Alternatif çocuk hikâyeleri / Büyümenin alegorisi

Alternatif çocuk hikâyeleri / Büyümenin alegorisi

Emekçi Çocuklarına Hikâyeler, birer alegorik hikâyeler bütünü. İnsan dışındaki tüm canlıların bu hikâyelerde dile geldiğini görüyoruz. Hatta hayvanlardan ve bitkilerden ziyade insanların daha çaresiz, daha niteliksiz ve daha acınası roller üstlendiğini söyleyebiliriz. Emekçiliğin her zorluğunu bilfiil yaşayan kahramanlar oluşturan yazar, aslında gerçeği resmetmiş. Gerçeğin gerçeğini yansıtmaya çalışıp çocuklara temel değerleri benimsetmek istemiş.

Çok bilindik bir isim değil Hermynia Zur Mühlen. Avusturya soylusu bir aileden geldiğini ve gençken kendi sınıfından nefret etmeye başladığını biliyoruz. Mühlen, proleter edebiyat hareketinin içerisinde yer alır ve Almanya’nın önde gelen devrimci masal yazarı olur. Hayatını antifaşist bir mücadele üzerine inşa eden Mühlen için proleter ozan Mike Gold, “Bir gün komünist harekette yer alan ‘bir Amerikan yazar, çocukların zihinlerine boca edilen gerici efsanelere-günümüze eski feodal dünyadan çıkıp gelen ve işçi çocuklarını hâlâ etkilemeye devam eden Külkedisi, Beyaz Atlı Prens ve Kral ile Kraliçe gibi öykülere-karşı kalem oynatacaktır.’ Bu kalem, Zur Mühlen’dir.” der. Zur Mühlen, Emekçi Çocuklarına Hikâyeler adlı eserini bu bilinçle kaleme almıştır.

Emekçi Çocuklarına Hikâyeler, birer alegorik hikâyeler bütünü. İnsan dışındaki tüm canlıların bu hikâyelerde dile geldiğini görüyoruz. Hatta hayvanlardan ve bitkilerden ziyade insanların daha çaresiz, daha niteliksiz ve daha acınası roller üstlendiğini söyleyebiliriz. Emekçiliğin her zorluğunu bilfiil yaşayan kahramanlar oluşturan yazar, aslında gerçeği resmetmiş. Gerçeğin gerçeğini yansıtmaya çalışıp çocuklara temel değerleri benimsetmek istemiş. Bunu tabi ki yetişkinlerin diliyle değil; hayalin sınırlarına sığınarak gerçekleştirmiş. Hayal âleminin birlikteliğiyle soyut fikirleri somutlaştırmak, birbirlerinin karşısında duran kavramlar gibi görünse de kitapta iki kavram birbirini beslemiş. İlk hikâye olan “Gül Ağacı”nda, kendi değerinin farkına varan bir gülün, bilinciyle olan imtihanını okuyoruz. Zengin bir ailenin bahçesindeki “şey” olan gül ağacı, rüzgarın uyarılarıyla zenginler için açmamaya karar verir ve direnir. Sevgisiz, bencil ve şekilci olarak tanıtılan zenginin bahçesinde açmazken ve kuruyup giderken onu alıp evindeki hasta eşine götüren bahçıvanla tekrar can bulmuştur. Rüzgarın gül ağacına sürekli salık verdiği şeyle, cesaretle, geri adım atmaz gül ağacı ve tabi ki rüzgarla başlayan bilinçlenme süreci esnasında hep gözlemlediği de yoldaki insanlar olur. Yoldaki insanlar ve bahçesinde bulunduğu evdekiler arasında bir fark vardır daima.

Bir sonraki hikâye olan “Serçe”, adeta bir Küçük Kara Balık. Minik Serçe de Küçük Kara Balık gibi ailesinden uzaklaşmak ister. Aslında isteği, dünyayı görmektir. Kimsenin kolaylıkla kazanamadığı Estetik Yuvalar Yapma Becerisi Bölümü’nü kazanmış ve bundan mutlu olması beklenmiştir hep. Ancak Serçe, ailesinin değerlendirdiği gibi değerlendirmez bu durumu. Emeğinin üzerine konan zenginleri şöyle anlatır:

Aman ne meslek ya! Gerçekten de eşi bulunmaz bir meslek! Başkalarının yaşayacağı yuvalar yapmak nasıl güzel meslek oluyormuş? Güneşin o yakıcı sıcağında dört bir yandan ot çöp taşı, bunları özene bezene ör, harika bir yuva yap, sonra da seçkin hanımlar ve beyler bu yuvaya taşınsınlar. Emeklerimin karşılığında da önüme küçük bir kurtçuk atıversinler.

