması konusunda uluslararası sözleşmeler ve iyi uygulama örnekleri oluşturan ülkelerin deneyimleri göz önüne alınmalıdır.
- Cinsel istismar suçuna maruz bırakılan çocukları korumak için içinde bulundukları duruma uygun sosyo-psikolojik yardım ve destek mekanizmaları oluşturulmalıdır.
- Tekrarlanan mağduriyetlerin önlenmesi için tasarıda öngörülen düzenlemeler yetersizdir, ilgili tarafların ve sivil toplum kuruluşlarının görüşleri alınarak yeniden düzenlenmelidir.
- Değişiklikte Çocuk İzleme Merkezleri’nin yapılarının değiştirilmesi ve suçların niteliği bakımından bir ayrım yapılmadan bu merkezlerde tüm cinsel şiddete maruz bırakılan bireylere hizmet verilmesi öngörülmüştür. Bunun yerine devlet İstanbul Sözleşmesi’nde de yer alan Tecavüz Kriz Merkezleri, Cinsel Şiddet Başvuru Merkezleri modelini geliştirmeli ve hayata geç
- Cinsel dokunulmazlığa karşı suçların toplumsal ve hukuki meşruiyet zeminini oluşturan çocuk yaşta ve zorla evlendirmeleri önleyecek ve tüm sorumlular hakkında caydırıcı cezalar getirecek yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
- Failin çocuk olduğu hallere ilişkin ayrı bir düzenleme yapılmalıdır. Failin çocuk olması halinde, eylem; fiil, cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir şekilde gerçekleştirilmemişse, failin cezalandırılması yerine onarıcı adalet ilkeleri uygulanmalıdır. Cinsel istismar faili çocuklara özel ıslah mekanizmaları oluşturulmalıdır. Cinsel dokunulmazlığa karşı suçun failinin çocuk olması durumunda, cinsel istismara maruz bırakılan ile fail arasında yaş farkını göz önünde bulunduran bir yaklaşım benimsenmelidir. İki çocuğun “akran” kabul edilebilmesi için aralarındaki yaş farkı üçten fazla olmamalıdır.
- Akran cinselliği suçtan ayırt edilerek tanınmalıdır. Örneğin 15 yaşında bir çocuk 14 yaşında bir çocukla zorlama olmadan öpüştüğünde ve bu eylem istismar olarak tanımlandığında 8 ila 10 yıl hapis cezası öngörülmektedir. Mevcut yasadaki bu eksiklik giderilmelidir.
- Devlet koruyucu ve önleyici önlemler almakla yükümlüdür. Bu doğrultuda kadınların ve çocukların şiddete maruz kaldıklarında başvuracakları merkezler yaygınlaştırılmalıdır. İstismarı fark eden kişilerin ve meslek uzmanlarının bildirimde bulunmasının önündeki engeller tespit edilmeli ve bunların kaldırılmasına yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Çocuğun istismara maruz kaldığını fark edip bildirimde bulunmak ve çocuğu desteklemek isteyen ebeveyni, öğretmeni vs. destekleyecek mekanizmalar oluşturulmalıdır. Cinsel istismara karşı koruyucu-önleyici kapsamlı cinsel sağlık ve toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi başta tüm çocuklar olmak üzere herkes için erişilebilir hale gelmelidir.
Erdoğan'dan absürd baskın seçim yorumu
Erdoğan, Kandilli Rasathanesi’nin etkinliğinde baskın seçime dair açıklamalar yaptı.
20-04-2018 18:38

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kandilli Rasathanesi’nin 150. yıl etkinliğinde baskın seçim ile ilgili “24 Haziran seçimini depreme hazırlık faaliyeti olarak görüyorum” ifadelerini kullandı.
