Bilgi Çağı’ndan post-hakikate, gerçeklerin varlık mücadelesi

Bilgi Çağı’ndan post-hakikate, gerçeklerin varlık mücadelesi

Kapitalizme hizmet eden ideolojiler (önceki yüzyıllardan sınıflı toplum yapısını doğallaştıran düşünsel kalıplar) de gerçeği büker ya da onları bağlamsızlaştırarak dönüştürücü etki gücünü elinden alır. Medya ve Sol çalışması kapitalizmde medyanın bu işlevine odaklanmaktadır. Kitaptaki on dört makale, kapitalizm ve onun son fenomenlerinden olan medya olgusunu alternatif bir perspektifle incelemektedir. Birbirinden farklı noktalara çubuk büken, zaman zaman birbirini eleştiren bu metinler kapitalizme, onun aldatıcı gerçeklik yorumlarına ve gerçekliğin kendisini görmezden gelen genel tutumuna karşı mücadele eden sol düşünce açısından önemli tartışmalar içermektedir.

Savaş Çoban'ın derlediği makalelerden oluşan Medya ve Sol isimli çalışma Sel Yayınları tarafından yayımlandı. Kitaptaki on dört makale, kapitalizm ve onun son fenomenlerinden olan medya olgusunu alternatif bir perspektifle incelemektedir. Birbirinden farklı noktalara çubuk büken, zaman zaman birbirini eleştiren bu metinler kapitalizme, onun aldatıcı gerçeklik yorumlarına ve gerçekliğin kendisini görmezden gelen genel tutumuna karşı mücadele eden sol düşünce açısından önemli tartışmalar içermektedir. Solun medya ile olan teorik geçmişini özetleyerek bugün sıkça kullanılan post-hakikat olgusuna değiniyor. Bunun nedeni; haberin, basının, medyanın değişimini anlamak için bilginin ve gerçeğin yaşadığı dönüşüm üzerinde de tartışmanın zorunlu oluşudur. Kitap, verili bir sol hareketin (veya hareketlerin) medya tutumunu değil; öncelikle kapitalizmin kendisinin 'yeni' formlarını (iletişim ve enformasyon) tartıştığı için bu yazı da aynısını yaparak başlamaya mecburdur.

TEORİK MÜKTESEBAT; GRUNDRİSSE, FRANKFURTNOKYLU…

Marksizmin medyayla olan ilişkisi, basını ve gazetecilik mesleğini yorulmaksızın iktidarı ifşa eden bir yapı olarak görmesinden ibaret değildir elbette. Özellikle 20. yüzyılda Frankfurt enstitüsünde toplanan teorisyenlerin kültür, enformasyon ve iletişim alanında yaptıkları çalışmaların bu disiplinleri domine ettiğini söylemek mümkün. Hatta ‘kültürel aygıt’ kavramını ilk ortaya atan Bertolth Brechtir. Modern bir iletişim ve enformasyon teorisi oluşturma açısından Marx'ın Grundrisse çalışması büyük öngörüye sahiptir. Genellikle Kapital'e giden yol olarak değerlendirilen Grundrisse aslında kapitalizmin bugünkü görünümüne yol açan motivasyonlarını tespit etmektedir. Bu tespitte iki uğrak önemlidir: Biri iletişim, diğeri enformasyon. Birbirine geçecek biçimde bu iki kavram aslında kapitalizmin tahakkümünün üzerinden çok geçmeden kendisini gösterecektir. Çünkü onun doğasına içkin bir güdüdür. Marx'ın Manifesto, Grundrisse ve Kapital'de sergilediği üzere teknolojik gelişimle kapitalizm neredeyse özdeş, birbirini çağrıştıracak derecede iç içedir. Teknik gelişme yani demiryolları, vapurlar, telgraf hem üretim maliyetini düşüren hem de kârı arttıran ve sermayeyle barışık gelişmelerdir. İnsanın doğada etkin bir varlık olarak gücünü gösteren bu teknik gelişmenin ortaya çıkmasını ve sürekliliğini sağlaması nedeniyle burjuvazi de payına düşen övgüye mazhar olur. Burjuvazinin sermayesini biriktirirken ve dolaştırırken teknolojik gelişmeyle kurduğu ilişki onun doğasına ait karakteristik bir özelliği daha belirgin hale getirir: Kalifikasyon. Sermayenin dayandığı somut kaynağın makine değil, onu icat eden ve kullanarak üretim yapan emek gücü, yani insan olması daha başından bir kalifikasyon sürecini başlatır.

