Arthur Miller’dan yabancının romanı: Fokus

Arthur Miller’dan yabancının romanı: Fokus

Roman, İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazılıyor ve o yılları anlatıyor. On yedi bölümden oluşan kitapta zaman, düz bir çizgide ancak atlamalarla ilerliyor. Fokus asıl olarak faşizmin ve düşmanlığın, toplumsal düzen tarafından nasıl üretildiğinin üzerinde duruyor.

İnsanlığa ait olmayan seslerin çokça duyulduğu zamanlardan geçiyoruz. Birilerinin ya da bir şeylerin, diğeri için nefret nesnesine dönüştüğü, aklın ve insanlık tarihinin yarattığı değerlerin trajik bir biçimde aşındığı hatta parçalandığı bir dünyada yaşıyoruz.

Yabancılara karşı düşmanlık bu parçalanmışlığın en zehirli meyvelerinden birisidir. Bunu biliyoruz. Fakat bildiğimizin biraz dışına çıkıp yabancı olma kavramına farklı açılardan da bakamaz mıyız?

Örneğin sırf diğer insanların yaşam tarzını beğenmediği için onları hor görme budalalığından muzdarip olanlar için "ötekiler" yabancı değil midir? Ya da varlığı ve benliği hiçe sayılarak  tacize uğrayan, tecavüz edilen, katledilen kadınlar “erkek algı” tarafından en büyük yabancı olarak görülmüyor mu? Diğer yandan daha iyi bir dünya için, hatta en iyisi için mücadele edenlere terörist gözüyle bakan,onların ölmesi ya da zarar görmesi karşısında en ufak bir üzüntü duymayan toplumsal kesimler açısından sözü edilen insanlar o toplumun “Yahudisi” değil midir aslında?

Tüm bu nefreti üretenler, yakıp yıkanlar kendileri için bir yabancı değiller midir zaten?

“Yahudi karşıtı zihinlere göre Yahudi yerli halkta korku ve öfke yaratan yabancılaşmanın işbirlikçi sömürünün temsilcisidir. Buna ekleyebileceğim tek şey, korkularını ne esas sebebinin kendilerinde hissettikleri yabancılaşma olduğudur. Mitsel bütüne yüce ulusun özüne hizmet etmeye dönük kuvvetli arzuyla çelişen aciz ve bireyci bir toplumdışılık ve ait olmama hissidir asıl sebep.Çoğu vakada görüldüğü üzere Yahudilerden korkmalarının nedeni gerçeklerden korkmalarıdır.Gerçeğin ya da güzel olmayan dünyanın aynasında insanın dönüp kendine bakması hiç rahatlatıcı değildir ve çok güçtür.”

Günümüzde bu yabancılaşmanın cisimleştiği en yaygın örneklerden birisi mülteci düşmanlığı. Daha geniş anlamıyla yabancı düşmanlığı, yani Zenofobi. Tüm gezegeni saran bir hastalık bir lanet gibi büyümeye devam ediyor.

Zenofobi dünyanın bütün dertlerinin vebalini kendisinden olmadığını düşündüğü insanlara, özellikle savaşlar nedeniyle ona “ait” ülkede yaşamak zorunda olanlara yüklüyor. Kötülük iktidarlarının savaşlarla yarattığı yıkımlar toplumları düşmanlaştırıyor.

Arthur Miller savaş dönemi toplumsal yapısını yakından gözlemledi. Çocukluk ve gençlik yılları savaşın parçaladığı bir dünyada geçti. Sıradan olanın trajediye, rutinin kaosa dönüştüğüne şahit oldu.

Yazdığı trajediler kralları, soyluları, tanrıları değil  “küçük” insanların hikayesini anlattı. Sıradan mahallelerin sıradan insanını yazdı. Büyük politik dünyanın kendi halindeki insanda yarattığı değişimleri gösterdi eserlerinde.

Bu eserlerden birisi de  Fokus’tur. Roman, İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazılıyor ve o yılları anlatıyor. On yedi bölümden oluşan kitapta zaman, düz bir çizgide ancak atlamalarla ilerliyor.

Fokus asıl olarak faşizmin ve düşmanlığın, toplumsal düzen tarafından nasıl üretildiğinin üzerinde duruyor.

İnsanların kendi küçük dünyalarında yaşadığı ortalama bir mahalledir romanın dekoru. İkinci Dünya Savaşı devam etmektedir. Dünyalar küçük olsa da savaş büyüktür ve zaman geçtikçe bu büyük savaş,o sıradan küçük dünyaları parçalayacak ve başka bir şeye dönüştürecektir.

Bu dönüşümü en trajik yaşayan Bay Newman’dır. Onun hikâyesi, başta Yahudilere şüpheyle yaklaşan bir adamın toplumun baskısıyla bunu düşmanlığa taşıması, sonrasında ise bu düşmanlığın hedefi haline gelmesi ve en nihayetinde bu düşmanlığa karşı mücadelesinin hikâyesidir.

