Akademide neler oluyor?

Akademide neler oluyor?

Akademide tarihin en büyük tasfiye operasyonu yaşanıyor. CHP milletvekili Şenal Sarıhan’ın açıkladığına göre 15 Temmuz’dan beri toplam 4180 akademisyen kamu görevinden uzaklaştırılmış. Buna kapatılan yükseköğrenim kurumlarındaki 2808 kişiyi de eklerseniz, toplam 6988 eder. Sakın yanlış anlaşılmasın, bu kişiler emekli edilmiyorlar, atılıyorlar; üstelik yıllar içinde hak ettikleri emekli ikramiyeleri ve maaşları da verilmeden. Tahmin edilebileceği gibi özel sektörde de iş bulamıyorlar, patronların başımıza bir iş gelir korkusu yüzünden. Görünen o ki, işten atılmalar daha da sürecek.

Aslına bakarsanız üniversiteden tasfiyeler Türkiye için yeni bir olgu değil. Hatta denilebilir ki Türkiye üniversite tarihi sadece ve sadece tasfiyeler üzerinden bile yazılabilir. Gerçekten de 1933 yılından başlayarak neredeyse on yılda bir kitlesel tasfiyeler yapılmıştır. Ancak aralarında gaddarlık farkı olduğu gerçeğini de teslim etmek gerek. Örneğin 1933’te atılanlar meslekleriyle ilgili istedikleri bir yere tayin edilmişlerdi. Hiçbir yeri istemeyenlere ise maaşları iki yıl boyunca düzenli olarak ödenmişti. Tüm hakların gasp edilerek atılma geleneği ise 1980’de YÖK ile başlar. Aradan 40 yıla yakın zaman geçti ama aynı YÖK bugün yine iş başında ve YÖK başkanı yine tasfiyeyi savunuyor. Yıllar içerisinde üniversiteyi piyasalaştırdılar, gericileştirdiler; şimdi de son entelektüel birikimini yok ediyorlar. Unutmamak gerek, bir gün hesabını sorabilmek için.

Geçtiğimiz 15 gün boyunca okuduğum akademi ile bazı belgeleri paylaşmak istiyorum unutmamak adına. YÖK 2011 yılında Uluslararası Yükseköğretim Kongresi düzenlemişti. Tam bir devlet kongresiydi, açılışını Cumhurbaşkanı’nın yaptığı, neredeyse tüm rektörlerin boy gösterdiği bir toplantıydı. Kongreye ben de katılmıştım; üç gün boyunca öğle yemeği yediğim masalarda yönetici olmayan tek kişiydim! Sonrasında da bildirilerin tümünü büyük boy üç cilt halinde yayınladı. 300’ün üzerindeki bildiri genel olarak değerlendirdiğimde, ana temanın piyasacılık olduğu konusunda fikrim değişmedi. Yanılmıyorsam, öğrencilerin “müşteri” olarak adlandırıldığı ilk resmi toplantı da buydu.  Gericilik de önemli yer tutuyordu kongrede. Örneğin İslami bakış açısından müfredatın düzenlenmesinin, sadece sosyal bilimlerin değil, fen bilimlerinin de İslamileştirilmesinin ilk ağızdan, İran’dan bir bildiriyle ele alınması gibi. Bu açıdan, bugünlere nasıl gelindiğini görme açısından, bu kitap çok iyi bir belge. Vakıf üniversitelerinin nasıl daha kârlı hale gelebileceğinden, ilahiyat fakültelerinin anabilim dalı şeklinde nasıl örgütleneceğini tartışan çok sayıda bildiri var ama üniversiteyi üniversite yapan kavramlar yok gibi neredeyse.

Geçtiğimiz aylarda 100/2000 YÖK Doktora Bursları kitapçığı yayınlandı. Yüz seçilmiş alanda 2000 kişiye doktora yaptırmayı hedefleyen bu program tam da bu dönemde şaka gibi geliyor insana. Bir yandan yetişmiş kişileri, genç bilim insanı adaylarını güvencesiz bırakıp üniversite dışına atarken, diğer yandan bilimci yetiştirme çalışmaları tam bir tezat. Kitapçıktaki doktora eğitimi konusundaki sayısal veriler ilgi çekebilir (sayısal veriler Türkiye Yükseköğretim Sistemi kitapçığında da var) ama doktora programı planlanması için gerekli bilim politikası olmayınca, bu programın da geleceğine olumlu bakabilmek için hiçbir neden görünmüyor. Bence bu kitapçıklar da saklanmalı, unutulmamalı, ileride neden diye sorulmalı.

Türkiye’de akademinin geçmişi kısa olsa da 1933 reformuyla iyi bir başlangıç yapılmış ve yıllar içerisinde olumlu gelişmeler de olmuştu. En azından umut vardı. Örneğin, 1933-1948 yılları arasına Yüksek Ziraat Enstitüsü’nde Yapılan Doktora ve Doçentlik Çalışmaları ile Özetleri bir kitap halinde yayınlandı. Ekrem Rüştü İzmen’in yaptığı Türkiye’de gerçekleştirilen ilk doktora çalışmasının sonuç kısmına ve aynı yıl Kerim Ömer Çağlar’ın tezinin özetine de buradan ulaşılabilir. Tezlerin konusu elbette ciddi bir uzmanlık sorunu ama metodolojilerindeki sağlamlığı görmemek olanaksız. O dönemde Yüksek Ziraat Enstitüsü’nde fizik, kimya, jeoloji, botanik ve zooloji alanlarında da doktora çalışmalarının yapılması konuya nasıl bilimsel bir bakış açıyla yaklaşıldığını net bir biçimde gösteriyor. 1934 yılında Bakanlar Kurulu Kararnamesi olarak yayınlanan doktora talimatnamesinin tam metni de kitapta var. Eskiden KHK olarak doktora talimatı yayınlanırdı, şimdi tasfiye listeleri.