GÜNÜMÜZ…

Artık üretici de tüketici de dijital okuryazarlığa gereksinim duyuyor. Ek olarak sermaye, toplumsal ve bilimsel bilginin üretime doğru akmasını sağladıktan sonra bunu düzenlemeye de başlamıştır. Egemen sınıf olarak bilimsel çalışmaların doğrultusunu sermayenin, kârın gelişimine doğru tayin etmiştir. Tıpkı bugünkü üniversite-sanayi iş birliği politikaları gibi… Uzatmadan, bu sürecin kendisi yani iletişimin ve bilginin sermayenin desteğiyle gelişimi onları da metalaştırmıştır. Emekçi sınıf kapitalist ilişkilerin içinde kendini daha kalifiye hale getirmeye ve bunun için de bilgi-iletişimsel eyleme başvurmuştur. Teknik bilgiyle üretim sürecinin bu birlikteliği klasik iş yapma biçimlerini, iş yaşamını ve paranın kendisini (Bitcoin) bile değiştirmiş, ‘yeni nesil serbest çalışma’ modeli (freelance ekonomi) ortaya çıkmıştır. Hatta bu durumu ‘bağımsız işçiler dönemi’ olarak adlandıranlar da var. Temeldeki sömürü ilişkisi değişmese de sonuç olarak çağımızda enformasyon hem bir meta hem de metayı ortaya çıkaran süreçlerden biri haline gelmiştir. Artık işin olabilmesi için gereken bilgi fazlasıyla büyümüştür. Enformasyon, böylece bilginin başat hale geldiği bir toplumsal yapıda üretim aracı görünümü kazanmıştır çünkü diğer işlerin ve metanın gerçekleştirilmesini sağlayan bilgiden sorumludur.

Peki bunu bir gelişim olarak değerlendirebilir miyiz?

Aslında kapitalizmin göstermiş olduğu üzere tüm insanlık bolluk içerisinde ve aynı zamanda boş zamana sahip olarak yaşamayı sağlayacak teknik güce sahiptir fakat çağımızda teknik gelişmeyle yaratılan boş zamanın kendisi yine üretim sürecinde daha iyi bir meta olmaya, kar odaklı tekniğin gelişiminde pay kapmaya harcanmaktadır. Kapitalizmin bilgiyi, enformasyonu bu biçimde metalaştırırken üzerine oturduğu çelişki, insanının en özel niteliği olan üretici gücünün gelişirken ziyan olmasıdır. Çünkü toplumsal bilgi, gelişim kaynakları kolektif değil özel mülkiyete dayalıdır. İnsanın yaratıcı aklının, gerçeğin keşif sürecinin ziyan olduğunun en net kanıtı Sovyetler Birliği’nin devasa tehditler altındayken bile emperyalizmin en ‘gelişmiş’ ülkesini birçok dalda sollamasıdır. Kapitalizmin bilgiyle kurduğu bu ilişki bilginin konusunu, motivasyonunu ve sahip olduğu belirleyici gücünü oldukça sınırlamıştır. Buraya kadar enformasyonun ekonomik yapıyla kurduğu karşılıklı ilişkiyi özetlemeye çalıştık. Şimdi bu sürecin bir anlam ikmal mekanizması olan medyaya olan yapısal yansımalarına ve siyasal kullanımlarına odaklanacağız.

