Rusya ve ABD’in Suriye’de ateşkes konusunda 27 Şubat 2016’da başlamak üzere anlaşmaları, Suriye’deki durumu yeni bir aşamaya taşınmış oldu.
Peki bundan sonra ne olacak?
Öncelikle bu anlaşma, emperyalist odaklar arasında Suriye üzerinden yürütülen ve çeşitli savaş formlarının iç içe geçtiği bir biçim alan savaşın belirli alanlarda statükoya tabi hale getirilmesi için atılan bir adım. Yani, her iki büyük devlet, ‘’IŞİD’e karşı mücadele’’ ideolojisi çerçevesinde belirli bir denge arayışındadır.
Uluslararası ilişkilerde denge oldukça merkezi bir parametredir. Emperyalist sistem içindeki eski güçlerle yeni güçler arasındaki mücadelenin geçmişteki benzer süreçlerden farkı, bağımlılık ilişkilerinin başatlığıdır. Bu başatlık nihayetinde belirli bir denge konumunu yakın ve orta vadede sürekli olarak sağlanmasını gerekli hale getiriyor.
O halde, ateşkes bağlamında denge arayışının aktörlerine bir projeksiyon tutmak, sürecin bundan sonra nasıl bir ana hat izleyeceği ve ne gibi olasılıklara alan açabileceği hakkında bize bazı temel fikirler verebilir.
ABD
ABD’in, Asya-Pasifik’te güç biriktirmeyi ulusal strateji belgesinin başına yazdığı ve dolayısıyla da, geçmişte problemli olduğu ülkelerle bir ‘’detant dönemi’’ni hayata geçirmeye çalıştığını biliyoruz. ABD emperyalizmi açısından arka bahçe düzenlemesi girişimi olarak da yorumlayabileceğimiz bu sürece, ABD’in askeri gücünü öne çıkarmak yerine Clinton döneminin ‘’yumuşak güç’’ stratejisinin bir versiyonu diyebiliriz. Elbette, bu stratejinin ABD emperyalizmi açısından ne kadar işlevli olduğu tartışmalıdır. Tartışmalıdır çünkü, günümüz dünyası Clinton’un bu stratejiyi yürürlüğe koyduğu dünya değildir. Post-sovyet sonrası bir dünyada öncelik, reel sosyalizm pratiklerinin egemen olduğu coğrafyaların kapitalizme eklemlenmesidir. Yumuşak güç stratejisi bu öncelik doğrultusunda hareket etmeyi sağlamaya dönüktür. Ama bu stratejinin çelişkisi, bugünün yeni güç odaklarının yükselişine zemin hazırlamasıdır.
Bugün, emperyalist sistem içindeki hegemonya mücadelesi ve Ortadoğu’daki kaos Obama’nın başka bir versiyonunu uygulamaya koyduğu yumuşak güç stratejisinin doğurduğu boşluklarda ve 2008’den bu yana süreğen hale gelen kapitalizmin yapısal krizi üzerinde zemin buluyor. Örneğin, İran ile yapılan anlaşma, İranı askeri güç kullanmadan dünya kapitalizmine eklemleme girişimiyken, bölgede İran’ın nüfuz alanlarını genişletmesi açısından elini rahatlatıyor. Bu durum doğal olarak, ABD emperyalizmin bölgedeki tarihsel müteffiklerinde tedirginliğe yol açıyor. Türkiye-Suud-Katar ittifakının durumu bu açıdan muazzamdır.
Yukarıda söylediklerimiz çerçevesinde Suriye’de varılan ateşkes ABD açısından ne anlama geliyor?
Birincisi, ABD’deki seçimlere kadar, yani sekiz aylık bir süre zarfında müteffikleri tarafından pasifizm olarak suçlanan politikanın değiştirilmeyeceğini bilmek için kahin olmaya gerek yok. Peki seçim sonucunda Cumhuriyetçi Parti’den seçilen bir başkan dahi savaş merkezli politikalara dönüş yapabilir mi? Sorunun cevabını şimdiden söylemek zor, lakin Trump’un sağ popülist milliyetçi hatta yer yer faşizme kayan söylemini de dahil ederek söylersek, savaşçı politikalara dönüş, o çok bahsi edilen 3. Dünya Savaşı’nı maddi hale getirecek gelişmeleri doğrudan tetiklemesi anlamına gelir. ABD emperyalizmi kısa ve orta vadede böylesi bir erken doğumu göze alabilir mi?
