Chavez’in Venezuela düşü: Demokratikleşme ve adil kalkınma

Chavez’in Venezuela düşü: Demokratikleşme ve adil kalkınma

Hugo Chavez önderliğinde başlatılan “Bolivarcı devrim” hamlesi; bölgesel ölçekte ABD’nin müdahaleci tutumuna karşı anti-emperyalist bir hattın yaratılmasını, ulusal ölçekte ise yıllarca dışlanan emekçi halk için katılımcı demokratik mekanizmaların geliştirilmesini ve iktisadi kalkınmada refahın toplumun geniş bir kesimine yayılmasını içeren bütünlüklü bir süreci ifade ediyor.

Özgür Yılmaz @ozguryilmaz

Dünyanın politik açıdan en hareketli ülkelerinden biri olan Venezuela, son yaşanan gelişmeler üzerine bir kez daha dünya gündemine geldi. Ülke, modern tarihinin en popüler figürü olan Hugo Chavez’in hayatını kaybetmesinin ardından ağır bir politik kriz yaşıyor.

Venezuela’da yaşananların basitçe bir iktidar çekişmesinden öte bir sınıf çatışması olduğunu belirtmek gerekiyor. Chavez’in gidişiyle birlikte harekete geçen sermaye çevreleri ve emperyalizm destekli sağ muhalefet, sosyalist hükümeti devirebilmek için en ağır saldırılarını gerçekleştiriyor. Bu bir açıdan 20 yıl önce yaşananların bir rövanşı sayılabilir.

YAKLAŞAN HALKIN AYAK SESLERİ

Venezuela’nın bugününü yaratan süreç 1980’lerde başlamıştı. Tıpkı 2015’te olduğu gibi 1980’lerde de petrolün başrolde olduğu bir kriz süreci yaşandı. Bu kriz, Venezuela’da ve tüm Güney Amerika’da yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyordu.

Yeni araştırmalar sonucunda 2011 yılından itibaren dünyanın en büyük petrol rezervine sahip ülkesi olan Venezuela, adına “petrol laneti” denilen bir sorunla her daim karşı karşıya kaldı. Petrol ihracatından elde edilen yüksek gelirin rahatlığıyla burjuvazinin sanayi ve tarıma sırt çevirmesi, üretimin olmadığı ülkede ithalata dayalı bir ekonomik modelin oluşmasına yol açtı. Ancak bu model, 1980’lerde Suudi Arabistan’ın petrol üretimini artırması sonrasında petrol fiyatlarında yaşanan sert düşüş nedeniyle ciddi bir ekonomik krize neden oldu. Sanayi altyapısının gelişmediği ülkede kriz; işsizliği, enflasyonu, kıtlığı ve aşırı dış borçlanmayı tetikledi. Böylece Venezuela, altından kalkamadığı borç yükü nedeniyle Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) kucağına düştü.

Tüm dünyada olduğu gibi Venezuela’da da 1980’lere neoliberal iktisadi politikalar damga vurmuştu. Küresel sermaye gruplarının ülkedeki faaliyetlerinin yoğunlaştığı bu süreç, IMF’nin müdahalesiyle hız kazandı. IMF’nin her zamanki stratejisi burada da devreye girerek “kemer sıkma politikaları” ile ekonomik krizin yükü halka bindirildi. Sosyal refah programlarına aktarılan bütçe kesintiye uğratıldı, halka yönelik vergiler artırıldı ve hızlı bir özelleştirme sürecine girişildi.

Ekonomik krizle birlikte Venezuela’nın ulusal parası bolivaresin kaybettiği değer dövize ulaşmayı hayati bir önemde kılmıştı. Doğal olarak bu konuda dezavantajlı kesim olan emekçi kitleler, temel ihtiyaç malzemelerine bile erişmekte zorlanıyordu. Krizin emekçiler üzerindeki bu etkisi, IMF’nin uygulamalarıyla birlikte daha da derinleşti.