MEDYA NEDEN ÖNEMLİDİR?

Kapitalizme hizmet eden ideolojiler (önceki yüzyıllardan sınıflı toplum yapısını doğallaştıran düşünsel kalıplar) de gerçeği büker ya da onları bağlamsızlaştırarak dönüştürücü etki gücünü elinden alır. Sol ve Medya çalışması kapitalizmde medyanın bu işlevine odaklanmaktadır. Gerçekle kurulan ilişki oldukça çetrefilli bir konu olmasına rağmen bağlamı kapitalizm ve onun yeniden üretilmesi olarak sabitlersek anlaşılır olmaya yaklaşabiliriz. Bükülmüş gerçeklik ya da klişe formülasyonla 'yanlış bilinç' yani ideoloji, medyanın savaş sahasını oluşturur görünmektedir. Sol medyanın orantısız bir düzlemde gerçeği devrimci olarak ortaya koyma mücadelesi anlamın yani gerçeğin kendisiyle ilgili bir uzlaşmayı gerektirmektedir. Anlamın, gerçeğin özne – nesne ilişkisiyle ortaya çıkan bir ürün olması onun varoluşuna gölge düşürmez. Gerçeğin kendisiyle ilgili yapılan tartışma post-modernizmle özellikle Derrida’nın kurgusökümcü yaklaşımıyla, hayatımıza girse de artık yeni bir olgumuz var; post-hakikat (post-truth). Düşünce ürünün hafifleşmesi, tarihsellik ve ilerleme (gelişim) gibi kavramların yakın tarihimizde saldırı altında olması bugün hayret verici yeni bir durummuş gibi karşılanan ve hemen yeni bir kavram yaratmak için akademide fırsat olarak görülen post-hakikat tanımına yol açmıştır. Ancak buna geçmeden önce kapitalizmde medyanın klasik bir refleksine değinmek gerekiyor. Bu refleks; gerçeğin kendisinin ortada olmasına rağmen dikkate alınmaması, karar alıcılar tarafından bir ölçüt olarak değerlendirilmemesidir.

Birleşik Krallık’ta Kelle Vergisi’ne karşı yapılan protestolar uzun bir süre boyunca görmezden gelinmiş ve bu vergi ancak Muhafazakâr Parti’yi bölünme tehdidiyle karşı karşıya getirdiğinde kaldırılmıştır. Kuzey İrlanda’daki ayaklanmayı bastırmaya yönelik operasyonlar sırasında yürütülen her kamuoyu yoklamasında halkın Britanya ordusunun geri çekilmesinden yana olduğu sonucu çıkmıştı fakat hiçbir ana akım parti bu konuda halk iradesini yürürlüğe koyma girişiminde bulunmadı. Birleşik Krallık ve ABD’de nüfusun geniş kesimleri şirketlerin yarattığı kirliliğe karşıdır ve enerji ve ulaşımdan sağlık ve eğitime kadar her alanda kamu finansmanını onaylamaktadır. Fakat her iki ülkede de hükümetler sosyal ve ekonomi politikalarında piyasa doğru ilerlemektedir.” (s.104)