İkinci olarak, ABD açısından bölgede dengenin ne ifade ettiğini anlamak gerekiyor. İran’ın dünya kapitalizmine eklemlenme sürecinde ABD açısından bölgede denge; Suudi Arabistan’ın stabil olduğu, Mısır’ın çökmediği, İsrail’in korunduğu bir dengedir. Bu noktada, Suriye’deki savaşın başlangıcından sonra ve takip eden uzun süre boyunca cihatçı çeteleri Suriye’nin ‘’kendi dinamikleri’’ diyerek Suud-Türkiye-Katar ittifakı tarafından beslenmesine göz yumduğunu biliyoruz. Ne zaman ki; cihadizmin enternasyonal karakteri kontrol edilemez duruma geldi, Suud-Türkiye-Katar üçlüsü NATO ittifakının cephe ülkeleri olmak adına dengeyi zorlayacak adımları atmaya başladı; ABD, ‘’şimdilik’’ Rusya’nın nüfuz alanındaki bir Suriye'yi de kabul etmek zorunda kaldı.
Üçüncü olarak; Ankara saldırısını takip eden günlerde, İleri Görüş için Doğan Ergün ile beraber kaleme aldığımız yazımızda1 Rojava’nın bir Barzanistan olmadığını dolayısyla da ABD’in bölgedeki denge açısından bir kriz dinamiği özelliği taşıdığını söylemiştik. Buradan hareketle, ABD’in Rojava’yı dönüştürmek adına kimi girişimleri olmakla birlikte, Rusya’nın bölgeye müdahil olmasıyla PYD’in ABD’yi dengeleyecek bir dayanağa sahip olduğunu belirtelim. ABD’in, Suriye’de merkezi yönetimden sonra ikinci bir Rus nüfuz alanına evet demeyeceğini biliyoruz. Bu noktada, ABD açısından orta vadede Rojava’nın dönüştürülmesi, Bölgesel Kürt Yönetimi’nin etkisinde, Türkiye’nin koruyuculuğunda/müteffikliğinde gerçekleştirilmek istenmektedir. Lakin AKP/Saray Rejimi ve onun bölgesel aktör olma hevesleri düşünüldüğünde bu planın gerçekleşme ihtimalinin sıfıra yakın olduğunu söyleyelim.
RUSYA
Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinin bir dizi nedeni olmakla birlikte, asıl belirleyici olanın ABD emperyalizminin Asya-Pasifik coğrafyasında güç biriktirmeye başlaması, NATO’nun Rusya’nın hinterlandı denilen coğrafyaları kendi ittifakına dahil ederek yeni askeri üsler kazanması, önce Gürcistan daha sonra da Ukrayna’da uydu devletleri kurması ve ekonomik yaptırımlarla çevreleme stratejisine girişmesidir.
Rusya’nın soğuk savaş dönemini andıran bu politikalara karşı cevabı, Gürcistan’a müdahalesini de katarak söylersek hep savumacı bir pozisyonda oldu. Suriye’ye müdahale ise, kendi coğrafi hinterlandı dışındaki bir ülkeye ve bambaşka bir saik ile oldu. Elbete Akdeniz’deki tek üssünü kaybetme riskinin belirginleşmesinin bu süreci hızlandırdığını ekleyelim.
Bununla beraber, Rusya’nın ABD emperyalizmin bıraktığı boşlukları çok iyi gördüğünü bu boşlukları kendi emperyal amaçlarına hizmet edecek biçimde dizayn etme başarısını gösterdiğini görebiliyoruz. Suriye özelinde söylersek; Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinde ana hedefin başında, sahayı rejim ve cihatçılar ikiliğine indirgeyerek bölgedeki varlığının meşruluğunu uluslararası platformlarda tesis etmek, böylece Ukrayna ve Kırım vasıtasıyla üzerine gelinen konularda elini rahatlatmaktı. Bugün kimse Rusya’nın Suriye’de ne işi var? sorusunu Türkiye dışında sormuyor; bu soruyu kimsenin ciddiye aldığı da yok. Ama daha önemlisi ise bundan sonra bölgede atılacak her adım, yapılacak her hamle Rusya’yı hesap etmek zorundadır. Diğer bir deyişle, Rusya bölgede ‘’oyuncu kurucu’’ olmuştur.