Siyaseten yaşadıkları sıkışmayı aşmak için baskın seçim kararı alındığını da itiraf eden Erdoğan, “Halk oylamasıyla seçim arasındaki 2,5 yıllık dönemin herhangi bir sıkıntıya yol açmayacağına inanıyorduk. İç ve dış siyasi, askerî, ekonomik gelişmelerin seyri bize, bu süreyi mevcut sistemle devam ettirmemizin ciddi maliyetleri olacağını gösterdi” dedi.
Erdoğan’ın konuşmasında öne çıkanlar şöyle:
Cumhurbaşkanı olarak benim şu anda önümde 1,5 yılım daha var. Yani bu makamın, bu koltuğun hırslısı konumunda olsak, 1,5 yıl daha devam edebilirdik. Böyle bir hırsın içinde değil ama yaptığımız bütün bu hesaplar neticesinde bu sıkıntılar bizim ülkemize, milletimize bir bedel ödeteceği endişesiyle dedik ki bu adımı atalım.
Bölgemizde Suriye ve Irak merkezli bir yeniden tanzim projesinin hayata geçirilmeye çalışıldığı anlaşılıyor.
YENİDEN 'BÖLGENİN AĞABEYİ OLMA' HAYALİ
Burada da tabi Türkiye olarak bize görünen o ki ciddi manada bir yük düşecek. Bu projenin ülkemizle ilgili ayaklarının bulunduğu açık. Tabi bu hesapları yapanlar, Türkiye’yi eski Türkiye sanıyorlar. Dışarıdan dayatılan senaryolara teslim olan o Türkiye artık geride kaldı.
24 Haziran seçimini depreme hazırlık faaliyeti olarak görüyorum.
Önümüzde ekonomiden yatırımlara, savunmadan temel hizmetlere kadar her alanda atması gereken adımlar vardır. Bunları yaptığımızda ülkemizde ve dünyada kendisine rol biçilen değil, rol dağıtan bir ülke durumuna geleceğiz. Yani depremin yıkıcı etkilerine karşı hazırlık yapmış olacağız.
TEK ADAMLIĞA DA ABSÜRD YORUM
YÖK bana bağlı olduğu için hemen bir hafta öteye aldık sınavı. Bu şunu gösteriyor, Başkanlık sistemi seri adımlar atmayı sağlıyor.
Ayşe öğretmen bebeğiyle birlikte hapse girdi
‘Çocuklar ölmesin’ dediği için 1 yıl 3 aylık hapis cezası kesinleşen öğretmen Ayşe Çelik bugün 6 aylık bebeğiyle birlikte cezaevine girdi.
20-04-2018 18:03

Televizyon programına telefonla bağlanıp Kürt kentlerinde yaşanan sokağa çıkma yasaklarını anlatarak, “Çocuklar ölmesin” dediği için hakkında dava açılan öğretmen Ayşe Çelik hakkında verilen 1 yıl 3 aylık hapis cezası İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi tarafından onanmıştı.
O dönemde henüz 2 aylık bir bebeği olan Ayşe Öğretmen’e verilen ceza yapılan başvuru üzerine 20 Nisan 2018’e ertelenmişti.
Çelik bugün 10 gün infaz erteleme talebinde bulunmak üzere Diyarbakır Adliyesi’ne geldi. Adliyeye gelen Ayşe öğretmene avukatı Mahsuni Karaman, CHP İzmir Milletvekili Zeynep Altıok ile HDP Diyarbakır Milletvekilleri Feleknas Uca ve Ziya Pir eşlik etti. Ayşe öğretmenin Diyarbakır E Tipi cezaevine götürüldüğü açıklandı.
Yapılan infaz erteleme başvurusu Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından reddedildi.
NE OLMUŞTU?
9 Ocak 2016 tarihinde televizyon programına bağlanan Ayşe Çelik, şunları söylemişti:
“Ülkenin doğusunda yaşananların farkında mısınız? Burada yaşananlar ekranlarda çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın. İnsan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duyun ve artık bize el verin. Yazık; insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın. Ölen çocuklara sevinen insanlar var. Onlara hiçbir şey diyemiyoruz, yazıklar olsun demekten başka…”