Zamanda ve mekânda uzağa gitmeye gerek yok. Hepimizin tanığı olduğu daha sert bir süreç referandum öncesinde ve sonrasında yaşandı. Birbirinden farklı anketlerin ortaya koyduğu ve referandum sonucunda beliren gerçek, kanuna ve kamuoyuna rağmen görmezden gelindi. Dolayısıyla artık çağımızda sol ve medya konusunda yapılan tüm mücadele aynı zamanda gerçeğin, anlamın toplumsal olarak dönüştürücü bir kuvvet barındırdığının savunusudur. Bu örneklerin ortaya çıkardığı sonuç ideolojik mücadelenin yani gerçek üzerine yapılan mücadelenin siyasi mücadeleye muhtaç oluşudur çünkü sözün kendisinin değiştirilmesi, gerçeği ve karar alma sürecini kendi başına değiştiremez fakat söze, yazıya hâkim olmak, gerçeğin içinden hangi anlamın çıkarılacağı konusunda baskın olmak siyasi bir kuvvet oluşturmanın hem bir yolu hem de sonucudur. Bir diğer altı çizilmesi gereken nokta rıza üretme mekanizması olan basın, medya gibi ideolojik araçların gizemli, görünmez değil ortada olmasıdır. Kapitalizmi doğal gösteren tüm ideolojilerin yapısal hedefi ‘ideoloji olmamak, ideolojik görünmemektir.’ Onun görünmez, öznenin müdahalelerine kapalı bir algı yaratması maddi, toplumsal süreçlerle hemhal bir yapıya sahip olduğunun unutturulmasına bağlıdır. Yani ideolojilerin yaşamı ve mücadelesi fizikidir. İdeolojik olarak yeninin ya da alternatifin ortaya çıkması da ilgili ideolojiyi destekleyecek siyasal-maddi sürekliliği sağlamakla ilgilidir. Maddi yaşamın krizlere gebe oluşu, alternatif ideolojinin ya da yeninin maddi-siyasal yaşamda süreklilik kazanmasında bir fırsattır. Bu fırsatın kullanılmasında ise medya önemli bir yer tutar. Tekrar belirtmekte fayda var; eğer ideoloji durağan, maddi yaşamın basit bir yansımasından ibaret olsaydı tarihsel gelişim çok yavaş olurdu. İnsanın kendini geliştirerek ve yaşam koşullarını değiştirerek tarih yapabilmesinin nedenlerinden biri de kendi yaşam koşulları ve düşünceler üzerine düşünmesidir. Bunun yanında Engels’in yapı-üst yapı ilişkisi hakkında söyledikleri de maddi yaşamın düşünselde yeniden üretilmesi konusunda önemlidir. “Tarihte en belirleyici/hayati öğe gerçek hayatın üretimi ve yeniden üretimidir. Bundan fazla ne ben ne de Marx bir şey ileri sürmedik. Dolayısıyla eğer birisi bunu ekonomik öğe tek belirleyicidir diye döndürürse, bu önermeyi anlamsız, soyut, saçma bir söze dönüştürür. Tüm öğeler arasında karşılıklı bir ilişki vardır.” Gerçek hayatın yeniden üretiminde ideoloji, ideolojinin üretiminde basın-medya önemlidir. Bunu ideolojinin toplumsal hayattaki görünümlerine baktığımızda tespit etmek daha kolaylaşacaktır;

  1. Toplumsal hayatta düşüncelerin, inançların ve değerlerin genel maddi üretim süreci.
  2. Belirli bir grup veya sınıfın koşullarını ve yaşam deneyimlerini tutarlılıkla simgeleyen düşünceler.
  3. Muhalif çıkarların karşısında, bir grubun veya sınıfın çıkarlarının teşvik edilmesi ve meşrulaştırılması.
  4. Bir toplumsal oluşumu birleştirmek amacıyla egemen bir toplumsal grubun çıkarlarının teşvik edilmesi ve meşrulaştırılması.
  5. Bir egemen grubun/sınıfın çıkarlarının çarpıtma ve örtbas yoluyla meşrulaştırılmasına yardımcı olan düşünce ve inançlar.
  6. Bir bütün olarak toplumun maddi yapısından doğan yanlış ve yanıltıcı inançlar. (Eagleton)

Dolayısıyla yanlış bilinç, ideolojinin stratejilerinden biridir ve sınıfsal tahakkümün göstergesel seviyesidir. Belli tahakküm biçimlerini meşrulaştırma, doğallaştırma, sürdürme, savunma ve bunlara karşı gerçek veya potansiyel direnişleri baskılama amaçlarının taşır. Toplumun geniş kesimlerini toplumun ve toplumsal düzenin tahakkümcü veya sömürücü haliyle kalmasının iyi, adil, özgür veya olması gerektiği gibi olduğuna inandırmayı hedefler. Bu hedef ast konumundaki birey ve grupları dönüşüm için çalışmamaya veya statükoyu sorgulayan güç ve düşünceleri desteklememeye ikna edecek malumatı yayma göreviyle ilişkidir.