ABD’deki seçimler sadece müteffikleri açısından değil, Rusya açısından da önemli. Daha önce söylediğimiz gibi ABD’in politikalarını bu 8 aylık süre zarfında değişitirmeyeceği ne kadar aşikarsa Rusya’nın bu süreyi bölgede konsolide olmak için kullanacağı da o kadar aşikardır. Bu açıdan bakıldığında, Rus uçağının düşürülmesi bir kırılma noktasıdır. Rusya, uçağın düşürülmesinden bu yana Türkiye’yi bu eylemin öznesi değil nesnesi haline getirirerek, asıl muhattabının NATO ve dolayısıyla da ABD olduğunu vurgulayan bir strateji izliyor. Böylece uluslararası arenada ciddi bir manevra alanı kazanıyor.
BÖLGE
Ateşkes anlaşmasının bölgede kaynama noktasını gelen suları soğutacağını düşünmek hayalden öteye gitmeyen bir realitedir. Rusya’nın bölgede çok ciddi bir aktör haline gelmesi, ABD’in boş bıraktığı alanlar, IŞİD, İran’ın artan etkisi, düşen petrol fiyatları, mezhep çatışmaları, Kürtlerin uluslararası alanda yükselişi...gibi bir dizi dinamik birbiriyle iç içe girerek oldukça grift bir hale gelmiştir. Bu griftliğin, bir anlaşmayla çözüleceğini düşünmek ancak ve ancak burjuva ideologlarına ait bir iyimserlik olabilir. Yani özetle, bölgede kaosun egemenliğinin uzunca bir süre daha devam edeceğini söyleyebiliriz. Dahası emperyalizmin tercihinin ‘’kontrollü kaos’’ olduğudur. ABD tarafından ateşkesin ve geçiş döneminin başarıya ulaşmamaması durumunda ülkenin üçe bölüneceği ve ABD’in bu sürece fiili olarak müdahil olacağı açıklamaları2, kaosun kontrollü olarak devam ettirilmek istendiğinin amprik kanıtıdır. Bu açıdan bakıldığında denge ile ‘’kontrollü kaos’’ arasında bir çelişki değil tam tersine bir bütünlük bulunmaktadır. Orta vadede denge; ‘’kontrollü kaos’’tur.
Bugünden cevap vermek zor olsa da kimi parametreler değerlendirildiğinde, emperyalizm açısından kaosun kontrol altına alınabileceğini söylemek fazla pembe bir tablo çizmektir. Elbette emperyalist odakların buna ilişkin planları/programları olabilir. Buna uygun biçimde hareket edebilirler. Lakin, bu kadar grift bir sürecin yaşandığı dönemde herhangi bir özne tarafından atılan her adımın ne tür sonuçlar verebileceği hakkında şimdiden net cevaplar verilemez. O halde, yapılması gereken bölge söz konusu olduğunda, sürece odaklanmak, sürecin ana hatlarını belirginleştirmek ve belirginleşen hatlara ilişkin net, yalın ve hatta indirgemeci tepkiler üretmektir.
SONUÇ YERİNE, TÜRKİYE
Ateşkesin gündeme gelmesiyle AKP/Saray Rejimi’nin PYD/YPG’in ateşkesin dışında bırakılması gibi artık traji-komik bir hal almaya başlayan söylemleri, bölgeye ilişkin mezhepçi-yayılmacı politikalarının çöküşünün pik noktasıdır.
Yeni-Osmanlı sevdasıyla çıktıkları yolda, önce cephe ülkesine sonra da cihatçılarla Batı arasında tampon ülke statüsüne düşen AKP/Saray Rejimi’nin yaşadığı sıkışmışlığı aşabilmek için mezhepçi ve yayılmacı politikalara daha fazla sarılması artık kural haline gelmiş durumdadır. Diğer bir deyişle, AKP/Saray Rejimi bölgedeki kaostan beslenmektedir. Bu doğrultuda AKP/Saray Rejimi’nin, ateşkes sürecinin bıçak sırtındaki dengeleri düşünüldüğünde ‘’çılgınca’’ hamlelere kalkışması gayet normaldir.
Sorun, bu hamlelerin ABD başkanlık seçim sonuçlarını bekleyip beklemeyeceğidir.
Bu açıdan bakıldığında AKP/Saray Rejmi için sorun, bir ‘’zamanlama meselesi’’dir.