Bir kamu görevlisinin ağzından mültecilerin durumu

Bir kamu görevlisinin ağzından mültecilerin durumu

İleri Görüş’ün bu haftaki gündemlerinden biri mülteciler meselesi. Mültecilerle ve kaldıkları kamplarda halen çalışmaya devam eden bir kamu görevlisiyle iktidarın mülteci politikalarının dününü, bugününü ve yarınını konuştuk.

BÜYÜK BİR GÖÇ DALGASI TÜRKİYE’Yİ BEKLİYOR…

Türkiye'de Suriyeli mülteci sayısına ve yeni beklentiye ilişkin genel bir bilgi verir misin?

Bu sayıya verilebilecek tek bir cevap yok aslında. Şöyle ki birkaç farklı kaynağın verisine başvurmak gerekiyor. İlki Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) verisidir. Bu veriye göre 15 Şubat tarihi itibariyle Türkiye’de tam olarak 2.620.553 Suriyeli var.(1) Bir diğer kaynak Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün verileridir Oraya göre ise biyometrik kayıtlı olarak Türkiye’de bulunan Suriyeli sayısı 12 Şubat itibariyle 2.582.600’dür.(2) Bir diğer ve bence en önemli husus ise henüz biyometrik kayıt altında olmayan kaç Suriyeli vardır. İşte burada hiç kimsenin elinde net bir veri bulunmamaktadır. Sadece tahminler yapılabilir ancak bu sayının 200 bini geçeceğini düşünmüyorum. Yani bugün Türkiye’de yaklaşık 2 milyon 750 bin dolayında Suriyeli olduğunu söyleyebiliriz.

Yeni beklentilere gelince asıl üzerinde durulması gereken konunun bu olduğunu düşünüyorum. Son gelişmelere bakıldığında Rusya’nın bombardımana başlamasıyla birlikte çok sayıda Suriyelinin yerinden oynadığı biliniyor. Özellikle Türkmen dağının rejim tarafından alınması, yine Halep, Nubul ve Zehra’nın rejim kontrolüne geçmesi ve PYD’nin Afrin kantonundan Azez’e doğru ilerlemesiyle birlikte çok fazla insan Suriye içerisinde yerinden oynadı. Yine UNHCR bu sayının 800 binlere vardığını dillendirmekte. Ve bunun hali hazırda 35-40 bininin Türkiye sınırına yığıldığını açıkladılar. Bu da gösteriyor ki Azez ve Türkiye sınırına yakın bölgelerde şiddetlenecek herhangi bir çatışmada çok büyük bir göç dalgası daha Türkiye’yi bekliyor.

Mülteci kamplarındaki durum nedir? Hem insani koşullar bakımından, hem de iktidarın ve ona yakın kuruluşların yaptıkları bakımından... Politik açıdan bu konuda özel bir hassasiyet olduğunu biliyoruz. Aynı şey oradaki uygulamalar için de geçerli mi?

Aslında Türkiye’deki mülteci kampları hükümetin çok titizlikle üzerinde durduğu bir nokta çünkü ülkemizdeki Suriyelilere sunulan hizmetlerin dünyaya tanıtıldığı yer buralar ve buralar bir nevi vitrin görevi görüyor. Bu kamplarla ilgili paylaşılan fotoğraflara bakın veya bu kampları ziyaret eden yerli ve yabancı basının yaptığı haberler ile Birleşmiş Milletler temsilcilerinin bu kamplara dair görüşlerini okuduğunuzda en ufak bir eleştiri yoktur. Dünyanın başka yerlerinde var olan ve Birleşmiş Milletler’in kurduğu kamplara göre daha çok konfor barındırdığı aşikar. Ancak işin arka planında başka bir konu var. Sayısı 26 olan bu kaplarda 270 bin civarı Suriyeli kalıyor. Asıl önemli kısım kampların dışında ve birçok sorunla, sıkıntıyla cebelleşiyorlar. Kampların dışında, ciddi bir yoksulluk, kayıt dışı çalışma, Avrupa’ya geçiş yollarında ölüm, çocuk işçiliği, dilencilik gibi komplike bir sorun yumağıyla boğuşuyor en önemli kesim. Ama AKP hükümeti kamp içindeki 270 bin kişiye muazzam konfor sağlamakla bütün dünyaya böbürleniyor. Bir diğer nokta ise Suriye’deki iç savaş… 15 Mart’ta tam 5. yılını tamamlamış olacak neredeyse ve 5 yıldır ülkemizde olan insanları biz kamplarda yaşatmakla övünen bir ülke halindeyiz. Yani kampta kalan bir insanı düşünün beş yıldır bir çadırda yaşıyor. O kişiye ne kadar konfor ve imkan sağlarsak sağlayalım bu insanın beş yıldır o çadırın içerisinde yaşadığı gerçeğini değiştiremeyiz. En önemlisi de, Suriye’deki iç savaşın buralara kadar gelmesinde önemli rol oynamış AKP iktidarının kurduğu çadırda kalıyor olması ve kendisine sağlanan konforla gözünün boyanıyor olması da, herhalde en büyük ironidir.