Caracas’ta 1989’daki El Caracazo ayaklanması

Ve 1989 yılının 27 Şubat’ında başkent Caracas’ı kuşatan kent yoksulları, yaşadıkları tüm sorunların sorumlusu olan burjuvaziye ve IMF işbirlikçisi hükümete karşı ayaklandı. Yaşadıkları kıtlığın yarattığı öfkeyle halk marketleri yağmaladı. Devlet Başkanı Carlos Andres Perez’in emriyle askerlerin halka ateş açması üzerine 3 binin üzerinde insan katledildi. Tarihe “El Caracazo” olarak geçen bu ayaklanma, kendilerine “Bolivarcı” diyen oluşum için de harekete geçme zamanının geldiğini gösteriyordu.

BOLİVAR’IN MİRASI ÜZERİNDE YÜKSELEN HAREKET

1982’de henüz genç bir subay olan Hugo Chavez önderliğinde, solcu asker ve siviller tarafından “Bolivarcı Devrimci Hareket – 200” kurulmuştu. Hareketin adına takılan “200” eki, Venezuela’nın da içinde bulunduğu “Büyük Kolombiya” coğrafyasında İspanyol sömürgeciliğine karşı verilen bağımsızlık mücadelesinin önderi Simon Bolivar’ın 200. doğum yıldönümü olmasından geliyordu. Hareket, Bolivar’ın bir asır önce verdiği mücadeleyi örnek alarak, bu defa ABD’nin merkezinde olduğu küresel kapitalist sisteme karşı bağımsızlık mücadelesi verilmesi gerektiğini savunuyordu.

El Caracazo’dan sonra faaliyetlerini ve hazırlıklarını yoğunlaştıran hareket, ilk büyük adımını 4 Şubat 1992’de, Chavez’in tüm dünyaya adını duyuracağı askeri kalkışmayla attı. Hazırlık sürecinde ordunun 10’da 1’ini kontrolü altına alan hareket, kalkışma günü başkent Caracas’ta aralarında Başkanlık Sarayı Miraflores, La Carlota hava üssü, Askeri Müze gibi hedeflerin bulunduğu kilit noktalara saldırı düzenledi. Bu saldırılara paralel olarak başta ülkenin 3'üncü büyük kenti Valencia olmak üzere çeşitli kentlerde de sivillerin desteğiyle ayaklanmalar gerçekleştirildi. Ancak Caracas’ta işler yolunda gitmedi. Bazı üst rütbeli askerlerin ihanetiyle kalkışmayı önceden haber alan ordunun diğer birimlerinin sert karşılık vermesi nedeniyle hareket kısa sürede bastırıldı. Chavez’in başında olduğu birim, Askeri Müze’de sıkıştırıldı ve teslim olmaya zorlandı.

Teslim olan Chavez, diğer kentlerdeki isyancıları teslim olmaya ikna etmesi için kısa bir süreliğine televizyona çıkartıldı. Bu adım bir anlamda Chavez’in halk tarafından tanınmasına yol açtı. İktidarı ele geçirmenin yolunun Caracas’ın kontrolünden geçtiğini düşünen Chavez ise bu fırsatı iyi değerlendirerek tarihe geçen şu sözleri söyledi:

“Yoldaşlar, ne yazık ki Caracas’ta hedeflerimize ulaşamadık. Her neredeyseniz, iyi iş çıkardınız ancak şimdi yeniden düşünme zamanı. Yeni olasılıklar ortaya çıkacak ve ülke kesinlikle daha iyi bir geleceğe ilerleyecek”

İsyancıları teslim olmaya ikna etmesi için televizyona çıkartılan Chavez

Chavez’in çağrısıyla ayaklanma sona ererken, isyancılar da hapse atıldı. Olaylarda 18 asker ve 49 sivil hayatını kaybetti. 27 Kasım’da ise bu sefer Chavez’i hapisten kurtarmak amacıyla bir askeri kalkışma daha gerçekleştirildiyse de yine bastırıldı. Kalkışmaların ardından Devlet Başkanı Carlos Andres Perez, muhaliflere yönelik geniş bir operasyona girişti. Protestolarda halka şiddet uygulandı, yüzlerce kişi tutuklandı, 40’ın üzerinde muhalif öldürüldü, televizyonlar bir süreliğine kapatıldı.