Nihayetinde, kitle kültürünün siyaset ve toplumsal değişimle olan ilişkisinde iletişim ve medya önemli bir yer tutar.

Peki medyanın bu amaçlar doğrultusunda memurluğu nasıl hayata geçer?

  1. Bizle ilgili olumlu bilgileri ifade etmek/vurgulamak,
  1. Onlarla ilgili olumsuz bilgileri ifade etmek/vurgulamak,
  1. Onlarla ilgili olumlu bilgileri bastırmak/önemsizleştirmek,
  1. Bizle ilgili olumsuz bilgileri bastırmak/önemsizleştirmek.

Bu kurguyu kitaptaki bir örneklemle somut hale getirelim: Basındaki yaygın bir ırkçı ideoloji; a) bir ulusal grup, bir de göçmenler grubu tanımlar, b) örneğin göçmenlerin suçlu oldukları, çalışmadıkları, farklı diller konuştukları, farklı geleneklere sahip oldukları gibi sebeplerle ulusal gruptakilerin hayatlarını olumsuz yönde etkiledikleri iddiasıyla ikisi arasındaki ilişkiyi tarif eder ve c) göçmenlerin sınır dışı edilmesi gibi belirli önermeler sunar. Bu şekilde ideoloji, statükonun karşılaştığı krizlerin hedefini toplumsal olarak özgün sorunları kullanarak şaşırtır. İdeolojinin bu biçimiyle billurlaşmasında medya koçbaşıdır.

BİLGİ ÇAĞI MI? POST HAKİKAT Mİ?

Bu yazıda “post-hakikat” tarifine yeterince yer vermek mümkün olmasa da bahsetmek zorundayız. Post-hakikat son dönemin moda tanımlarından biri. Hatta Oxford Sözlüğü post-truth sözcüğünü 2016 yılının sözcüğü olarak kabul eder. Bu ifadenin “gerçeği değersiz, anlamsız hale getirme” olarak ilk kullanımı 1992 yılına dayanmaktadır (Steve Tesich, Nation dergisi). Post-hakikat ifadesinin Türkçe karşılığı üzerinde henüz ortak bir görüş olmamasına rağmen biz “gerçek ötesi, gerçek sonrası” anlamında değil tıpkı post-modernizm ifadesinde olduğu gibi kendisinden sonra gelen kavramı yadsıyan bağlamda kullanacağız. Yani post-hakikat, gerçeğin etkisizleşmesi, önemsizleşmesi, değersizleşmesidir.[1]Bu kavramın son 2 yılda bu kadar popüler olmasında Brexit referandumu ve Trump’ın seçimi kazanması etkili olmuştur. Bu süreçte İngiltere’de Brexit yanlısı Boris Johnson ve Amerika’da Trump’ın açıkça yalan söyleyerek yürüttükleri seçim çalışmalarının zaferle sonuçlanması, insanın rasyonel bir varlık olduğu şeklindeki Aydınlanma’dan beri süregelen varsayım konusunda da tartışmalara sebep olmuştur.

Bir diğer problem post-hakikatin yadırganması, birdenbire peyda olmuş bir olgu olarak görülmesidir. Özellikle Soğuk Savaş’tan itibaren kapitalizm sürekli olarak yalana başvurmaktadır. Uzun bir süredir iktidar sahipleri tarafından gerçekler yalanlanmıyor bile. İkinci plana atılarak, anılmayarak değersizleştiriliyor. Kapitalizmle barışık akademi aynı anda çağımızı hem bilgi toplumu hem de post-hakikat kavramıyla açıklamaktadır. Bu tutarsızlığa yol açan husus, bilginin kapitalizmde -yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi- yalnızca bir meta olarak değerinin olmasıdır.