APAYDIN KAMPI ÖZEL ÖNEM TAŞIYOR ÇÜNKÜ…

Mülteci kamplarının cihatçı örgütler için nasıl bir anlamı var? Buraya dönük özel bir çalışma var mı? Hangi kamplar bu açıdan önem taşıyor? Son dönemlerde uygulamalarda ve tedbirlerde bir değişiklik oldu mu?

Şimdi mülteci kamplarından önce ülkenin geneline bakmak lazım. IŞİD’in Türkiye’de yaptığı eylemlere ve patlamalara bakın aslında Türkiye’nin tamamı cihatçılar için korunaklı bir liman adeta. Çünkü elini kolunu sallayarak ülkede cirit atıyor bu adamlar. İstihbarat daha ülke içinde cirit atan bu adamlara göz yumuyorken kamplara girip çıkan Suriyeli cihatların durumunu siz düşünün... Tabii bir Suriyeli için kamplara girmek çok da zor olmasa gerek. Savaşın başladığı ilk yıllarda ülkemize gelen Suriyeli erekler büyük bir baskı altındaydılar. Kendi toplumları bile neden burada duruyorsunuz gidip savaşın diye müthiş bir baskı uyguluyordu. E cihatçı örgütler de en kolay ulaşılabilen alanlar olması nedeniyle kampları bir militan toplama merkezi olarak görüp oradan militan toplamaya çalışıyorlar. Ayrıca bunun için illa oraya girmek de gerekmez o kampta tanıdığı, çevresi olması da yeterli… Onlar adına içerden birileri de bunu yapabilir. Ancak kampı yönetenlerin bunun açıktan yapılmasına müsaade etmediklerini düşünüyorum çünkü duyulması halinde ilk sorumlu kendileri olacaklardır. Gizliden yapılmasına da göz yummaları daha olası bir durumdur.

Bu konuda en önemli kamp galiba Hatay’daki Apaydın kampıdır. O kampta Suriyeli askerler ve ailelerinin kaldığı söylenir. Sınıra yakın olması nedeniyle de cihatçıların çok sık sınırı geçip savaşmaya gittikleri sonra tekrar döndükleri medyada sıkça gündem olmuş bir konudur. Bu konuda diğer kamplar için özel bir şey söyleyemeyiz ancak Apaydın örneğinden gidilirse sınıra yakın olan kampların daha önem taşıdığı söylenebilir.

ABD ve Rusya'yla son dönemde yaşanan gerilimlerin ardından, sınır politikasında gerçekçi bir değişim oldu mu?