Ekonomik krizin yanı sıra askeri kalkışma, protestolar ve muhaliflere yönelik şiddet, Perez’in sonunu hazırladı. Perez sadece halkın değil, egemenlerin de gözünden düşmüştü. Perez’in ekonomik krizi iyi yönetememesi ve muhaliflere yönelik sert uygulamalar, emekçi kitlelerin hızla “marjinal grupların” etkisi altına girmesine yol açmıştı. Bu durum da, Marcos Perez Jimenez diktatörlüğünün 1958’de devrilmesinden sonra burjuva partilerinin imzaladığı “Puntofijo Paktı” ile girilen iki partili “barışçıl sistemi” tehlikeye atmıştı.

Perez, 20 Mayıs 1993’te yolsuzluk suçlamasıyla görevden alınırken, eski devlet başkanı Hıristiyan Demokrat Rafael Caldera, sol-sosyal demokrat partilerin de koalisyon ortağı olarak destek vermesiyle iktidara geldi. Halkta sisteme yönelik öfkeyi soğurmak için adımlar atan Caldera, af ilan ederek 1994’te Chavez ve beraberindeki isyancıları hapisten çıkardı.

Chavez’in hapisten çıkmasının ardından Bolivarcı Devrimci Hareket’in yola nasıl devam edeceği tartışmaları 1997 yılına kadar sürdü. 19 Nisan 1997’de yapılan kongreyle Bolivarcı Devrimci Hareket seçimlere katılma kararı aldı. Bu kongrede, yasaların Simon Bolivar’ın adının parti adlarında kullanılmasını yasaklaması nedeniyle oluşumun adı, daha önce kurulan 4 cumhuriyetin ardından ülkede 5’inci cumhuriyeti kurma iddiasından hareketle “Beşinci Cumhuriyet Hareketi” olarak değiştirildi. Chavez de 1998 yılındaki başkanlık seçiminde hareketin adayı olarak belirlendi. Ve Chavez, 6 Aralık 1998’deki seçimlerde, burjuva partilerin adayı Salas Römer’e fark atarak yüzde 56,2 ile Devlet Başkanı seçildi.

Chavez’in devlet başkanlığı koltuğuna oturmasıyla birlikte, toplumdan dışlanan, siyasetin dışına itilen, haklarından mahrum bırakılan, sömürülen ve ayrımcılığa maruz bırakılan toplumun büyük bir kesimi için yeni bir dönem başlıyordu. Chavez’in adına ithafla “Chavizm” denilen siyasi ilkeler perspektifinde uygulamaların gerçekleştirildiği bu dönemde, gerek toplumsal gerekse de iktisadi açıdan ülkede radikal reformlar hayata geçirildi.

DEMOKRATİKLEŞME ADIMLARI

Chavez, Amerika kıtasının koloni yönetimlerinden kalma hakim yönetim sistemi başkanlık yönetimi ile güçlü bir pozisyona kavuşsa da, onu bu noktaya 1989’da ayağa kalkan emekçi kitlelerin ulaştırdığını hiçbir zaman unutmadı. İktidara gelir gelmez ülkenin dört bir yanına geziler düzenledi, halkla hiçbir aracı olmaksızın iletişim kurdu, halkın kendisine sorunlarını ulaştırabilmesi için bir “mektup sistemi” oluşturdu ve ayrıca devlet televizyonu Venezolana de Television’da (VTV) saatlerce kendisini arayan yurttaşlarla konuştuğu “Alo Başkan” adlı bir program başlattı.

[ih2]

Chavez’in halkın devrim sürecine katılması için kurduğu bu samimi iletişim modeli en büyük etkisini 2002’deki ABD destekli darbe girişiminde gösterdi. Darbe, Chavez’in iktidardan uzaklaştırıldığı saatlerde Başkanlık Sarayı Miraflores’i kuşatan yüzbinlerce kişinin müdahalesiyle sonuçsuz kalırken, darbeciler tarafından esir alınarak götürülen Chavez sadece 48 saat sonra halkın kollarında Miraflores’e geri geldi.

