Cumhuriyet mirası, Osmanlı tarihçisi

Cumhuriyet mirası, Osmanlı tarihçisi

Belge kaydetmek ve kaydedilen belgeyi gereğince değerlendirmek hususunda kaygı taşıyanlar için İnalcık oldukça büyük bir örnektir. Eserin ilk başlığından son başlığına kadar, ele alınan meselelerde İnalcık’ın belgeleri bulmak ve değerlendirmek hususundaki yaklaşımı imrenmeyi gerektirecek niteliktedir.

Osmanlı tarihi üzerine çalışan isimlerin en önemlilerinden birisi olan ve kendisi gibi önemli isimleri yetiştiren Halil İnalcık, Cumhuriyet’in dikkate alınmaması mümkün olmayan bir birikimidir. Üzerinde çalıştığı konuyla ilgili bilinen ya da bilinebilecek bütün olguları işin içine katması hemen herkesçe bilinir.  Halil İnalcık’ın yeterince üzerinde durulmayan bir yönü ise geçmişi en iyi anlayan ve anlatan tarihçilerden birisi olarak, bugüne ve geleceğe olan ilgisini kaybetmemesidir. Profil Yayınları tarafından 2017 yılının Haziran ayında yapılan “Halil İnalcık’ın Merceğinden Osmanlı” isimli eserinde bu meseleyle ilgili hassasiyetinin ne kadar güçlü olduğunu anlayabiliyoruz.

Eser Halil İnalcık’ın konuşmalarından, röportajlarından ve kimi dergilerde çıkan yazılarından oluşuyor ve bizzat kendisi tarafından baskıya hazır hale getiriliyor. İlk baskısı yazarın vefatından sonra gerçekleşen eserin “Kanun-i Osmani”, “Osmanlı İstatistik Sistemi”, “Kayı Soyu Teorisi”, “Osmanlı Yemek Kültürü” gibi başlıklarında klasik dönem Osmanlı tarihi ele alınırken, alt başlıklarında Cumhuriyet’in ilerleyen yıllarına kadar uzanan meselelere değinildiği görülüyor. Bu başlıkların hemen hepsinde, tarih yazımının eleştiri süzgecinden geçmeden kopyacılıkla oluşturulması, analizlere tabi tutulmaması ve bunların yol açtığı yanlışlıklar eleştiriliyor.

OSMANLI’YI ÖĞRENMEK, OSMANLI’YI İSTEMEKLE AYNI MIDIR?

Osmanlı’yı öğrenmek, yalnızca geçmiş fantezisi olanların ya da Osmanlı’yı sevenlerin mi uğraşı olmalı? Bu sorunun cevabını oldukça net alabiliyoruz. Halil İnalcık eserde “Avrupa tarihi Osmanlı tarihi iyi bilinmeden anlaşılamaz.” diyor. Bunun taassupla söylendiğini düşünmek elbette mümkün değil. Şöyle devam ediyor: “Osmanlı’nın ne dünya tarihi içerisindeki önemi, ne de Osmanlı’nın kendi yapısı iyi anlaşılmıştır. Tabii Osmanlı, bir Ortaçağ devleti, yani tutup da idealize etmek gerekmez. Mesela Osmanlı’da insan haklarının var olduğundan söz ediyorlar. Bunlar saçma şeyler. İkincisi, bu bir hanedan devleti. Devlet demek hanedan demek.” (s.80-81)  Geçmişe yaklaşım konusunda bir örnek de şöyle: “Türkiye, bu imparatorluğun tarihine sahip çıkmakta, tarih ve kültür bakımından onu benimsemekte ve kuruluşunun 700. yıldönümünü kutlamaktadır. Fakat bu kutlama bizi onunla özdeşleşmeye götürmemeli, bir nostalji psikolojisi içinde geriye dönüş akımına yol açmamalıdır. Osmanlı rejimini, siyasi ideolojisini, kültür politikasını idealize etmek, bu hanedan imparatorluğunda demokrasi, insan hakları vb. çağdaş değerleri bulmak gibi yanıltıcı yorumlara kapılınmamalıdır.”(s.120) İfadelerden anlaşıldığı üzere,  Osmanlı’ya öykünmekten ziyade, Osmanlı’yı öğrenmenin gerekliliği vurgusu ortaya çıkıyor. Halil İnalcık’ın çok iyi ya da kötü bir tarihçi olduğunu iddia etmek haddimizin dışında kalacaktır mutlaka.  Ancak onu geçmişin müdafisi olarak görüp “alim” ilan edenlerin, bütünüyle tarih anlayışının dışında olduğu kesindir.