AKP hükümeti her zaman Suriye’ye yönelik olarak açık kapı politikası izlediğini, sınırları kapatmayacağını söyledi. Bunun anlamı her durumda mülteci geçişlerine izin verileceğidir. Tabii bu sadece tek yönlü değil. Bir mültecinin 1951 Cenevre Sözleşmesi gereği kendi ülkesine her zaman gönüllü olarak geri dönme hakkı vardır. Zaten AKP’nin açık kapı politikası da yine aynı sözleşme gereğidir. Örneğin 2014 yılındaki Kobane’den girişler, Tel Abyat’tan girişler ve geçtiğimiz günlerde Hatay’dan girişlere bakıldığında Türkiye sınır politikasında bir değişiklik yapmadı. Ancak Azez ve çevresinde süren çatışmalardan dolayı Türkiye sınırına dayanmış olan 35-40 bin kişinin orada tutulması sınırdan içeriye alınmaması yakında bir değişikliğe gidilir mi diye düşündürüyor.

Burada önemli olan başka bir husus var. Suriye’de muhaliflerin mevzi kaybetmesi AKP’nin de o bölgelerdeki etki alanını daraltmış oluyor. İlerleyen süreçlerde hakimiyet alanları üzerinden birileri masaya oturduğunda AKP, El Nusra ve ÖSO aracılığıyla hegemonya kurmaya çalıştığı bu bölgeleri kaybetmiş olduğunda bu insanları tekrar o bölgelere göndermesi gittikçe imkansızlaşıyor.

EN BÜYÜK YIKIM SURİYELİ MÜLTECİ ORTA SINIFLAR AÇISINDAN YAŞANDI

Mültecilerin sınıfsal yapısı hakkında bilgi verir misin? Yalnızca yoksul Suriyelilerden söz etmiyoruz sanırım...

Elbette sadece yoksul bir sınıftan bahsedilemez ancak süreç içerisinde sınıf değiştiren bir kitleden bahsedilebilir. Bu şöyledir: Savaş ilk başladığında Suriye burjuvazisinin bir kısmı mal varlığının da kurtarabildiği kadarıyla kaçarak Türkiye, Irak, Lübnan ve Ürdün gibi ülkelere sığındı. Bizim ülkemiz açısından bakacak olursak en yoksullar kamplarda kaldılar ancak biraz hali vakti yerinde olanlar kamp dışında ev kiralayıp daha konforlu bir yaşam bulabildiler. Hatta kimisi durmayarak Avrupa ülkelerine gitti. Ancak daha önce de bahsettiğim gibi savaş beşinci yılını tamamlamakta ve kronikleşen bu durum ilk başta zengin olanların da artık giderek yoksullaşmasına sebep oldu. Az önce kastettiğim sınıf değişikliği aşağıya doğru gerçekleşti ve insanlar her geçen gün daha da yoksullaştılar. Bir diğer travma yaşayanlar da orta sınıf Suriyeliler oldu; yani esnaf, doktor, öğretmen gibi meslek sahibi de olan, görece Suriye’deyken işçi sınıfından daha çok geliri olan kesimler Türkiye’ye geldiklerinde tamamen vasıfsız olarak görüldü ve bu beş yıllık sürede çoğu atıl kaldı. Suriye’de hakim, avukat, doktor vb. olanlar tarlalarda günlük yevmiyelerle iş bulmaya çalıştılar. Bu onlar açışından büyük bir travma olmuştur. Belki de bu yoksullaşmaya en kolay adapte olan alt sınıf olmuştur. Çünkü Suriye’de de benzer yoksulluk olgusuyla baş başa olan kesimlerdi bunlar. Ancak savaşın getirdiği kayıplar ve yıkımlar psikolojik olarak tüm kesimde benzer etkilere sebep olmuştur.

VATANDAŞLIK KAÇINILMAZ

AKP'nin mültecilerden siyasi beklentisi özellikle hangi sınıflara hangi şekillerde yansıyor? AKP mültecileri yalnızca Avrupa'ya karşı bir koz olarak tutmuyor olmalı... Bu açıdan, Körfez sermayesiyle ilişkileri süreklileştirme, geleceğin oy deposu olarak görme, istihdam gibi konularda AKP için mültecilerin bir değeri olduğu söylenebilir mi?

