Bir çözümleme aracı olarak ‘Suç ve Ceza’nın imkanları

Bir çözümleme aracı olarak ‘Suç ve Ceza’nın imkanları

İktidarların suç tanımındaki referansların tespiti siyasi ve ideolojik karakterlerini de açığa çıkarmaktadır. Suç ve ceza sistemleri çoğunlukla iktidar inşasının da aracı olmuştur. Bugün daha çeşitli, dolayımlı hatta görünmez iktidar -otorite araçları ortaya çıkmışsa da hâlâ neyin suç neyin ceza olduğunu tayin edebilme en ‘hakiki’ iktidar- göstergelerinden biridir.

Mitchel P. Roth tarafından hazırlanan Göze Göz- Suç ve Cezanın Küresel Tarihi isimli çalışma, Barışhan Erdoğan çevirisiyle geçtiğimiz aylarda Can Yayınları tarafından yayımlandı. Texas Sam Houston Eyalet Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Mitchel Roth’un organize suç, cezaevlerinin tarihi ve seri cinayetler konusunda birçok makalesi bulunmaktadır. Göze Göz oldukça hacimli bir çalışma; 488 sayfadan oluşan incelemenin 47 sayfalık kaynakça bölümü bulunmaktadır. Mitchel Roth, Göze Göz’de suç ve ceza, cezaevlerinin doğuşu, hukuk gelenekleri, seri cinayetler gibi konuları başlangıcından bugüne toplumsal yapıdaki değişimleri de dikkate alarak değerlendirmiştir. Milattan önceki ilk örneklerinden 21. yüzyıla kadar olan çok geniş araştırma çerçevesi düşünüldüğünde aslında kitabın hacminin yetersiz kaldığı bile söylenebilir. Özellikle yazarın suç ve cezadan toplumsal yapıya; toplumsal yapıdan suç ve cezaya olan döngüsel anlama süreci hesaba katıldığında çalışmayı bir giriş olarak düşünmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Bu nedenle kitapta ele alınan suç ve cezalar zaman içinde en çok devamlılık gösterenler arasından seçilmiştir. Örneğin cinayet, zaman içinde izi en kolay sürülen ve dava süreci birçok meseleyi açığa çıkardığı için üzerinde en çok durulan suçlardan biridir. Elbette Hammurabi Kanunlarından[1] 21. yüzyılın siber suçlarına uzanan bir skalaya sahip olan bu çalışmanın her suçu arkasındaki toplumsal yapıyı deşifre ederek ele alması beklenmemelidir. Bunun önündeki maddi engellerden birisi de suçun sistematik, yazılı kaydının 14. yüzyıldan öncesine, İngiltere dışında, tam anlamıyla uzanmamasıdır. Başka bir engel ise tarihte geriye doğru gidildiğinde toplumsal yapıdaki çeşitlenmelerin, farklılıkların artması olgusudur. Hukuku, yaygın anlayışla, toplumdaki bireylerin, çeşitli ilişkilerin kuralları ve sınırları olarak kabul edersek yazılı dönem öncesi toplumlarda bulunduğunu söylemek mümkündür: toplumdaki bireyleri diğer bireylerin kötü eylemlerinden koruyan kurallar vs. Bu kadar basitleştirerek yaklaştığımızda bile ilkel toplulukların hukuk kuralları kendi aralarında büyük farklılıklar göstermektedir. Tüm bunlara rağmen Mitchel Roth oldukça zahmetli bir biçimde olabildiğince kapsayıcı bir suç ve ceza tarihi sunmaya çalışmıştır.

Peki suç ve cezanın toplumsal yapıya dair çözümleme aracı olarak gücü, göstergesel işlevi nereden gelmektedir?

Bir toplumun ceza hukuku o toplumun ve yöneticilerinin neyi esas değer, ahlak ve ilkeler olarak tanımladığına dair muazzam bir bakış sağ[lar].” Dolayısıyla birincil olmasa da suç ve ceza uygulamalarına ilişkin veriler tarihsel olarak açıklayıcı bir kuvvet barındırır. İktidarların suç tanımındaki referanslarının tespiti siyasi ve ideolojik karakterlerini de açığa çıkarmaktadır. Suç ve ceza sistemleri çoğunlukla iktidar inşasının da aracı olmuştur. Bugün daha çeşitli, dolayımlı hatta görünmez iktidar -otorite araçları ortaya çıkmışsa da hâlâ neyin suç neyin ceza olduğunu tayin edebilme en ‘hakiki’ iktidar- göstergelerinden biridir.