Yalnızca geçmiş fantezisiyle hareket edenler, geçmişe öykünüyorlar fakat layığıyla öğrenemiyorlar. Çünkü tarih anlamı ve önemi itibariyle yalnızca geçmişi ilgilendiren bir alan değil. Belge kaydetmek konusunda cömert davransalar da, değerlendirme aşamasında kısır kalıyorlar. Değerlendirme konusunda iddialı olanların ise belge kaydetmek konusunda mutaassıp davrandıkları görülmektedir. Belgeleri okuma fırsatına ve donanımına sahip olanlar gereğince yorum yapamazken ya da yapmazken, belgeleri hakkıyla değerlendirebilecek olanların ise Osmanlı’ya değil de “daha verimli” alanlara yönelmesi dikkat çekicidir.

Bu ikisinden birini diğerine tercih etmeyip, belge kaydetmek ve kaydedilen belgeyi gereğince değerlendirmek hususunda kaygı taşıyanlar için İnalcık oldukça büyük bir örnektir. Eserde ilk başlıktan son başlığa kadar ele alınan meselelerde, İnalcık’ın belgeleri bulmak ve değerlendirmek hususundaki yaklaşımı, imrenmeyi gerektirecek niteliktedir ve methi ya da zemmi ile uğraşmak kadar ondan faydalanmanın yolları aranmalıdır. Onun çalışmaları ağırlıklı olarak objektif biçimde yorumlanabilecek meseleler (vergiler, maaşlar, istatistik, topografik araştırmalar) olmasına rağmen, bu eserde önem taşıyan değerlendirmeler mevcuttur. Her ne kadar objektiflik gayesi olsa da tarihin bugün le kurduğu bağ bir yorum gerektirmektedir.

YARIN İÇİN DÜNE BAKMAK: ARŞİVLERİN ÖNEMİ

Eserde geçmişi sevmekten ibaret olan bir tarih anlayışının aksine, bugünü anlamanın aracı olarak tarih düşüncesinin tezahürünü gördüğümüzü belirttik. Halil İnalcık bu yaklaşımın en önemli unsurlarından birisini arşivlerin oluşturduğunu belirtiyor. Arşiv geçmişin tahayyülü konusunda elimizdeki malzeme olarak karşımıza çıkıyor. Onların bize gösterdikleriyle bütüne dair bir şeyler beliriyor.

Osmanlı arşivleri ile ilgili başlıkta, arşiv konusunda yapılan hataları ve ihmalleri de ele alıyor. İmparatorluğu geri getirmek gibi boş ve çağ dışı özlemler yerine, arşivlere sağlıklı bir yaklaşımla gidilerek kültür imparatorluğunun kurulması için gereken çabanın gösterilmesini savunuyor. Osmanlı arşivlerinin verimli çalışmaları teşvik edecek şekilde açılmasının gerekliliği üzerinde duruyor.

Arşiv çalışmalarına gerekli önem ve özen gösterilmesiyle Türkiye’nin sosyal-iktisadi tarih alanında dünyadaki önemli merkezlerden biri olabileceği vurgulanıyor. Bunun yapılmadığı ve yeterli kadronun yetiştirilemediği takdirde, tarihi başkalarından öğrenmek gerçeğinden kaçamayacağımız ifade ediliyor. Onun arşiv ve saha çalışmalarından, ezber ve kopyacılık üzerine inşa edilen tarih öğretisinin de ne kadar büyük yanılgılara yol açabileceği anlaşılıyor.

Aynı zamanda tarihin tarihle sınırlı kalamayacağını, başka disiplinlerden de mutlaka yararlanılması gerektiğini defaatle belirten İnalcık, eserde söz konusu olan saha çalışmalarından (topoğrafya, antropoloji) anlaşıldığı üzere bu işi büyük bir ciddiyetle yürütüyor.

Bursa’nın fethinden Katip Çelebi’ye kadar çeşitli konuların ele alındığı kitapta, eserin başlığıyla sınırlı kalınmadığı ve yöntem, yaklaşım, arşiv, tarih-güncellik ilişkisi gibi başlıklarda ilerletici tartışmaların yapıldığı söylenebilir. Cumhuriyet’in bu büyük tarihçisi, Osmanlı’yı sevmenin değil, Osmanlı’yı öğrenmenin değerini anlatıyor.


KÜNYE: Halil İnalcık’ın Merceğinden Osmanlı, Halil İnalcık, Profil Kitap, 2017, 136 sayfa

DAHA FAZLA