Ablası, arkadaşı ve gözaltındaki görgü tanığı Metin Göktepe'yi anlatıyor

Ablası, arkadaşı ve gözaltındaki görgü tanığı Metin Göktepe'yi anlatıyor

22 yıl önce bugün katledilen gazeteci Metin Göktepe’nin arkadaşı; Evrensel gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat, ablası Meryem Göktepe ve onunla birlikte aynı spor salonunda gözaltında olan İleri Haber Genel Yayın Yönetmeni Onur Emre o günü anlattı.

Meryem Yıldırım / @meryem_yildrim

8 Ocak 1996’da “Bunu mutlaka ben takip etmeliyim” diyerek gittiği haberde gözaltına alınarak vahşice öldürülen gazeteci Metin Göktepe cinayetinin üzerinden tam 22 yıl geçti.

28 yaşında, gözaltında ağır işkence sonucu öldürülen genç basın emekçisi, hayatını kaybetmesinin ardından ailesi, avukatları ve meslektaşlarının ısrarlı mücadelesi sonucu cinayet faillerinin ceza aldığı ilk gazeteci oldu.

O gün neler yaşandığını, Göktepe’nin ablası Meryem Göktepe, çalıştığı Evrensel gazetesinde mesai arkadaşı; şu an da gazetenin Genel Yayın Yönetmeni olan Fatih Polat ve o gün Metin’in götürüldüğü spor salonunda gözaltında tutulanlardan biri olan İleri Haber Genel Yayın Yönetmeni Onur Emre’dan dinledik.

İşte Yağan’ın tanıklığıyla o gün o spor salonunda yaşananlar, sonrasında Meryem Göktepe’nin anlatımıyla ailesinin yaşadıkları ve dava sürecinde gazetecilerin verdiği mücadeleyle bir değişimin de meydana geldiğine dikkat çeken Fatih Polat’ın anlatımıyla Metin Göktepe.

İLERİ HABER GENEL YAYIN YÖNETMENİ ONUR EMRE YAĞAN: 'İNSANLARI ÜST ÜSTE DİZMİŞLERDİ'

“Haberi radyodan duyduğumu anımsıyorum. Ümraniye Cezaevi'nde 4 devrimciyi beyzbol sopalarıyla döverek öldürmüşlerdi. Bu 4 devrimciden ikisi için Alibeyköy'de cenaze töreni yapılacağını öğrendik. Mahalleden arkadaşım Yusuf'la buluşup cenazeye katılmak için yola çıktık. Zaten dönem yargısız infazların, gözaltında kayıp haberlerinin eksilmediği bir dönemdi. Sık sık eylemler yapılıyor ve biz bu eylemlere hangi örgütün eylemi diye çok da bakmadan katılıp destek veriyorduk.

Esenyurt'tan yola çıkıp Eyüp'e kadar gittik. Eyüp'te polisler tüm minibüsleri, otobüsleri durdurarak kimlik kontrolü yapıyordu. Yusuf Tokatlı, ben Dersimli olunca kimlik kontrolünden geçemedik haliyle. Polis bizi ve birçok başka insanı araçlara bindirerek gözaltına alınanların tutulduğu Eyüp Kapalı Spor Salonu'na götürdü.

Spor salonunda çok sayıda insanın konuşması, polislerin bağırışı hakareti birbirine karışmıştı. Kalabalığın ürkütücü gerilimini ve polisin girer girmez uyguladığı şiddeti hatırlıyorum.

Biz ilk getirildiğimizde, salonun içinde değil binanın girişindeki bekleme alanlarında tutulduk. Bunun nedenini ise, akşamüstü bizi de sokup kameraya kaydettikleri spor sahasında anladık; yüzlerce insan tribünleri ve sahayı doldurmuştu. Gözaltına alınan insan sayısı çok fazlaydı.

Salona getirildiklerinde bizi girişte yüzüstü yere yatırmışlardı. Tabii bir taraftan insanlar getirilmeye devam ediyordu. Yer kalmayınca bizim üstümüze bir sıra daha insan yatırdılar. Betona yüzüstü yatmış biz ve artık üstümüze kimi koydularsa iki sıra insan bir süre öyle kaldık.