Bilgiyi değersizleştiren bizzat kapitalizmde onu değerli kılan süreçle alakalı: piyasa değeri. Elbette evrimsel açıdan insanın hayatta kalma biçimlerini geliştiren araçsal-pratik bilgi önemli ancak kapitalizmde karşımıza çıkan bilgi türü piyasanın güvenilmez, her an dibi görecek trendleriyle ilgili bir bilgidir. Yani bilinçli olarak kendisine yol açan ve sürekliliğini sağlayan bir bilgi süreci değil, bilgiyi tekdüzeleştiren bir süreç. Yani sorun bilginin amaçsal olmasında değil, amaçların her an değişen kapitalist doğanın kaotik ellerinde olmasıdır. Uzun vadeli, planlı ve insanlığın genelini ilgilendiren mevcut sorunlara yönelik yoğunlaştırıcı bir bilgi değil, rekabette avantaj sağlayacak bir bilgi modelinin hâkim olması kendisinin altını oymuştur. İnsanlık; bilgi üretme, ilerleme potansiyelini bu model nedeniyle ziyan etmektedir. Bilginin ilerlemeyle yani eylemle olan bağının ortadan kaldırılmasıyla... Bilginin eylemle bağını yitirmesi kuraklaşma ve atıllık demektir çünkü gerçekler ve bilgiler olguların kendisinden fazla bir şeydir. Bilme bir keşfetme eylemidir oysa günümüzde bilginin erişebildiği beslendiği tek eylem alanı rekabette öne geçmek ve piyasa değerini yükseltmektir. Bilginin toplumsal yaşamda dönüştürücü bir kuvvet değil piyasada bir değer oluşturması post-hakikatin dinamiklerindendir.

GERÇEKLERİN DEVRİMCİ KALMA MÜCADELESİ

Medya tüm bu nedenlerden ötürü kapitalizme alternatif arayışlar için varoluşsal önemdedir çünkü medya; alternatif, devrimci ya da yaratılmak istenen gerçeğin pratiğinin önsel olarak üretilmesinin bir uğrağıdır. Marx’ın gazeteciliği ticari bir iş olmanın yanında toplumsal konularda düşüncelerin üretimi olarak nitelemesi, açık ki medyanın bu potansiyeline işaret ediyor. Bunun yanında halk iletişim aracı dediği basın hakkında insanların entelektüel yaşamlarını birbirilerine iletmelerinin en genel yolu olduğunu kaydeder. Medyanın yoğunlaştırılmış stratejik kullanımı, tarihin öznesi olan insanın gücünü yönlendirebilmektedir. Marx bu nedenle gazetecilere çok önemli bir toplumsal sorumluluk ve toplumu aydınlatma görevi yükler. 1849’da the Neue Rheinische gazetesinin editörü olarak mahkemedeki savunmasında “Kendi çevresinde ezilmişi temsil etmek ve sosyal ve siyasal gücün cellatlarına karşı koymak gazetenin görevidir.” demiştir.

Enformasyon ajanları, kültürel aygıtlar ve medya gibi rıza mekanizmalarının en büyük savunmasızlığı düzene olan aidiyetlerinden gelen zayıflıklardır. Bu mekanizmalar üzerindeki özel mülkiyet, doğası gereği kamusal bir araç olan basın ve medyayı yapısal olarak çelişkili, sakat hale getirir. Gerçeğin, bilginin kamusal alanda kurulması yani ‘haber’ haline getirilmesi verili toplumsal yapıya karşı devrimci bir aidiyetsizlikle yapılabilir artık.


KÜNYE: Medya ve Sol, kolektif, Derleyen: Savaş Çoban, Sel Yayıncılık, Mart 2017, 348 sayfa.

 

[1] Herkese Bilim ve Teknoloji, “Yalanın Yeni Adı Post-Gerçek”, sayı 37.

DAHA FAZLA