Yine eskiden üniversite sorunlarıyla ilgili ciddi bir tartışma ortamı ve bunların yayına dönüşmesi vardı. 1968 yılında Prof. Dr. Yaşar Karayalçın’ın hazırladığı “Üniversite ve İhtisas Kütüphaneleri İle Üniversite Kütüphaneciliği Hakkında Kanun Projesi”ni Ankara Üniversitesi yayınlamıştı. Fakülte kurulu gibi kütüphane kurulu öngören, üniversite kütüphaneciliğini bir lisansüstü programı düzeyine çıkaran öneri yasalaşmamış bile olsa entelektüel düzeyinin yüksekliği gerçekten şaşırtıcı. Benzer biçimde, tarihi ve yazarı belli olmasa da, “Ekonomik ve Teknik Bilimler Üniversiteleri Kanun Tasarısı” içinde aynı şeyler söylenebilir.

Üniversiteler de tartışmaları canlı tutabilmek için yasalardaki küçük de olsa değişiklikleri basar ve akademide dağıtırdı. Örnek mi? 1961 tarihli “Son Değişikliklere Göre Üniversiteler Kanunu” ve 1972 tarihli “Yüksek Öğretim Reformunda Üniversiteler ve Akademiler” sayılabilir.

Dernekler de akademinin sorunlarıyla ilgilenir ve tartışırdı. Çok bilinmediğini düşündüğüm 1949 yılında kurulan Üniversiteli Kadınlar Derneği Tüzüğü’nde de açıklandığı gibi akademinin ilerlemesi derneğin de sorunuydu. Bu konuda yoğun bir çalışma temposu içindeydiler. Örneğin, Ankara Şubesi 1976 Çalışma Raporu bu açıdan incelenmeye değer.

Sonra YÖK geldi ve gitmedi, hep kaldı. Sonuç: bugünkü tasfiyeler ve entelektüel birikimin aldığı darbe. Ama akademi hala ses veriyor. Yakınlarda yitirdiğimiz ODTÜ öğretim üyelerinden Hasan Ünal Nalbantoğlu anısına düzenlenen sempozyumlardan birinin sunumları “Paylaşımlar” adı altında yayınlandı. Bilimsel bilginin iktidar sorgusundan farklı düşünülemeyeceğini vurgulayan yazılarda Nalbanoğlu’nun bugünü önceden görüp “yuppie akademisyen” saptamasının yerindeliği anlaşılıyor. Belki de, üstte bahsettiğim Uluslararası Yükseköğretim Kongresi tam da buna örnek olabilir. İnsan Paylaşımlar’ı okuyunca, “Oh be!” diyor, kendine geliyor. Piyasa mantığı ile hareket etmesi beklenen yükseköğretim kuruluşları arasında adı “üniversite” olanlar bilim mantığını hiçbir zaman kaybetmezler, böyle bir seçenekleri yoktur, olmamalıdır. Oh be!


Yükseköğretim Kongresi Bildiri Kitabı 3 Cilt. YÖK Yay. 2012, YÖK’ten bulunabilir ama zor, sitesinde pdf sürümü var.


100/2000 YÖK Doktora Bursları. YÖK Yay. 2016, YÖK’ten bulunabilir, sitesinde pdf sürümü var.


Türkiye Yükseköğretim Sistemi. YÖK Yay. 2015, YÖK’ten bulunabilir, sitesinde pdf sürümü var.


Yüksek Ziraat Enstitüsü’nde Yapılan Doktora ve Doçentlik Çalışmaları ile Özetleri Cemalettin Yaşar Çiftçi, Hasan Çiftçi. Ankara Üni. Yay. 2009. Ziraat Fakültesi Yayın Bürosunda 13.5 TL.


Üniversite ve İhtisas Kütüphaneleriyle Üniversite Kütüphaneciliği Hakkında Kanun Projesi. Yaşar Karayalçın. Ankara Üni. Yay. 1968. Bulması güç, meraklısıyla paylaşabilirim.


Ekonomik ve Teknik Bilimler Üniversiteleri Kanun Tasarısı. Sahaflarda 5 TL.


Son Değişikliklere Göre Üniversiteler Kanunu. Ankara Üni. Yay. 1961. Sahaflarda 10 TL.


Yüksek Öğretim Reformunda Üniversiteler ve Akademiler, 1972. Bulması güç, meraklısıyla paylaşabilirim


Üniversiteli Kadınlar Derneği Tüzüğü, 1967. Sahaflarda 10 TL.


Üniversiteli Kadınlar Derneği Ankara Şubesi Çalışma Raporu. 1976. Bulması güç, meraklısıyla paylaşabilirim.


Paylaşımlar. Barış Mücen, Çağatay Topal, Erdoğan Yıldırım. İletişim 2016. Etiket Fiyatı 32 TL.

                                                       

 

 

 

 

 

                           

DAHA FAZLA