Daha sonra bir polis amiri sanırım üsttekileri kaldırttı. "Alttaki ölse haberiniz olmayacak" diyordu, diğer polislere üst sırayı kaldırtırken.

‘TUVALETE’ DİYE İŞKENCEYE GÖTÜRDÜLER: SESLERİ DUYDUK…

O sırada, (yerde yüzüstü yatarken) ilginç bir şey oldu. Polisler "tuvalete gitmek isteyen var mı?" diye bağırıp, tuvalete gitmek isteyenleri alıp götürüyorlardı. İlginç diyorum, şöyle anlatayım;  ben henüz 17 yaşındaydım ama gözaltı deneyimim bir hayli fazlaydı. İki kere Gayrettepe Terörle Mücadele'de, bir kere Vatan Terörle Mücadele hücrelerinde günler geçirmiş, birkaç kere de daha önemsiz sayılan afiş gözaltısı yaşamıştım. Ancak bu günler boyunca bir kere bile, gözaltındaki kişiyi tuvalete götürmeye meraklı bir polis görmedim. Aksine tuvaletinizi sizin için işkenceye dönüştürmeye çalışırlardı. Durum böyle olunca Yusuf'a "Dur bu işte bir gariplik var" minvalinde bir şeyler söyleyip gitmesini engelledim. Sonra öğrendik ki polis tuvalete diye götürdüğü kişileri bir yere sokup dövüyordu. Sesleri duyduk, gidip gelenler de polis işkencesini anlattı.

METİN “BEN GAZETECİYİM” DEDİ, SES TONUNDAN DÖVÜLDÜĞÜNÜ ANLADIK…

İşte yine tam o sıralarda, sonradan ismini öğrendiğim Metin Göktepe'nin "Ben gazeteciyim" dediğini duydum. Polislerin onu nasıl götürdüğünü göremiyordum ama sonuçta Metin'in ses tonundan, heyecanından, öfkesinden dövüldüğünü anlamıştık.

Akşam saatlerinde bizi serbest bıraktılar ve ertesi gün Metin'in katledildiğini duyduk. Yani Metin'i bilinçli olarak, yani o işkenceli ortamda bilerek isteyerek öldürmüşlerdi. O gün başka birinin ölmemesi ise zaten bir şans olarak görülmeli.

BİR PARÇAMIZI METİN İLE O SALONDA BIRAKTIK

Günlerce gözaltında hücrede kalan veya hapis yatan insanlar, başka devrimciler hala gözaltındayken ya da tutukluyken serbest bırakıldıklarında buruk ayrılırlar. İçeride bir parçanı bıraktığını hissedersin.

Metin bizim için öyle oldu. Bir soyutluktan bahsetmiyorum, gerçekten bir parçamızı o salonda bıraktığımızı düşünüyorum Metin aklıma her geldiğinde…”

MERYEM GÖKTEPE: ‘ANNE GEL, METİN DAYIMI ÖLDÜRÜYORLAR…’

“O gün iş yerinde bir türlü masamda oturamıyorum. Metin'in arkadaşı Uysal ulaştı bana. Daha önceden ablası ve abisi de aramış, not bırakmışlar. Neden bugün herkes beni arıyor diye düşünüp, sonra öteliyorum.

Metin!..“Metin” diyorum karşımda oturan arkadaşıma, bir şey mi oldu? Yok diyorum, kötü düşünmeyeceğim. Aklıma 5 Ocak'ta, akşam haberlerinde cezaevinde öldürülenlerin haberini izleyen 3,5 yaşındaki kızımın "Anne gel, Metin dayımı öldürüyorlar" diye bağırması geliyor. Uysal telefonda buluşalım, bir sorunum var, yardımcı olur musun diye soruyor. Yol boyunca kendimce neden buluşmak isteyebileceğini düşünüyorum. Buluştuğumuzda tepkisini ölçmek için sürekli göz ucuyla süzüyorum. Anlat diyorum, “bir yerde oturup konuşalım” diyor. İleride Özgür Gündem gazetesi var, zaten iş yeriymiş onun o anda öğreniyorum. Dayanamıyorum karşısına dikilip, “ne varsa söyle” diyorum, “yok korkacak bir şey” diyor…

