Bir mahpusluk kitabı: ‘Seher’

Bir mahpusluk kitabı: ‘Seher’

Kitapta 12 öykü yer alıyor, çoğunu okurken acıyla gülümsediğimi itiraf etmeliyim. Belki çok klişe olacak ama öykülere sinen o yalın mizahın ustalığı Demirtaş’a siyasi kimliğinin yanında bir de edebiyatçı kimliği kazandırıyor. Çoksatan dergilerin aforizma devşirmeleriyle “ünlü” yazarlarına taş çıkartıyor Demirtaş.

Anna Karenina’yı okurken Tolstoy’un sesini hiç düşünmedim. Dürüst olmak gerekirse aklıma dahi gelmedi. Yeraltından Notlar’ı soluksuz okudum ama Dostoyevski’nin sesini bilmem. Keza pek çok roman/öykü için bu örnekleri çoğaltabiliriz. Belki bir romandan/öyküden beklenen de bu.  Fakat Seher için durum bambaşka. Yuvasını yapan dişi kuşta, Hayri’ye vurulan Seher’de, Hatay’ın ünlü kebapçısı Hamdullah Usta’da çok tanıdık bir ses duydum. Bu profesyonel olarak görülmese de en azından bende hiçbir rahatsızlık yaratmadı ve kendiliğinden kulağıma çalınan o sese kaptırdım kendimi.

Selahattin Demirtaş’ın Dipnot Yayınları’ndan çıkan ve çok kısa bir sürede 4.baskıyı yapan öykü kitabı Seher, “Katledilen ve şiddet mağduru bütün kadınlara…” ithafıyla başlıyor. Kitaba adını veren Seher, en vurucu öykülerden biri. Tanıdık bir aile, yaşanması muhtemel bir olay ve bildik bir son. Tüm bunlara rağmen Seher’i merakla okutan şey ise o sesin içtenliği.  

Kitapta 12 öykü yer alıyor, çoğunu okurken acıyla gülümsediğimi itiraf etmeliyim. Belki çok klişe olacak ama öykülere sinen o yalın mizahın ustalığı Demirtaş’a siyasi kimliğinin yanında bir de edebiyatçı kimliği kazandırıyor. Çoksatan dergilerin aforizma devşirmeleriyle “ünlü” yazarlarına taş çıkartıyor Demirtaş. Kitabın üçüncü öyküsü Temizlikçi Nazo, insanı gülmekle ağlamak arasında bir tuhaf yerde bırakıveriyor. Buna da yazarın gücü diyoruz işte.

Selahattin Demirtaş Seher’i yazma sürecini anlatırken, öyküleri aylarca kurguladığını ve bazen saatlerce havalandırmada kıvranarak yürüdüğünü söylemişti. Kafasında kurguladığı öyküleri demlenmeye bırakıyor, genellikle sabaha karşı kalemi eline alıyormuş. Tüm bu yazım sancılarına rağmen oldukça da mütevazı. Yazmanın kendisi için bir tutku olduğunu ama kesinlikle iddialı olmadığını söylüyor. Oysa tanınan siyasi kimliği bir tarafa bırakılıp öyküleri okunduğunda ikinci kitabı sabırsızlıkla beklenen bir yazar çıkıyor karşımıza. Gören, hisseden, hayatın içinden ve kendi dili olan bir yazar üstelik. Az şey değildir bu.

İkinci kitap gelir mi gelmez mi bilmiyoruz fakat Demirtaş tutsaklığında da direnmeye devam ediyor. Üretmeye devam ederek, sanata yakın durarak, hayal gücünü bize emanet ederek direniyor ki yazmak direnmenin en güç yolu.

“Görülmüştür” mührüyle dışarı çıkan her bir öyküye “okunmuştur” diyorum şimdi ben. Bu da edebi direnişe, barış ve özgürlük umuduna bir selam olsun...


KÜNYE: Seher, Selahattin DEMİRTAŞ, Dipnot Yayınları, 2017, 139 sayfa.

DAHA FAZLA