Darbenin püskürtülmesinin ardından Miraflores’e geri getirilen Chavez halkı selamlıyor

Chavez’in demokratikleşme konusunda ilk büyük adımı yeni bir anayasa yazımı için Kurucu Meclis çağrısında bulunmasıyla gerçekleşti. Nisan 1999'daki referandumda, Chavez'in Kurucu Meclis çağrısı halk tarafından kabul edildi ve Temmuz 1999'da Kurucu Meclis seçimleri yapıldı. Seçimlerin ardından toplanan Kurucu Meclis'in hazırladığı anayasa, Aralık 1999'daki referandumda onaylandı. 

Yeni anayasa ile birlikte sistemi demokratikleştirmek için kritik adımlar atıldı. Chavez’in 1998 seçimi öncesinde verdiği vaat yerine getirilerek, iki partili sistemi dayatan Puntofijo Paktı kaldırıldı ve daha küçük ölçekte partilerin mecliste temsil edilebilmesine olanak tanındı. Halka her konuda referanduma çağırma hakkı getirildi. Senato ve Temsilciler Meclisi'nden oluşan iki kademeli yasama organı Kongre’de değişikliğe gidilerek Senato kaldırıldı ve tek kademeli bir yasama organı olarak Ulusal Meclis oluşturuldu. Öte yandan bu anayasa ile birlikte ülkenin resmi adı da Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti olarak değiştirildi.

Chavez, burjuva devlet yapısındaki bu reformların yanı sıra tabandan örgütlenen bir halk iktidarı modelini de inşa etmeye başladı. 2005 yılından itibaren yerel ölçekte kurulan komünler aracılığıyla yurttaşların yaşadıkları alanlarda denetimi doğrudan kendi ellerine almasının ve sorunlarına kendi çözümlerini üretmesinin yolu açıldı. 2006 yılında ise bu oluşumlar komünal konseyler etrafında birleştirilerek yetkileri genişletildi. 2012 yılında kabul edilen komünler yasasıyla bir Komünler Bakanlığı kuruldu ve komünlerin faaliyetleri hükümet ölçeğinde temsil edilmeye başlandı. 2015 yılındaki seçimlerde sağcıların Ulusal Meclis’te çoğunluğu ele geçirmesinin ardından, devrim sürecinin kazanımlarını korumak ve komünlerin faaliyetlerini ulusal ölçeğe taşımak için yeni bir yasama mekanizması olarak Ulusal Komünal Meclis kuruldu.

EKONOMİDE RADİKAL REFORMLAR

Kuşkusuz Chavez’e yönelik halk desteğinin giderek büyümesinde, demokratikleşme adımlarıyla paralel bir şekilde uygulamaya konulan iktisadi reformların da payı büyüktü. 1989’daki ayaklanmaya yol açan ekonomik kriz ve neoliberal politikaların derinleştirdiği eşitsizlik ve yoksulluk sorunlarının çözülmesi için Chavez, hızlıca ve etkili adımlar attı.

Chavez, petrol gelirlerini, yoksulluğu ve eşitsizliği azaltmak amacıyla kullanmak üzere bir strateji geliştirdi. İlk büyük hamle, 2002’deki darbe girişimine giden süreci de başlatan devlet petrol şirketi Petróleos de Venezuela’ya yönelik yapıldı. Yıllarca ülkenin egemen burjuva aileleri tarafından özel bir şirketmiş gibi yönetilen şirketin gelirlerinin devlet bütçesine aktarılmasıyla kamu yatırımları finanse edildi. Sosyal yardımlar, emeklilere yönelik hizmetler, sosyal güvenlik sisteminde emekçiler lehine yeni düzenlemeler, asgari ücrete ciddi oranlarda yapılan zamlar, ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetleri şeklinde uygulamalar ile işsizlik, yoksulluk, eşitsizlik oranları belirgin şekilde düşürüldü. Bu süreçte Venezuela, Güney Amerika’da yoksulluğun en düşük ve eşitsizliğin en az olduğu ülke haline geldi.