Kitabın adı bu dönüşümü sembolize etmektedir. Miller’ın yazdığı önsözden alıntılayacak olursak:

Fokus simge kişilik meselesiyle yakından ilişkililidir.Romanın ana imgesi,Yahudi karşıtı bir adamın şartlar gereği Yahudilerle ilişkilerini yeni baştan değerlendirmek mecburiyetinde kalması sonucu zihninin merceklerinin tersyüz oluşudur”

Fokus’un çağrıştırdığı ve hikâyenin asıl imgesi Newman’ın taktığı gözlüktür. Daha doğrusu Bay Newman’ın, patronunun baskısıyla almak zorunda olduğu gözlüktür. Gözlüğün şirket açısından amacı şirkette işe alım görüşmelerini yapan Bay Newman’ın, gözlerinin bozukluğundan kaynaklı olarak yanlışlıkla Yahudileri işe almasını engellemektir.

Fakat Bay Newman gözlüğü takmaya başladıktan sonra insanların şüpheli bakışlarını üzerinde hisseder. Bir süre sonra bunun nedeninin gözlüğün ironik biçimde onu Yahudilere benzetmesi olduğunu fark edecektir. Buna rağmen gözlükten kurtulamaz. Çünkü artık olan biteni daha iyi gözlemleyebilmektedir. Gözleri çabuk yorulduğu için doğru düzgün okuyamadığı haberleri okumaya başlaması bunun bir örneğidir. Belki de buna  benzer durumlar gözlüğü vazgeçilmez kılmaktadır.

“Bu gece nasılsa sayfaların alt tarafındaki küçük haberleri bile ihmal etmiyordu. Bu haberlerden birini belki beş kez okudu. Haberde önceki gece vandalların bir yahudi mezarlığına saldırıp üç mezar taşı devirdiği ve diğerlerinin üzerine gamalı haç çizdiği yazıyordu”

Sevmediği şeyin kendisine dönüşür Bay Newman, bir Yahudiye...

Sürekli kaçtığı belanın içindedir artık. Newman’ın dönüşümü trajiktir ancak bu dönüşümü soyut bir vicdani hesaplaşmayla gerçekleştirmez. Yabancılara karşı güdülen düşmanlıktan payını alarak dönüşür. Kısacası pasif bir biçimde de olsa Yahudi düşmanlığını sempatik bulmaktan, o düşmanlığın hedefi olmaya, oradan da kendini bu düşmanlığa karşı savunmaya giden bir çizgide ilerliyor Newman. Kendi içinde başından beri taşıdığı “yabancı”, hikâyenin sonlarında ortaya çıkıyor.

Bay Newman’ın dönüşümünün ipuçlarını şu satırla veriyor Miller:

“Bilinenin kabuk değiştiriyor göründüğü, yabancıya ve keşfedilmemişe dönüşmenin kıyılarında dolaştığı saat de gelir.”

Newman’ın yaşadığı değişimde büyük resmin izlerini de görürüz. Mahallenin Yahudi esnafı Filkenstein’ın Bay Newman’a söyledikleri faşist ideolojinin nasıl üretildiği ve ne işe yaradığı üzerine söylenmiş çarpıcı sözlerdir.

İstedikleri sensin ben değil...Beni yem olarak kullanıyorlar. Benim hiç bir önemim yok. Onlar için benim tek önemim, beni işaret ettiklerinde herkesin aklını ve parasını onlara teslim etmesi...

Fokus, Amerikan rüyasının on iki saatlik mesai ve yoksulluk içinde yok oluşunu anlatırken, toplumsal eşitsizliğin ve savaşın toplumdaki düşmanlığı nasıl beslediğini de anlaşılır kılıyor. Haksızlıklara karşı mücadele etmemenin kötü sonuçlarını işaret ediyor.

Hikâyenin sonlarında Newman, ona ve Filkenstein’a saldıranları şikayet etmek için polise gittiğinde tüm düşmanlıkların bir anda son bulmasını diliyor.

“...aniden bir şimşeğin düşüp insanlar arasındaki tüm ayrımları yakarak kül etmesini ve artık kimin hangi ırktan geldiğinin bir öneminin kalmayacağı şekilde insanları değiştirmesini diledi.”

Fakat insanlığın acı hatıralarından biliyoruz ki o şimşek gökyüzünden değil, kötülüğe karşı mücadeleden, dayanışmadan ve kardeşlikten doğacaktır.


KÜNYE: Fokus, Arthur Miller, Çeviri:Ramazan Güngör, Sel Yayıncılık, Ocak 2017, 225 sayfa.

DAHA FAZLA