Bir Amerikan Gotiği Klasiği: 'Biz Hep Şatoda Yaşadık'*

Bir Amerikan Gotiği Klasiği: 'Biz Hep Şatoda Yaşadık'*

"Biz Hep Şatoda Yaşadık" dingin dinamiğiyle, sakin ama anlaşılmaya çabalayan kurgusuyla eşsiz bir roman. Gerilimi aleni değil gizliden gizliye sezeceğiniz kitapta aile ilişkileri, bilhassa kız kardeşlik vurgulanıyor. Kız kardeşlik ve “kopmaz bağ”ın, aile ilişkilerinde söylenmeden saklı tutulan sırların, sadece ve sadece “ev”in içinde kalan gerçeklerin adresini gösteriyor yazar. Biz Hep Şatoda Yaşadık’la gerçek ile gerçek olmayan arasında inişli çıkışlı bir yolculuğa çıkacak, şaşıracak, heyecanlanacak, tahmin sınırlarınızı zorlayacaksınız.

Biz Hep Şatoda Yaşadık, korku ve Gotik edebiyatın öncü yazarlarından Shirley Jackson’ın Tepedeki Ev’den sonra Türkçeye kazandırılan ikinci kitabı.

Kitap küçük bir kasabada seneler önce neredeyse bir ailenin katliamına neden olan bir zehirlenme vakasını konu alıyor. Aile fertlerinden geriye kalanlar arasında 16 yaşındaki Marricat, ablası Constance (yanlışlıkla [!] ailenin ölmesine neden olan kişi); bu zehirlenme olayını hatırladığı kadarıyla yazıp kitaplaştırmaya çalışan akli dengesi gitgelli bir amca ve ansızın gelen garip ama belki de en normal karakter kuzen Charles. Otoyolla kasaba arasındaki gizemli şatolarında yaşamaya devam eden bu küçük ailenin yalnızlaştırılması, illa ki garipleştirilmesi ve kasaba halkının psikolojik baskısı.

Yaşanan katliam, kasaba halkının baskısı ve suçluluk psikolojisi onları yalıtılmış bir hayat tercih etmek zorunda bırakır, bir taraftan da gündelik hayatlarına devam ederek sadece günü geçirmek üzere yaşama tutunurlar. Oysa yıllar önce o korkunç zehirlenme vakasında hayatını kaybeden baba, evlerinden kasabaya giden kestirme yolu kapatarak bilinçli bir uzaklaşma, ayrıksı bir durma durumu yaratmıştır. Her şey o korkunç kazayla/cinayetle başlamamış mıdır yoksa?

Anlatıcımız Marricat şatoda olanlar ile dışarıdakileri öyle çok da anlaşılır bir şekilde aktarmıyor. Yaşananlar gerçeklikle ne kadar ilgili, yoksa hepsi Marricat’in dünyasında mı? Kimler yaşıyor, kimler ölü, hayaletlere inanır mısınız? Her şeyi Marricat anlatıyor, ona inanmaktan başka çaremiz yok! Zaman zaman bu kopuşları yaşayarak buğulu bir aynadan bakmaya zorlayan bir algıyla ilerlemeye mecbur kalıyorsunuz. Kurgunun bu denli muğlak ve tüyler ürperten tarafının yanı sıra, asıl dikkat çeken şey; karakterler. Tüm karakterlerin elbette kendine özgü özellikleri var; ama hepsinin ortak noktası dünyevi hayata sıkı sıkıya bağlı kuzen Charles dışındakilerin rahatsız edici soğukkanlılıkları ve dinginlikleri.

Gözlerimin durumuna şaşırıyordum; gözlerimden biri –sol gözüm– her şeyi altın rengi, sarı ve turuncu görürken öteki gözüm mavi, gri ve yeşil tonları görüyordu; belki bir gözümü gün ışığı, diğerini ise gece için kullanıyordum. Dünyadaki herkes iki gözünden farklı renkler görse hâlâ birçok yeni renk keşfedilebilir. (s. 125)

Kitapta kasabayla ve dolayısıyla başka insanlarla bağlantı kuran tek karakter Marricat; çünkü her hafta kasabaya alışverişe gidiyor ve orada bir kahve molası veriyor. Marricat’in hikâyesinin parçası olan diğer aile fertleriyse koca bir aileyi zehirleyerek ölümlerine sebep olan, ailenin kalan fertlerine güzel yemekler yapan ve evin düzeninden sorumlu olan abla Costance, Costance’ın verdiği kadar yemek yiyen, yıllar önce yaşanan o korkunç olaya dair bir şeyler hatırlayıp hatırladıklarını kâğıda dökmeye çalışan hayli garip Julian Amca ve eve misafir olarak gelen, Marricat ve Julian Amca’nın pek de hazzetmediği ama Costance’ın yer yer hak verdiği, sosyal ilişkileri diğer aile fertlerine göre kısmen daha sağlıklı olan kuzen Charles.

Charles’ın eve gelmesiyle evin dingin ve esrarengiz büyüsü bozulsa da okur Charles’ın eve gelmesine çok şey borçludur. Biraz daha anlaşılır kılınır her şey. Charles’ın aile bireylerine karşı sert ve acımasız tavırları okurları gerçeğe biraz daha yaklaştırır, ta ki şatoda çıkan yangına kadar. Yangından sonra gene kafalar karışır, gene bilinmezlikler boy gösterir.

Biz Hep Şatoda Yaşadık dingin dinamiğiyle, sakin ama anlaşılmaya çabalayan kurgusuyla eşsiz bir roman. Gerilimi aleni değil gizliden gizliye sezeceğiniz kitapta aile ilişkileri, bilhassa kız kardeşlik vurgulanıyor. Kız kardeşlik ve “kopmaz bağ”ın, aile ilişkilerinde söylenmeden saklı tutulan sırların, sadece ve sadece “ev”in içinde kalan gerçeklerin adresini gösteriyor yazar. Biz Hep Şatoda Yaşadık’la gerçek ile gerçek olmayan arasında inişli çıkışlı bir yolculuğa çıkacak, şaşıracak, heyecanlanacak, tahmin sınırlarınızı zorlayacaksınız.

“Ay’da her şey yetişiyor. Marul, balkabaklı turta ve Armanita phalloides. Kedi tüylü bitkilerimiz ve kanatlarıyla dans eden atlarımız var. Ay’da kilitler sıkı ve sağlam, hayalet falan yok. Ay’da Julian Amca kendini iyi hissedecek ve güneş her gün parlayacak. Sen annemizin incilerini takıp dans edeceksin ve güneş her zaman parlayacak.” (s.96)

* Kitap yıl sonunda sinemaya uyarlanacak, yönetmenliğini Stacie Passon'ın yaptığı filmde Marrecat'i Taissa Farmiga; Constance'ı Alexandra Dadalio canlandıracak. 


KÜNYE: Biz Hep Şatoda Yaşadık, Shirley Jackson, Çeviri: Berrak Göçer, Siren Yayınları, 2017, 183 sayfa.

DAHA FAZLA