Venezuela’da Kasım 1999 ile Kasım 2014 arasındaki süreçte işsizlik oranlarında yaşanan değişim

Chavez, yoksulluğu azaltmada işe yarayan tüm bu uygulamaların aynı zamanda geçici olabileceğini de biliyordu. Petrol fiyatlarının yüksek oranda seyrettiği dönemlerde bu tip uygulamalar hızlı sonuç almak açısından etkiliydi. Ancak bunların yanı sıra ülkedeki eşitsizliği ortadan kaldırmak için kalıcı uygulamalara ihtiyaç vardı. Bu noktada ciddi kamulaştırma hamlelerine girişildi.

2002’deki darbe girişiminin ardından ekonomik reformlara hız veren Chavez yönetimi 2002 ile 2012 yılları arasında; inşaat, tarıma dayalı sanayi, petrol, ticaret ve gıda olmak üzere 5 kritik sektörde toplamda 1168 işletmeyi kamulaştırdı.  Daha küçük ölçeklerde sanayi üretimi yapan atölye tarzı işletmeler ve tarımsal işletmeler de kamulaştırılarak bu sayı 1440’a yükseltildi.

Reformlar sayesinde sadece iktisadi alanda değil barınma, eğitim ve sağlıkta da önemli gelişmeler yaşandı. “Robinson Misyonu” adı verilen proje ile 1,5 milyon Venezuelalı okuma-yazma öğrendi. 2012 yılına kadar geçen 14 yıllık süreçte 350 bin konut üretilerek yoksul halk konut sahibi yapıldı.

Tüm bu uygulamalar sayesinde Venezuela’da 2002-2015 yılları arasındaki süreçte refah göstergeleri zirveye çıktı. El Diairo'nun yayınladığı verilere göre, Chavizmin ekonomik ve sosyal refah konusunda yakaladığı başarıya ilişkin istatistikler ise şu şekilde:

Okula giden çocuk oranı

1998: 6 milyon

2011: 13 milyon

Yüksek okula giden öğrenci oranı

2000: 895 bin

2011: 2,3 milyon

Sağlık hizmetlerine erişim

1999:  100 bin yurttaşa 20 doktor

2010:  100 bin yurttaşa 80 doktor

Çocuk ölümleri

1998: bin ölümde 21,4

2012: bin ölümde 10

Yoksulluk

1999:  yüzde 42,8

2011: yüzde 26,5

İleri derecede yoksulluk

1999: yüzde 16,6

2011: yüzde 7

Eşitsizlik

1999: yüzde 46,93

2011: yüzde 39

İşsizlik

1998: yüzde 15,2

2012: yüzde 6,4

EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELE

Bolivarcı devrim, sadece ulusal ölçekte ilerici bir adım olmaktan öte bölgesel ölçekte de kazanımlar sağladı. Bolivar’dan ilhamla hareket eden Chavez yönetimi, Karayipler ve Güney Amerika’da tüm halkların ortaklaştığı bir hattın yaratılması için çalıştı.  Bu nedenle Chavez öncülüğünde girilen Bolivarcı devrim süreci, ABD’nin bölgedeki etkisinin kırılmasında da ciddi rol oynadı.

Venezuela’da Chavez’in iktidara gelmesiyle açılan dönemde Bolivya, Ekvador, Brezilya, Arjantin, Nikaragua gibi Güney Amerika ülkelerinde ardı ardında sol-sosyal demokrat hükümetler göreve gelmeye başladı. Venezuela bu süreçte Güney Amerika’da neoliberal iktisadi politikalara ve emperyalist müdahaleciliğe karşı bölgenin lokomotifi oldu.

2012'de gerçekleştirilen ALBA zirvesine katılan Güney Amerikalı liderler

Venezuela, ABD’nin dayattığı serbest ticaret anlaşması modeline karşı Latin Amerika Halkları için Bolivarcı Alternatif (ALBA) organizasyonunu kurdu. Venezuela dışında Bolivya, Küba, Ekvador, Nikaragua gibi ülkelerin içerisinde yer aldığı bu organizasyonla gerek politik gerekse de iktisadi açıdan birleşmiş bir Güney Amerika hayaline yönelik ciddi bir adım atıldı.