Daha önce de bahsettiğim gibi yoksullaşma tüm Suriyelilerde genel bir biçimde oluştuğundan artık sınıfsal geçişler de çok hızlı yaşanıyor. Hala sermaye birikimini koruyan Suriyeliler de büyük tabloya bakıldığında artık AKP’yi kurtarmaya yetmez. O nedenle AKP Suriyelilere sınıfsal bakmaktan ziyade genel bir mülteci algısıyla bakıyor. Körfez sermayesiyle de ancak genel Suriye politikası açısından müttefiklik yakalamaya çalışabilir. Özellikle Kuveyt, Katar ve Sudi Arabistan gibi Körfez ülkelerini bu politikada en yakın müttefikleri görüyor. Ancak yeni bir “kandırıldık” vakası da Sudi Arabistan’ın son yaptığıyla yaşanmış oldu. AKP artık Arap müttefiklerine de temkinli yaklaşacaktır. Mültecilerin Avrupa Birliği’ne karşı bir koz olarak kullanılması da AKP’nin tam anlamıyla “Suriye politikası tutmadı madem elde kalan ve her geçen gün yeni sorunlar çıkaran bu Suriyelileri kime satsak” projesidir. AKP kısa sürede biteceğini düşündüğü Suriye savaşının bu kadar uzun sürmesiyle ülke içerisinde hem kendi tabanında hem de genel toplumsal algıda bir mülteci sorunu algısını yaratmış oldu. Daha ne zaman biteceği belli olmayan bu savaşta mültecilerin her geçen gün ülkeye maliyeti katlanarak artıyor. ABD ve Avrupa ülkelerinin Erdoğan’a verdiği taahhütler de yerine getirilmeyince Erdoğan çareyi mültecileri Avrupa’ya gönderme tehdidinde buldu. Bununla AB’yi siyasi olarak sıkıştırıp Suriye’ye müdahale edilmesi gerektiğini propaganda etmeyi hedefliyordu. Bunu da tam seçimlerden önceye denk getirerek seçim başarısını da garantilemiş oldu.

Asıl önemli soru, “bundan sonra ne olacak”. Bilindiği gibi 15 Ocak 2016’da Bakanlar Kurulu bir yönetmelik yayınlayarak Suriyelilere belirli alanlarda belirli kotalarla çalışma izni vermiş oldu. Yukarıda da bahsettiğim gibi gittikçe yoksullaşan 3 milyona yakın bir nüfus yani ülkenin % 4’ü civarında bir işsiz kesim artık iş aramaya başlayacak ve bir sermaye partisi için bu bulunmaz fırsattır. AKP’nin, Türkiyeli işçi sınıfını tehdit edeceği yeni bir işsiz ordusu var artık. Hatta Türkiyeli işsizleri de bu açıdan sıkıştıran bir durum oluşmuştur. İnsani ve politik noktada, Suriyeliler açısından bakıldığında çalışma izninin mültecilere verilmesi gerekir. Çünkü bu izin verilmediği takdirde bu kişiler kayıt dışı ekonomiye veya yasa dışı yollara yönelecektir. Ancak bu insanların AKP’nin kışkırtıcı politikaları yüzünden ülkesinden ve işinden olduğunu düşünürsek AKP’nin onlara bir hak vermediği anlaşılmış olur. İleride oy potansiyeli olarak kullanılmaları da kuvvetle muhtemeldir. Vatandaşlık konusu Suriyeliler ilk geldikleri günden itibaren konuşulan bir husustur. Bana soracak olursanız kaçınılmaz bir durumdur. Dünyanın başka ülkelerinde yaşanan benzer mülteci krizlerine bakıldığında savaş ortamı bitse bile oralardaki insanların çok az bir kısmının kendi ülkesine döndüğü, bu dönenlerin de ancak uzun yıllar sonra döndüğü görülmektedir. Bu demektir ki, Suriyeliler de ülkemizin uzun yıllarını meşgul edecek bir gündemdir. Ve artık bizlerle birlikte Türkiye’de iyi ve kötü tüm süreçleri yaşayacak ve gerek AKP gerekse başka partilerin gözünü diktiği muazzam bir oy potansiyeli olacaklardır.

 

 

DAHA FAZLA