Barış istemeye devam

Barış istemeye devam

Bu kitapla bir kez daha ve kuvvetle inandım ki, bugün barış diyenler yarın da demeye devam edecek. Atlatılan bunca badireye rağmen hiçbir metinde yılgınlık emaresi de görmedim. Durum icabı bir ‘yıkılmadık, ayaktayız’ mesajı da değil bu. Haksızlıklara ve dahi felaketlere tepkimizin üzülme, öfkelenme, arada bağırıp çağırma, en fenası ilenmeye sıkıştığı şu son dönemde, açıkçası bu metinler bana ilaç gibi geldiği gibi, iyi takip ettiğimi sandığım bir süreci daha iyi kavramama da yardımcı oldu.

Dilek Yılmaz

Barış bildirisi imzacısı on beş hocanın kaleme aldığı ‘Akademisyenlerden KHK öyküleri’ geçtiğimiz günlerde NotaBene etiketiyle raflarda yerini aldı. Kitap KHK ile üniversiteden ihraç edilen akademisyenlerin kişisel hikayelerinden oluşuyor. İktidarın aydınlara birikmiş kinini OHAL bahanesiyle kustuğu, Cumhuriyet tarihinin bu en gerici döneminde okur ve bir yurttaş olarak hikâyeleri okurken en büyük sevincim, boğazımı öfkeyle düğümleyen satırların dibine hocalarımızın bıraktığı umut tohumlarını toplamak oldu.

Barış gibi, özgürlük gibi insan olmaya dair temel talepleri hayatının merkezine samimiyetle koyanların yolda dönüşeceğine pek inanmayanlardanım. Dönemin imkânlarıyla kişisel çıkarlarının kesiştiği yere geçici çadır kuran uğrakçılar konumuz değil. Bu kitapla bir kez daha ve kuvvetle inandım ki, bugün barış diyenler yarın da demeye devam edecek. Atlatılan bunca badireye rağmen hiçbir metinde yılgınlık emaresi de görmedim. Durum icabı bir ‘yıkılmadık, ayaktayız’ mesajı da değil bu. Haksızlıklara ve dahi felaketlere tepkimizin üzülme, öfkelenme, arada bağırıp çağırma, en fenası ilenmeye sıkıştığı şu son dönemde, açıkçası bu metinler bana ilaç gibi geldiği gibi, iyi takip ettiğimi sandığım bir süreci daha iyi kavramama da yardımcı oldu.   

Hikâyelere baktığımızda başlangıcı herkes için aslında aynı, haksız bir biçimde işini kaybediyorsun. Bununla bitmiyor tabii. Oturduğun lojmandan da Apar topar çıkarılıyorsun ya da evini boşaltman gerekiyor bir süre sonra, hayatını en ekonomik biçimde nasıl çevirebileceğini düşünüyorsun. Eşin bir başka şehre, hatta ülkeye gidiyor; sen kalıyorsun ya da tersi. Yaşam gailesiyle beraber bir de hasretlik çekiyorsun. Çoluk çocuk düzen değiştiriyorsun. Emekli olsan ‘yırtacaksın’, olmamayı seçiyorsun. Bütün bunlar olurken bazen en yakınlarını bile şüphe etmediğin bir eylemin haklılığına, “Tamam anladık da buna değer mi”ye ikna etmek için çaba harcamak durumunda kalıyorsun. Yetmiyor, gözünün içine baka baka bir günde dümeni düzenin suyuna kıranların tavır değişimine tanıklık ediyorsun. Gününü beklemiş gibi, sen haksızlığa uğradığında kendine buradan keyifle fırsat devşiren kifayetsizlerin zaten bildiğin varlığı, üstüne bir de gözüne sokuluyor ve dahası…

Tüm bunlar yazıldığı, okunduğu kadar kolay yaşanmıyor elbet.  

Her birinin bu süreci kendi özel koşulları içinde deneyimlediği muhakkak. Yüzüp yüzüp kuyruğuna getirdikleri projelerden el çektirilmeleri, yarım bırakmaya zorlandıkları tez danışmanlıklarıyla öğrencilerini ortada bırakmanın ayrıca gönüllerine yük olması da cabası. Kitabı yayına hazırlayan Kuvvet Hoca’nın kendi öyküsünden bir bölüm sanırım tam da bunun kaynağını adresliyor. “Bazı hevesler ilk görüşte aşk gibidir. Kimisi söner gider, kimiyse zamanla sevgiye dönüşür. Gitgeller yaşansa da sevgi zamanla olgunlaşır, sevince de bırakamazsınız. Hocalık tecrübem bu tanıma oldukça yakın.

İmza meselesi uzunca zaman tartışmalara konu olmuştu. “Metnin içeriğini, dilini tartışmaya çalışanlara hâlâ şaşıyorum,” diyor Serdar Hoca. Odağı kaybediyoruz çoğu zaman.  

Hocaların şimdi ne yaptığı haliyle merak konusu. Hayatlarını bir biçimde yeniden düzenlemek durumunda kaldıkları malum. Neyi yapmadıklarına gelirsek... Bir defa hiçbiri devlet ‘sen şimdi bir kenarda otur’ dedi diye bir kenara çekilmemiş. Var olsunlar! Açtıkları mekânlarda, dayanışma ağlarında söyleşilere, birlikte düşünmeye, tartışmaya, üretmeye devam ediyor. Müzikle, tiyatroyla, kültürevleriyle, alternatif akademilerle; meslektaşlarıyla kenetlenmiş halde, öğrencileriyle görüşüp buluşuyor, çalışmalarını destekliyorlar. El attıkları her alanın altından da kalkıyorlar. Gidişata göre, devlet bu sürecin sonunda yaptığına pişman olabilir.

Didem Hoca’nın öyküsündeki gibi, “bir insan birçok insandan oluşur”, bu her birimiz için geçerli ve hepimizde çokça insan, o çokça insanın içinde de çokça hocanın eli, emeği var.

Bütün hocalarımızın metinlerinden epeyce satırın altını çizdiğim halde alan darlığından bu yazıda alıntılayamadım. Diyeceğim, özetle; tarihe not düşen bir kitap olmuş. Okur olarak kendime çıkardığım ders ise, buradan sonrası hepimiz için ‘mücadele’ ve ‘dayanışma’nın hakkını vermeye bakıyor.

İktidar kendince beğenmediği zaman dilimlerine mola diyedursun. Hocalar geri dönecek, öngörümüz temenniyle sınırlı değil. Yaşanır bir ülkeyi elbet kuracağız. Belirsiz bir zamana ertelenmiş kendiliğinden bir mucize bekleyerek bunun olamayacağını bilenlerin sözü ise bellidir, imzaları imzamızdır. Lafta kalmasın.

Sema Kaygusuz, Ercan Kesal ve Burhan Sönmez’in tanıtım yazılarının yer aldığı kitaba öyküleriyle katkı sunan yazarlar; Didem Dayı, Ahmet Özdemir Aktan, Serdar Ulaş Bayraktar, Filiz Arıöz, Kuvvet Lordoğlu, Ferda Fahrioğlu Akın, Gül Köksal, Cenk Yiğiter, Özgür Müftüoğlu, Tolga Tören, Nilay Etiler, Mustafa Oğuz Sinemillioğlu, Hafize Öztürk Türkmen, Nejla Kurul, İbrahim Kaboğlu.

Okuru bol olsun…


KÜNYE: Akademisyenlerden KHK Öyküleri, Hazırlayan: Kuvvet Lordoğlu, Nota Bene Yayınları, Nisan 2018, 256 sayfa.

 

DAHA FAZLA