İkincisi, yazıdan eski olan suç ve cezalandırma[2], ele alınan tarihsel kesitteki zihinsel yapıyı ortaya koymanın yanında geçirdikleri dönüşümle insanın hikâyesinin de önemli bir parçasını oluşturmaktadır. “Suç ve cezaya yönelik tavırlardaki zamansal ve küresel çeşitlenmeler insanlığın seyrinin gözlenebileceği mükemmel bir prizma sunmaktadır.”

Çalışmayı değerli kılan başka bir niteliği de suç ve cezaya ilişkin tarihsel gelişmeyle ortaya çıkan ortaklıkların tespitidir.

Suç ve cezanın hikâyesinde saptanan ortaklıklardan biri, toplumsal gelişmenin hızlanmasıyla fiziksel cezalandırmaların maddi tazminat ve hapis cezalarına doğru bir evrim geçirmesidir.

Başka bir ortaklık ise antik çağlardan feodal döneme ve günümüze değin hâkim huzuruna çıkmak gerektiğinde üst sınıfta doğmuş olanların her zaman ayrıcalıklı olmasıdır. Aztek uygarlığında zengin ve soylu kimselere bazı suçlarda daha sert cezalar uygulanması (topluma örnek olması) istisnası bir kenara bırakıldığında toplumsal statüye göre cezalandırma zaman ve mekân olarak oldukça geniştir.

Bir diğer ortaklık ise faillerin çoğunun genç erkekler olmasıdır. Ayrıca yazılı olmayan geleneklerin kanunlardan çok daha katı olması yazarın dikkat çektiği bir diğer ortaklığı oluşturmaktadır. Örneğin töre cinayetlerinin Akdeniz Bölgesi kadar yerleştiği başka bir coğrafya yoktur. Bu yerleşiklik M.Ö. 400’den 20. yüzyıla kadar erkeklerin eşlerini, kız kardeşlerini ihanet ya da ailenin şerefine leke sürmek suçlamasıyla yasal olarak öldürme hakkına sahip olacakları bir seviyede seyretmiştir.

Tespit edilen bu sürekliliklerin yanında modern evrensel hukuk geleneklerinin oluşmasında sömürgecilik önemli bir etkileşim aracı olmuştur. Örneğin İngiltere, Hindistan’a kendi suç ve ceza kavramlarını parça parça ve sancılı bir şekilde taşımıştır. Pek çok Asya ülkesinin hukuk geleneği Avrupalı sömürgecilerin getirdiği ceza sistemleriyle geleneksel/yerel ceza sistemlerinin çatışması şeklindedir. İslam otoriteleri, Güney Asya’nın suç ve ceza sistemlerindeki İngiliz etkisinden ‘İslam ceza hukukunu tamamen değiştirip tanınmaz hale getirdiği’ gerekçesiyle şikâyet etmektedir. İngilizler, İslam hukukunu zamansız ve gereksiz meşakkatli bulmuşlardır. İngiliz yayılmacılığı, İslam hukukundan ve geleneksel cezalandırma sistemlerinden gelen bedensel ve organ kesme cezalarındansa idam cezasını tercih eden ceza sistemlerinin yayılmasına yol açmıştır. Örneğin Bengal’in sömürgeleştirilmesi aynı zamanda kasıtlı işlenen bütün cinayetlerin cezasının asılarak idam edilmek oluşunun zorunlu hale getirilmesidir. Yani İngilizler mevcut en ağır cezadansa kurbana ya da ailesine maddi tazminat ödenmesi veya kısas yöntemiyle bir şekilde anlaşmaya varılmasını zahmetli bulmuştur.

Burada vurgulanması gereken husus Latin Amerika’ya sömürgeci güçler tarafından taşınan ‘şeref cinayetleri hakkı’dır. Şeref ya da onur cinayetleri, aile üyelerinden birinin başka bir aile üyesini (ezici çoğunluğu kadınlar) ailenin onurunu zedelediği için meşru bir biçimde öldürmesidir. Aslında bu, günümüzde devam eden kadın cinayetlerinin faillerinin, hukuki yaklaşım ve kültürel olarak aklanmasıdır. Önemli bir konu olduğu için kitaptan uzun bir alıntı:

            “2.400 yıl sonrasına hızlı bir geçiş yapıp yirminci yüzyıla gelindiğinde İtalyan Ceza Kanunu’nun 587. maddesi aldatılmış erkeğin (öfkeli baba veya erkek kardeşin) hatalı eşini (kızını, kız kardeşini ya da sevgilisini) cezalandırmasına olanak tanımakta ve karşılığında yalnızca üç ila yedi yıl hapis cezası uygun görmektedir. Yine buna benzer bir şekilde Lübnan Ceza Kanunu’nun 562. maddesi erkeklerin cinsel tutumu ‘ailenin onurunu zedeleyen’ kadın bir akrabalarını öldürmelerine izin vermektedir. 1970’lerde kadınlardan oluşan bir grup bu kanunun yürürlükten kaldırılması için uğraşmış fakat Hıristiyan Cumhurbaşkanı Süleyman Franjiye bu çabaya ‘Şerefe el sürmeyin’ şeklinde cevap vermiştir. Biriyle flört eden kızını boğarak öldüren bir adam hakkında yalnızca dokuz ay sonra af kararını vererek sözlerinin arkasında olduğunu da göstermiştir. 20. yüzyıla doğru Teksas da dahil olmak üzere Amerika’nın en az üç eyaletinde onur müdafaası yasal olarak tanınmaktaydı. Brezilya, Sao Paulo’da 1991’de yürürlükten kaldırılana dek yalnızca 1980’li yıllarda 722 erkek şeref savunması yasasından faydalanmıştır.”

Başka bir ortaklık paranın acıyı satın almasıyla ilgili; kan parası. Kan parası, ilkel toplumlarda kan davalarının toplumsal hayatı akamete uğratan sonuçlarından kurtulmak için uygulamaya sokulmuş ve neredeyse tüm coğrafyalarda uygulanmıştır. Kan parasına ya da kısas bedeline hem Batı kültüründe hem de Doğu kültüründe rastlanmaktadır. Kısas bedelinin ilk uygulanma biçimlerinden biri kurbanın ailesinden birinin belli bir süre içerisinde saldırgandan intikam almasının (öldürmek ya da organını kesmek) toplum tarafından tanınmasıdır. Suç ve cezanın toplumsal hayatı krize sokmasına karşı farklı çözüm yolları da geliştirilmiştir. Arnavutluk’ta kan davaları her iki tarafın da tarla işlemek, eğlence düzenlemek veya iş kurmak istemesi durumlarında ortak rızayla geçici olarak durdurulabilmekteydi. Yakınları öldürülen tarafın 24 saat içinde katilden veya akrabalarının birinden intikam almasına izin verilmekteydi. 24 saatten sonra yalnızca katil hedef alınabilmekteydi. Antropolog Lowie’nin belirttiğine göre[3] bu süre Grönland eskimolarında yıllara yayılabilmektedir. Suçun cezası verilmeye kalkışılmadan önce yıllar geçebilir, bu arada katil kurbanın ailesini ziyaret edebilir, onlar tarafından el üstünde tutulabilir, uzun süre barış içinde yaşayabilir. Sonrasında birdenbire çevresi tarafından avlanmaya götürülebilir veya güreşmeye zorlanarak yenilmesi durumunda öldürülebilir. Yine çobanların hedef alınmasının, pazar yerlerinde ya da kalabalık yollarda cinayet işlenmesinin yasaklanması da ekonomik ilişkilerin kesintiye uğramadan cezanın uygulanabilmesinin (hatta cinayetin gerçekleşmesinin) esas alınışının göstergesidir. Kısas ceza sistemi yukarıda aktarılmaya çalışıldığı gibi neredeyse tüm eski topluluklarda görülen bir ceza sistemi olmuştur. Özetlemek gerekirse Çin kendini bir biçimde izole edip özgün suç ve ceza kavramları[4] oluşturmuşsa da geri kalan coğrafyalar birbirinden fazlasıyla etkilenmiştir.

Cezaevlerinin bir ceza, ıslah sistemi olarak yaygınlaşması Aydınlanma sonrasında gerçekleşmiştir. Daha eski örnekler de bulunmaktadır. Örneğin İskoçların bizdeki kervanların yollarda ücret karşılığında kaldığı hanlara benzer şekilde olan toll adını verdikleri yapıların ihtiyaçtan fazla olanlarını nezarethane olarak kullandıkları bilinmektedir. Bu yapılara 1480 gibi oldukça eski bir tarihte bile rastlanmaktadır. Yine Bastille, Londra Kulesi, Kremlin, Alcatraz gibi anıtsal yapılar çoğunlukla savunma amaçlı inşa edilmişlerdir fakat hepsi bir süre cezaevi olarak da kullanılmışlardır.  Bugün bildiğimiz anlamda hapishanelerin doğuşu ve yaygınlaşması konusunda ise 18.yüzyıla işaret edilmektedir. Cesare Beccaria, Jeremy Bentham John Howard, Montesquieu gibi isimlerin halka açık işkenceyle ve suça oran gözetmeyen geleneksel cezalandırma sistemini eleştirmelerinin bunda payı bulunmaktadır. Cezaevlerinin doğuşu ya da yaygınlaşması işkenceli ölüm cezasını da kademeli olarak azaltmıştır. Ayrıca cezaevi koşullarından ötürü ölenlerin sayısı da az değildir. İşkence ve teşhir ederek cezalandırma hemen ortadan kalkmamış infial yaratan suçlarda yeniden hortlamıştır. İngiltere’de halkın idamları seyretmek için para ödemesi hatta idamın yapıldığı platforma yakın yerlerin daha pahalı olması işkencenin yalnızca cezaevlerinin açılması marifetiyle hemen ortadan kaldırılamayacağını göstermektedir. Nitekim Foucault’un ünlü kitabında aktarılan dönemin Fransa’sında kralını öldüren Robert Damiens’in korkunç idamı 18. yüzyılın ortasında gerçekleşmiştir. Bu idam öylesine korkunç acı vermek teknikleri içermektedir ki Fransa’nın yakın tarihinde sürekliliği olmayan münferit bir hadise olarak kalmıştır.

