Dağ nehrin anasıdır

Dağ nehrin anasıdır

Yerkürede olan olmuştur. Kendi topraklarınız büyük mücadelelerle devrimi kazanmış, yerküremiz artık bilimin ve ilerlemenin merkezlerinden biri olmuştur. Dinci teröristlerin kitaplara ve ilerlemelere saldırılarına karşı büyük mücadeleler verilmiş ama sonucunda gericilik artık tarihin tozlu sayfalarında kalmıştır.

“…ve ardımızdaki tozda hiç iz bırakmayız…”

Ursula K. Leguin’in yıllardan sonra hayranlarına sunduğu bu romanı onun daha önce yazdığı Hain Döngüsü serisinin sonuncusudur. Ve tabii ki anarşizm, devrim, taoizm, feminizm kitabın olmazsa olmazları.

Uzun süredir kitaplarında sıklıkla derinine girdiği taoizm bu kitapta baskın bir tarzda kendini göstermiş. Doğru/yanlış, iyi/kötü, güzel/çirkin hepsinin aslında bir tezatlık veya karşıtlık değil birbirlerini tamamlayan kavramlar olduğunu göstermek istiyor yazar.

….

Yerkürede olan olmuştur. Kendi topraklarınız büyük mücadelelerle devrimi kazanmış, yerküremiz artık bilimin ve ilerlemenin merkezlerinden biri olmuştur.  Dinci teröristlerin kitaplara ve ilerlemelere saldırılarına karşı büyük mücadeleler verilmiş ama sonucunda gericilik artık tarihin tozlu sayfalarında kalmıştır. Devrim yerkürede şöyle tarif edilebilir: ahmak ebeveynlerin, işbirlikçi rahiplerin, tek uğraşı genç beyinlere batıl inanç bulaştırmak olan sözde öğretmenlerin ve gericilik çığırtkanlarının kıskacından kurtulup özgür kalan cesur genç adamlar ile genç kadınların işe koyularak baş belası yanlışlar ormanını gözlerini kırpmadan ateşe verişi ve bunların yerine sağlıklı meyveler veren ağaçlardan kurulu bahçeler dikişleri…

Ne güzel değil mi?

Sutty hepsine tanıklık etmiş genç bir araştırmacıdır. Yıllarca süren dünya içi savaşlardan sonra artık ekümendeki başka yaşamlarla buluşma vakti de gelmiştir. Sutty bu diyarlardan birine yolculuğa çıkar. Yolculuk araştırmak, incelemek ve çalışma arkadaşlarına bilgi aktarmaktır. Tarih ve dil bilgisi gelişmiş olduğu bu göreve gönderilen Sutty’nin bu yeni tanıştığı yeni halkla aralarındaki farklar daha ilk andan dikkatini çekmiştir. Örneğin teşekkür etmek; Aka gezegeninde “yaltakçı bir hitap tarzı”; saygı ifadeleri ve selamlaşma, vedalaşma, izin isteme ve sahte minneti dile getirme gibisinden durumlarda başvurulan dini ayin cümlelerinden oluşan sözler anlamsız kalıplar; lütfen, aman eksik olmayın, rica ederim, hoşça kalın gibi ifadeler “riyakarlığın fosilleşmiş kalıntıları” olarak görülürdü. Dilin nasıl kullanıldığını çözümlemeye çalışırken aslında kelimeler arasındaki farklılıkların da iç içe geçmiş olduğunu, kalıpçı yargılamaların dilden başladığını anlar.

Sutty bir araştırma gezisindeyken aslında kendi iç gezegeninde de bir yolculuğa çıkmış olur. Aka gezegenindeki halk, rejimin yöneticilerine göre dinci ve sürekli kontrol edilmesi gerekir. Çünkü en küçük boşlukta kendi ayinlerine dönen bu halkın dizginlerini elde tutmak gerekmektedir. O yüzden kitaplar burada da yasaklanmalıdır. Sutty’nin kendi dünyasının tam tersi. Gerçi Aka halkı bu yasaklara teslim olmaz; tarihi, kitaplardan değil hikâyelerden öğrenmeye başlar. Rejime göre bu “anlatışlar” da suçtur ve gizlice yapılmalıdır. En temel olan kitaplar da kimsenin ulaşamadığı rejimin keşfedemediği çok derin yerlerde gizlenmiştir. Kitaplar korunmalıdır.

Buradaki gericilik kendi gezegeninin geçmişinden farklıdır. Kendi gezegeninde kitapları yakan gericilerdi, burada kitapları yakıp toplatanlar ise rejimdir ve kendilerine göre ileri unsurdur. Burada Sutty’nin sorgulaması devam eder:  Din tanımayan teröristler ile tapınmadan duramayan teröristler; arasında bir fark var mıdır?

Baskıcı tüm rejimler karşısında başka şeyler yaratır. Aka gezegeninde bu efsaneleşmiş “anlatış”lardır. Halkta, elimizden kitapları alabilirsiniz ama birbirimize anlattıklarımız her şeyden önemlidir, fikri gelişir.

Kitap aslında ne kadar hayal ürünüyken o kadar da gerçekliği temsil ediyor. Kitapların yakıldığı, tüm tarihin silinmeye çalışıldığı, kimi seveceğimize, kiminle sevişeceğimize bile karar verilen din söylemlerini düşünürken aklıma IŞİD’in ele geçirdiği bölgelerdeki tarihi miraslara nasıl saldırdıkları geldi, köle olarak satılan kadınlar, kendilerinden olmayanların kafalarının kesilmesi… ve kendi ülkemizde sürekli kitapların yasaklanması, hakkı için direnenlerin baskı altına alınması, ulaşılabilecek aydınlanma araçları varken toplum olarak nasıl cehalete teslim edildiğimiz, her gün farklı kesimlerin dahil olduğu -yandaş olmayan tüm kesimlerin demek daha doğru- ötekileştirilenler… Kim baskı unsurunu elinde tutuyorsa ötekileştiren o oluyor. Gericiliğin nereden geldiğinin bir önemi yoktur çünkü yobazlığın kulağı zor işitir, mücadele etmeden senin varoluş alanını görmez.

İç sorgular, benzerlikler, farklılıklar hepsi birbirini tamamlarken Ursula K.Leguin okuyucuyu büyük oranda empati yapmaya çağırıyor, önyargılara kafa tutuyor. Diğer kitaplarındaki inanılmaz ayrıntılar burada da mevcut. Yeni gezegeni keşfediyor, yeni bir halk ve anlayışla karşılaşıyor, yeni mücadele teknikleri geliştiriyorsunuz. Sadece din kavramını değil, her şeyi sorgulayan hayal dünyası fazlaca gelişmiş inanılmaz bir yazardan politik bir bilim kurgu şöleni sofrasının tam ortasına kuruluyorsunuz. Tadını çıkara çıkara şöleni yaşamak ise okuyucuya kalmış. İyi okumalar dilerim.


KÜNYE: Anlatış, Ursula K. Leguin, Çeviri: Kemal Baran Özbek, İthaki Yayınları, 2017, 288 sayfa.

DAHA FAZLA