Bu söylemden sonra akıllara gelenin inşaat işçileri olması beklenir. İnşaat işçileri, terlerini dökerek yoktan var ettikleri binaların içerisinde asla yaşayamayanlardır. Çoğu zaman aileleriyle birlikte başlarını sokabilecekleri bir evleri bile yoktur. “Babamın Kanatları”nı izleyenler bilir: İnşaat işçileri sürekli hayal kurup dururlar. İnşa ettikleri evlerde keyif çatmanın, dinlenmenin hayalini kurarlar. Bu hayallerine çoğu zaman yüksek katlardan düşen işçi arkadaşlarının ölüm haberinin gölgesi düşer. Hayalleri dahi yarım kalmaya alışmıştır. Serçe de bu yazgının karşısında durmaya karar vermiştir. Okuyucu çocuğun bu hikâyede kavramasının beklendiği nokta “kararlılık”tır şüphesiz. Önüne çıkan onca engele, onu vazgeçirmek için usanmadan bahaneler üreten diğerlerine karşı Minik Serçe sonuna dek gidecek ve keşfetmenin, tanımanın tadına varacaktır. Serüveninde karşılaştığı zenginlerden nefret etmiştir Serçe. Onların sevgisizliği anlatılır yine ilk hikâyedeki gibi. Yoksullar daima sevecen, samimi, sıcak ve yardımseverdir bu hikâyede. Az sayıda zenginin her şeyi kendilerine ayırmasını anlamlandıramaz Minik Serçe. Sürekli bunun sorgulaması içerisindedir. Serçeye katılan olacak mı, onunla birlikte uçup okyanusları aşan olacak mı, Serçe tüm dünyayı görebilecek mi peki? Devamını sizlere bırakalım, okurken heyecan duymanızın önüne tamamıyla geçmemiş olalım.

Üçüncü hikâyeye geldiğimizde, bir köpeğin vefakarlığını kutsayacağız. Siyah insanların Amerika’daki köleleştirilme gerçekliğinin anlatıldığı bu hikâyede, cümlelerin anlam yükü diğerlerinden biraz daha ağır. Kölelere uygulanan muameleler en can yakıcı haliyle kaleme alınmış. Bu sebeple kitabın önerileceği çocukların yaş aralığı önem arz ediyor. Siyahların yazgısı olan kölelik, bir karadelik bilinmezliğiyle yutuyor önüne geleni. Her şeyiyle sahibine ait olan bir insandan bahsediyoruz. Aile üyelerinden koparılan annelerden, babalardan; ailesiz kalan çocuklardan bahsediyoruz. İşte tam bu esnada bize “insan”ı hatırlatan küçük bir köpek, asla yalnız bırakmıyor çocuk Benjamin’i. Benjamin olmasaydı köpek olmayacaktı, köpek olmasaydı Benjamin olmayacaktı hikâyede. Böyle bir sevgi sarmalı aralarındaki. Ayrıca hikâyenin en dikkat çeken yanıysa hayvanların iyi insanlarla konuşabiliyor olmalarıydı bana göre. İyi insan ve hayvan birlikteliğinin en vahşi diyebileceğimiz timsahta bile doğrulanabildiğini göreceksiniz, bizi insan kılan hayvanlara selam durmamız gerekteğini anlayacaksınız.

Yazının sonu, hikâyelerin de sonuncusuyla tamamlanacak elbette. En çarpıcısıydı “Neden?” başlıklı hikâye. Dünya çocuklarının, her bir çocuğun haklı sorularıyla sudan çıkmış balığa dönüyoruz. Hayat karmaşasında hiçbir şekilde bizi meşgul etmeyen sorular bir çocuğun ağzından sıklıkla dökülüveriyor. Paul, “Neden?” diye sormaktan vazgeçmiyor kenara itilmişliğine rağmen. Kimsenin bu soruları cevaplamaya niyeti yok elbette. Sorularla muhatap olanlar ya geçiştiriyor ya da kızıyor Paul’a çünkü tüm “neden?”ler haklılığın timsali, çünkü tüm “neden?”ler birilerinin rahatını kaçıracak cinsten:

Benim neden annem-babam yok?

Ben neden yumurta yiyemiyorum?

Neden vuruyorsunuz bana?

Ben neden zavallı bir çulsuzum?

Bu dünyadaki her şey neden zenginlere ait?

Dünyada neden zengin diye bir şey var?

Bu soruları sadece kendisinin sorduğuna inanan Paul, hikâyenin sonuna doğru daha fazlasını soran insanların var olduğunu öğrenir. Kulağını toprağa dayayan çocuk, dört bir yandan bitmek bilmeyen sorularla yalnız olmadığını sonunda anlar. Yalnızlık duygusundan sıyrılan Paul’un şimdi öğreneceği şey ise topraktan gelen seslerin bu soruları birleştiğinde bertaraf edeceğidir. Çocuk,  hep birlikte “neden?” diye sormaktan vazgeçmeyen insanlar için o günün hiç de uzak olmadığını doğanın haykırışıyla öğrenir:

Belki yarın! Yarın! Yarın!


KÜNYE: Emekçi Çocuklarına Hikâyeler, Hermynia Zur Mühlen, Çeviri: Devrim Evci, Dipnot Yayınları, 2017, 114 sayfa.

DAHA FAZLA