CHAVEZ’İN ARDINDAN

Hareketli yapısı, samimi tavırları, halkla kurduğu doğrudan ilişki ile bir karizmatik lider portresi çizen Chavez’in ardından Venezuela siyasetinde boşluk oluştuğu bir gerçek. Chavez’in son döneminde halefi ilan ettiği Nicolas Maduro, gerek 2015’te patlak veren ekonomik kriz gerekse de şiddetini artıran sağcı saldırılar nedeniyle zor bir dönemde görevi devraldı.

Maduro bir yandan güncel politik krizin sona ermesi için çalışırken bir yandan da Chavez döneminde temeli atılan politikaları sürdürmeye çalışıyor. Ancak bugün ülkenin içinde bulunduğu krizin arkasında “Bolivarcı devrim” adı verilen süreci ilerletememenin yattığını belirtmek gerekiyor.

Kuşkusuz bu noktada Chavez döneminden başlayarak bugüne kadar uzanan süreçte yapılan bir dizi hatadan söz edilebilir. Bunların başında, her ne kadar bir ilerleme kaydedilse de komünler aracılığıyla taban yükselen bir halk iktidarı mekanizmasının hala tam anlamıyla hayata geçirilememesi geliyor. Komünler aracılığıyla kurulacak bu mekanizma, Bolivarcı devrim sürecinin güvenli bir şekilde geleceğe taşınmasında ciddi bir rol oynayabilir ve belki de bugünkü saldırıların ortaya çıkmasını önleyebilirdi.

Diğer yandan yapılan temel hatalardan birini ülke ekonomisinin petrole olan bağımlılığının azaltılamaması oluşturuyor. Petrol bağımlılığı, 2015’te olduğu gibi petrol fiyatlarının düşmesiyle birlikte ülkeyi ekonomik krize sürükleyebiliyor. Chavez döneminde sanayi, tarım ve turizm faaliyetlerinin geliştirilmesiyle ekonomide çeşitliliğin sağlanmasına yönelik adımlar atılmaya başlansa da, bu konuda ciddi bir ilerlemenin kaydedilmediği bir gerçek. Venezuela’nın dış ticaret gelirlerinin yüzde 90’ını aşkın bir kısmını hala petrol gelirleri oluştururken, temel bazı ürünlerde bile ithalata bağımlılık sürüyor.

Bir diğer ve belki de en önemli nokta ise, sermaye gruplarının ekonomi üzerindeki hakimiyetini hala koruması. Bu durum ülkedeki eşitsizlik ve yoksulluk sorunlarının bütünüyle ortadan kaldırılmasının, toplumunun genelinin refahını sağlayacak bütünlüklü ve planlı iktisadi politikaların geliştirilmesinin önüne ciddi engeller çıkarıyor. Chavez döneminde ve sonrasında bu sorunun çözümü için kamulaştırmalara ciddi kaynak aktarılması ve yerel ölçekte kooperatifler aracılığıyla alternatif mekanizmaların geliştirilmesi yoluyla ilerlemeler sağlansa da, egemen burjuva ailelerinin ekonomi üzerindeki etkisi hala sürüyor.

[ih3]

Ulusal Kurucu Meclis hamlesiyle yeni bir anayasa süreci başlatarak 2013’ten beri giderek yoğunlaşan sağcı saldırılara ve emperyalist tehditlere güçlü bir yanıt veren Maduro yönetimini ise krizin daha da yoğunlaşacağı bir süreç bekliyor. Uzun vadede devrimin kazanımlarını koruyabilmek için bir an önce radikal uygulamaları hayata geçirmeleri gerektiğinin farkında olan sosyalist hükümet, 2019’daki kritik başkanlık seçimlerine kadar hızlı ve etkili adımlarla krizi ortadan kaldırmanın ve barışı sağlamanın da yollarını arıyor.