İşkencenin azalması, cezaevlerinin yükselişi, Aydınlanma düşünürlerinin suça orantılı insancıl cezalandırma sistemini savunmaları ve birçok toplumsal-siyasal gelişme bugün suç ve ceza konusunda evrensel olarak bir ortaklaşma sağlamıştır ancak aynı tarihlerde toplumsal hareketlilik ve çeşitlilik arttıkça suçun kapsamı da genişlemiştir. Dolayısıyla bir taraftan işkencenin terk edilip cezaevi, zorunlu çalışma ve sürgün gibi cezalara doğru bir eğilim görülürken diğer taraftan suçun kapsamının genişlediği bir eğilim de göze çarpmaktadır. İngiltere’de cezası idam olan suç sayısı 1688’de 50 iken 1765 yılında bu sayı 160’a Napoleon Savaşları’nın ardından da 225’e çıkmıştır. 19.yüzyılın başında Rusya’da sürgüne gönderilenlerin sayısı yılda 2 bin iken aynı yüzyılın sonunda bu sayı yılda 19 bine çıkmıştır. 8 bin kilometre uzağa, Sibirya’ya sürgüne gönderilenlerin yüzde onu doğa şartlarından ötürü hayatını kaybetmekteydi. Bu iki ülke en çok sürgün, zorunlu çalıştırma oranına sahip ülkeler olmuştur.

Tüm bu gelişmeler ışığında kısaca Osmanlı’ya bakmak gerekirse, padişaha isyan dışındaki suçlarda verilen cezayı para cezasına çevirmeye eğilimli bir yapı görünmektedir. Bununla beraber çalışmaya göre eskilerde de olsa kazığa oturtarak idam etme Antik Asya toplumlarında görülmektedir ki Kazıklı Voyvoda olarak bilinen Vlad Tepeş kendisiyle anılan bu infaz biçimini İstanbul’dayken öğrenmiştir. Devlete isyan ve eşkıyalığın cezası ise otorite tesisi amacıyla oldukça sert olmuştur. İsyancıların kesik başları içleri saman doldurulup tuzlu suda muhafaza edilerek bazı durumlarda ise bala bulayıp çuvallarla taşınarak İstanbul’a taşınarak sergilenmiştir. En çok rastlanan ceza kırbaç ve sopa cezasıdır ki bunlar para cezasına çevrilebilmekteydi. Sürgün ve kadırgalardan madenlere kadar olan bir çeşitlilikte zorunlu çalışma cezası da uygulanmıştır. Çin ceza sistemiyle özdeşleşen rencide etme cezalarına ise Osmanlı’da da rastlanmaktadır. Tavuk çaldığı ortaya çıkan suçlunun şehrin sokaklarında çaldığı tavuğun leşiyle dolaştırılması, kusurlu mal satanların kusurlu malları delinen burunlarına asılarak sokaklarda gezdirilmesi kitapta bahsedilen rencide etme cezalarından bazılarıdır. Organ kesme (el, penis ve rahmin alınması) ve diğer fiziksel cezalar (alnın dağlanması, burunların yarılıp kulakların kesilmesi) 16. yüzyıldan itibaren kadırgalarda kürek çekme cezasına çevrilebilmiştir. Mitchel Roth’un Osmanlı coğrafyasıyla ilgili bir yetkilinin açıklamasına dayanarak düştüğü notlardan biri de Halep şehrinin 300 yıllık bir zaman diliminde şeri mahkeme tutanaklarında tek bir taşa tutma vakasının bulunmamasıdır.

