Başkalarına yaşanmış hayatlar

Başkalarına yaşanmış hayatlar

Roman, Güney’in çok sevdiği memleketi Adana’da -Adana’nın Yenice Köyü’nde- geçiyor. Kan davası yüzünden Siverek’te babası gözlerinin önünde öldürüldükten sonra, annesiyle Adana’nın Yenice Köyü’ne göç eden Halil’in askerden döndükten sonra uzun süren uyanışına tanık oluyoruz romanda.

Yılmaz Güney cebinde biriktirdikleriyle yola çıkıyor hep. Bu nedenle izletirken de okuturken de anlıyorsunuz nasıl yaşadığını. Yabancı gelmiyor yarattığı eserler size. Güney’in Nevşehir Cezaevi’ndeyken yazdığı bu roman yaklaşık on yıl sonra, 1971 yılında, yayınlanıyor ve 1972 yılında ilki verilen Orhan Kemal Roman Armağanı Ödülü’nün sahibi oluyor. Bu yıl yayın kataloğuna Yılmaz Güney’in “Umut” adlı senaryosunu da alan İthaki Yayınları tarafından geçtiğimiz ocak ayında yeniden yayınlandı “Boynu Bükük Öldüler”.

“Boynu Bükük Öldüler”i 1961-62 yıllarında yazan Yılmaz Güney, çok iyi bildiği, tanıdığı köy gerçekliğini inceliyor romanında. Roman, Güney’in çok sevdiği memleketi Adana’da  -Adana’nın Yenice Köyü’nde- geçiyor. Kan davası yüzünden Siverek’te babası gözlerinin önünde öldürüldükten sonra, annesiyle Adana’nın Yenice Köyü’ne göç eden Halil’in askerden döndükten sonra uzun süren uyanışına tanık oluyoruz romanda.

Anasını kaybettikten sonra kimsesiz kalan Halil, yanında çalıştığı ağasına son derece bağlıdır. Kimsesizliğindendir belki de bağlılığı. Ağasının zalimliğini, ne kadar ezilse de göremiyor Halil. Az çok doyacak kadar ekmek verilmesi, ahır da olsa yatacak bir yerinin olması vicdanen bağlıyor Halil’i ağasına. Yaşadıkları hayatın hayat olmadığını, hiçbir ilerleme kat edemediklerini gören, yaşları itibariyle de Halil’den daha fazla tecrübe edinen diğer tutmalar, askerden dönen Halil’in şehre gitmesi için çok dil dökerlerse de Halil, ağasına olan bağlılığını “Ağasını tanımayan Allah’ını da tanımaz” sözleriyle savuşturuyor.

REMZİ OKULA GİDECEKTİR, MUTLAK…

Kamber, romanın önemli karakterlerinden biridir. Tüm umudu oğlu Remzi’dir. İstemez oğlu kendisi gibi itilip kakılsın. İstemez yarı aç yarı tok, ağa kapılarında ırgat olarak sürdürsün hayatını. Istemez kendi gibi ezilsin. İster ki oğlu okusun, eli iş tutsun; boynu bükük kalmasın.

Durmuş Ağa’nın Kamber’e lafıdır: “Seninkisi de akıl değil be Kamber; düşün bir kere; sen fakir adamın birisin, çocuk okutmak senin neyine? Sonra fakir çocuğu, ha okumuş ha okumamış, hepsi bir. Okuyup da adam mı olacak sanki?”

Remzi de babasının, köylünün halini gördüğünden; yağmur, çamur da olsa, yarım günlük yolu göze alarak gider okula. Bir gün Remzi’nin okul dönüşü yağmur suyuyla dolan bir hendekte boğulma tehlikesi atlatması Kamber için kırılma noktası olur. Dilencilik de yapması gerekse şehre gidecek ve Remzi’yi okutacaktır. 

MÜNFERİT DEĞİL SİSTEMATİK

Köy yerinde genel olarak herkesin yaşadığı sorunlar benzerlik gösteriyor. Hiçbiri münferit değil! Okurken “amma da abartmış” diyemiyorsunuz. Çünkü anlatılanlar o kadar gerçek, o kadar yalın ki. Güney’in çizdiği köy hayatının ve karakterlerin bu anlamda abartıdan uzak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ekonomik ve toplumsal gerçekliğin kendisi vücut buluyor her bir karakterde ve olayda. Genç köylü kadınların tecavüze uğraması, artık “namuslu” olarak görülmedikleri için en yakınları tarafından bile “kirli” görülmesi ve tabi ki suçluların cezalarını çekmemesi, yabancısı olduğumuz konular değil elbet. Emine’nin köy ağalarından birinin kardeşi tarafından tecavüze uğradığını gören Çakal Omar, hak, hukuktan yana şanslı olmayacağını bildiğinden olsa gerek, adaleti kendi elleriyle sağlar. Çakal Omar, karısına da tecavüz eden bu adama zaten hırslıdır. Başka Eminelere, başka Halimelere de aynısı olmasın diye öldürür Selim’i ve Bedelini karısıyla birlikte diri diri yakılarak öder.

“Bırak kovsunlar, bırak sürsünler! Her önüne gelenin kanına girsin daha mı iyiydi? Mapısa mı atacaklar beni? Atsınlar. Mapıslara da atsınlar, zindanlara da atsınlar, zincirlere de vursunlar! İçime bak benim, içime. Boynum bükük değil gayrı. Başım dik Halime! Namus namustur. Bizi kapılarındaki itlerden de aşağı tuttular. Bizi adamdan saymadılar hiç; bizim yüreğimiz yok mu anam? Bizim namusumuznan oynadılar, bizim namusumuz yok mu?”

KÖYDEN KENTE

Köylüler, ağaların daha da zenginleşmesi için tarlalarda kan ter içinde çalışırken kendilerine de kışlık yiyecek çıksın diye çalışıp didinir ama tarımda makineleşme ilerledikçe köylüye duyulan ihtiyaç da azalır. Bunu iyi görenler fabrikalarda işçi olarak çalışmak üzere kent merkezlerine gitmeye başlarlar. Ekmek artık kentlerde ve sanayileşmededir.

Kahramanımız Halil’in uyanışı şimdiye kadar kaybettiklerinde değil, umutlarının vücut bulduğu Arap Seyfi’nin horozunda can bulur. Durmuş Ağa’nın kovduğu Arap Seyfi, kendince bir yol bulur ağadan intikamını almak için. Ağayla doğrudan karşı karşıya gelemeyeceğini bilen Seyfi, horozları karşı karşıya getirmek ister. Ve tüm köylünün umudu olur Seyfi’nin horozu. Halil’in de!

Hayat, insanlık, sevgi, başarı, hepsi işte bu kanlı ve beyaz tüyleriyle ölmüş horozun üstündeydi. Başkaları için dövüşmüş, hayatını başkaları için harcamış bir güzel horoz. Yaşamının, güzelliğinin yanı sıra acı bir ölüm işte.


KÜNYE: Boynu Bükük Öldüler, Yılmaz Güney, İthaki Yayınları, 2016, 414 sayfa.

DAHA FAZLA