Anlatmakla başlayacak her şey!

Anlatmakla başlayacak her şey!

Emrah Öztürk; "Anlatamıyorum" kitabıyla bu serüvenine devam eden yazar, söylemek istediklerini okura satır aralarında verirken; her bir öyküde seçtiği kelimelerle, kumaşı sıkı dokunmuş bir kurgu sunuyoruz bize.

Sinema mezunu olan Emrah Öztürk’ü ilk olarak “Fil’m Hafızası” adlı platformda sinema üzerine yazdığı yazılardan tanıdık.  "Varlık", "Kitap-lık", "Dünyanın Öyküsü" ve "Sarnıç" dergilerinde ilk öyküleri yayınlandı. Limon Ağacı adlı ilk öykü kitabıyla 2014 yılında yazarlık serüvenini taçlandırdı. "Anlatamıyorum" kitabıyla bu serüvenine devam eden yazar, söylemek istediklerini okura satır aralarında verirken; her bir öyküde seçtiği kelimelerle, kumaşı sıkı dokunmuş bir kurgu sunuyoruz bize.

Kitapta iki bölümde sunulan öykülerde geçmişin izlerini görüyoruz. İlk bölümde daha reel olanı paylaşmak isterken ikinci bölümde masalsı bir anlatımı seçerek imgeler de kullanarak şiirsele yakın bir dil tutturmaya çalışmış Emrah Öztürk. Bazen çocukluktan kalma travmalarıyla yüzleşmek isterken bazen pilavdan döndüğü için kırılan kaşığın hesabını yapamamış bir dostluk hikâyesiyle; bazen beklerken dizi dizi kitaplar bitirten bir bekleme hikâyesiyle; bazen bir kelimeyle, evet yalnızca bir kelimenin hayatına yapacağı etkiyle çıkıyor karşımıza yazar. Bazen de masalsı imgelerle anlatmaya çalışıyor bize anlatamadıklarını. 

Başka kimseler duymasın diye kesilen dile can veren bir tuti kuşu olarak çıkıyor karşımıza mesela. Daha fazla hikayeler anlatıp padişahın gönlünde taht kurmasın diye dili kestirilen Leyla’ya dilini vererek hikayelerini sürdürmesine izin veriyor büyüleyici Talna adındaki bu kuş. Kuşla ilk karşılaşmasında kuşkuyla bakan Leyla; “Yalan söylemiyorsun değil mi? Dili olan yalan söyler çünkü.” der. Talna ise; “Yalan, menfaatle ortaya çıkar hanımım. Bizimse hiçbir zaman menfaatte gözümüz yoktur. O yüzden insanlar gibi yalan söylemeyiz. Huda bizi bir sebepsizlik üzerine yarattı. Hiçbir işe yaramayız. Hiçbir faydamız yoktur. Tabiattan silinip gitsek hiçbir şey eksilmez. Var olmak için savaşmak zorunda değiliz,” (S.61) diye karşılık verir.

Ayrıntılara dikkat eden yazar, betimlemelerinde okura görsel bir bakış açısı da sunuyor, adeta sinematografik bir tat bırakıyor. Öyküler, her ayrıntısı düşünülmüş birer sahne olarak karşımıza çıkıyor. Bu da okura akıcı ve imgeyi harekete geçirici bir okuma zevki veriyor. 

Biri ya da bir şey pencereyi tıklayınca ürkerek dönüp baktım; buruşuk bir ceviz yaprağı yapışmıştı cama. Rüzgar, beni galeyana getirmek isteyen bir kabadayı gibi bahçede eline ne geçiriyorsa tutup tutup üzerime savuruyordu. Naralar atıp er meydanına çağırıyordu beni…”

Bireylerin iç yaşantısındaki kırgınlıklarını, beklemelerini, pişmanlıklarını, korkularını, kapanmayan yaralarını anlatan farklı yedi öykü var kitapta. Öykülerdeki kahramanların her biri anlatamadığı bir meselenin peşindeler, hesaplaşmaya ve nihayete erdirmeye çalışıyorlar yarım kalmalarını…

İşte senden bana kalan o kilitli sandık, o gizlem dolu ezgi: Teşne.

“…teşneyim!” demiştin, kokularını, korkularını, esmerliğini, daha birçok şeyini, tilciklerini, kıpırtılarını ona yüklemiştin. Onu yepyeni bir anlama ulaştırmıştın.

Senden sonra… Bu sözcüğü ne zaman duysam bir rüya ağacı portakalını döker gömeçlere. Fayansları üşür bir otelin. Rakı koar bir kadının saçları. Geceler katılaşır, uzar, upuzun bir biçimsizliğe, bitmezliğe varır. Otobüsler duraklarda yolcu indirir. Deli bir adam çıkar ortaya, kurtlardan ebemkuşaklarından bahseder. Lefkoşa’da Nigar Hanım titrer eski bir kitabın içinde. Yüreğimdeki oltu taşı kımıldar.

“…teşne”

Birini çok sevince dilsiz kalıyorsun, onun tarafından… Oysa ben isterdim ki başa çıkabileyim ağzımdaki, belleğimdeki bu dikenle. Olmuyor. Bir sözcük öğrettin bana, bin sözcükle anlatamıyorum. (S.47)


Anlatamıyorum, Emrah Öztürk, YKY, 2017.

DAHA FAZLA