BUGÜN…

Bugün suçun arkasında yatan toplumsal nedenler alabildiğine çeşitlenip karmaşıklaşmıştır. Cezalandırmanın arkasında yatan güdü tarihten bugüne iktidarlar tarafından sistematik ve görünmez hale getirilmiştir. Cezalandırma mekanizmaları tarihle kıyaslandığından daha insaflı ve hata telafi edebilir görünmekle birlikte ıslah ya da kalıcı çözümü gerçekten istediğimiz konusunda ciddi kuşkular bulunmaktadır. Bugün karşımıza çıkan ortaklıklardan biri büyük şehirlerde cinayet işlemenin oldukça kolay olmasıdır. İkincisi cinayetlerin kurbanlarının kurulu toplumsal yapı itibariyle savunmasız ve yasal haklarının korunması/verilmesi konusunda kamuoyu oluşturacak güçten uzak olan yoksul kesimden olmasıdır. Üçüncüsü toplumsal zenginliğin veya fırsatların kentte de eşitsiz biçimde dağılmasıyla oluşan yoksul semtlerin suça teşvik edici koşullara sahip olmasıdır. Son olarak seri katillik olgusunun tarihte zalimliğiyle nam salmış muktedir kişi örnekleri bulunsa da kapitalizmin yükselişiyle paralel biçimde yükselmesi bugünün suçla ilgili bir diğer örüntüsünü oluşturmaktadır. 1970-2000 yılları arasında dünya üzerindeki seri cinayetlerin dörtte üçü ABD’de gerçekleşmiş, onu yüzde 21 ile Avrupa takip etmiştir.

ZAYIFLIKLAR

Son olarak çalışmanın mutlaka not düşülmesi gereken zayıflıkları bulunmaktadır. Araştırmacı Aydınlanma sonrası ortaya çıkan suçları çözümleme konusunda zaman zaman oldukça sığ yorumlara başvurmuştur. Bugünün suç ve ceza sistemlerinin ideolojik yapılanmalarını deşifre edebilmek; antik dönemlerdeki ile mukayese kabul etmeyecek kadar daha fazla şüphecilik ve incelik gerektirmektedir. Örneğin cinsel suçların artışını boş zamanın oluşmasıyla açıklamaya çalışmak ya da böyle bir tezi anmak, çalışmanın başındaki suç ve ceza sistemlerinden toplumsal yapıyı; toplumsal yapıdan suç ve ceza sistemlerini analiz etme iddiasının çok uzağına düşmektedir. İkincisi Çin ve Kuzey Kore ile ilgili ikincil kaynaklara başvurulmasına rağmen kolayca kestirimlerde bulunulması diğer bölümlerin güvenilirliğine gölge düşürüp şüphe uyandırabilmektedir.   


KÜNYE: Göze Göze – Suç ve Cezanın Küresel Tarihi, Mitchel Roth, Çev. Barışhan Erdoğan, Can Yayınları, 2017, 558 sayfa.

 

[1] Hammurabi Kanunları 5 bin yıl öncesine dayanan yasalar dizisi olmaktan çok Babil toplumundaki üç farklı sınıf için belirlenmiş 282 bölümden oluşan cezalardan oluşmaktadır. Kral tarafından oluşturulmuş bu kanunlar kendisinden sonraki Ortadoğu kültür ve anlatılarına özellikle Batı dünyasının bir dönem hukuk sisteminde izleri olan On Emir’e önemli etkiler bırakmıştır. Kanunlarının içeriği dışında Hammurabi’nin kendisi de ilham verici olmuştur; dinlerden önce tanrıdan (Güneş tanrısı ve adalet tanrısı Şamaş) vahiyler alan, peygamberlerden önce vahiyle kanun oluşturan bir kraldır.

[2] Yazıdan eski demişken, çalışmanın verdiği bilgilere göre insanlık tarihinin en eski yazılı ölüm cezası M.Ö. 16.yüzyılda Mısır’da büyü yaptığı iddia edilen birine intihar etmesi şeklinde verilmiştir. Üstelik Mısır medeniyeti diğer kadim medeniyetlerle kıyaslandığında ölüm cezasının en az verildiği bir medeniyettir. Diğerlerinde olduğu gibi kadim Mısır toplumundaki en büyük suçlardan biri baba katlidir ve cezası işkenceli ölümdür.

[3] s. 39

[4] Belki bu izole durumun da payıyla Çin ceza kanunları 2 bin yıldan uzun bir süre boyunca yürürlükte kalarak insanlık tarihinin en uzun süre yürürlükten kalan kanunlarından birisi olmuştur.

DAHA FAZLA