RÜYADIR DİYE TOPLU İĞNE BATIRDIM ELİME, ACIDI, RÜYA DEĞİLMİŞ…

Gazeteye girdiğimde bir sessizlik ve bir telaş sezinliyorum. Bir cümle beni sarsıyor; “ablasıymış...” Sesler birbirine karışıyor, sendeliyorum. Oturtmak istiyor Uysal, “hayır ne olduysa söyle” diye dikiliyorum karşısına. “Dün Alibeyköy'de..cenazelerde…gözaltı…Evrensel'den Metin…yaralıymış…ama 3 Metin var hangisi bilmiyoruz...” Uçuşan cümleler uğultu gibi. Ne fark eder ki diyorum. Durum ne? “Yaralıymış.” Gidelim hemen nerede? Telefon, telefon edeyim abime. Arıyorum yengem çıkıyor. Metin yaralıymış, Çapa'daymış diyor. O sırada masadaki toplu iğneyi elime batırıyorum, rüya olsun, uyanayım. Değil, acıyor parmağım…

POLİS GÜLÜYORDU…

Bir araca biniyoruz, Metin Cerrahpaşa'da. Etrafta polis kaynıyor. Adli Tıp’ın önünde iner inmez İbo abimi görüyorum, tam ona yöneldiğimde bir genç kızın yerlere yattığını, haykırarak ağladığını, iki kadının da onu tuttuğunu görüyorum. Hiçbir şey düşünemiyorum. Abime yöneliyorum, “Metin'i gördün mü, ağır mı yarası?” sorum cevapsız. Yumrukluyorum göğsünden “söyle nasıl Metin?” Sarılıyor bana “Anla artık...”

Ölmek istiyorum o anda orada. Şaşkınım, hiçbir şey kavrayamıyorum. Metin? Ne olmuştu Metine? Derken abimin bir polise bağırdığını, “şerefsiz ne gülüyorsun!” diye üzerine yürüdüğünü görüyorum. Ahh gerçek mi, yok yok Metin ölemez çığlıkları. Biz anneme ne deriz, annem bunu nasıl göğüsler.

Kendine gel diyor birisi, bak polisler gülüyor acımıza. Daha ne olduğunu bile bilmiyorum. Peki nasıl ölür ki Metin, ne olmuş. Polis döverek öldürmüş, ama kabul etmiyorlarmış. Adli Tıp raporu sonrasında belli olacakmış, sağlam durmalıymışız. Oysa ben dünyayı yerinden oynatmak istiyorum.

METİN ÖLDÜRÜLMÜŞSE YIKILSIN DÜNYA!

Benim gülüşüne hayran olduğum Metinim öldürülmüşse, yıkılsın dünya. Annem geliyor aklıma, nasıl bakacağım yüzüne? Adli tıp önünde bir şeyler oluyor. Abim orada, bir de avukat. Otopsiye girmek isteyen avukatı almıyorlarmış. Aileden birisi ancak girebilirmiş.

YASI ERTELEDİK…

O anda yasın yerini mücadele alıyor.

Ertelenen yas... Ben girerim o halde diyorum. Ben ablasıyım. İnanamayan gözlerle bakıyor Fatih İlçe Emniyet Müdürü ve yanındaki polisler. Gülümsüyor mu ne bunlar diye geçirip içimden daha da öfkeleniyorum. Kararlılığımı görmüş olacaklar ki, avukatı kabul ediyorlar. Otopsi sonucu çok önemli o an, kapıda beklerken ben, bir kadın hekim merak etmememi söylüyor. Aynı kişiler hem yasçısı hem de takipçisi oluyor bu cinayetin. Bunları o zaman da düşündüm mü bilmiyorum. Şunu biliyorum ki daha o günden bizi acılarla birlikte zorlu bir mücadele bekliyor.

AVUKAT ÇIKTI, YÜZ İFADESİ TARİFSİZ “VAHŞET…” DEDİ

O sırada avukat çıkıyor, yüz ifadesi tarifsiz, yüzü allak bullak. "Bu bir vahşet…" diyor en çok da. "Bunca işkenceye neden gülmüş Metin" gibi sözler duyuyorum. Sonradan morgda çekilmiş gülen fotoğraflarından anlıyorum ne demek istendiğini…

O GENÇ GAZETECİ AHMET ŞIK’TI…

Gazeteciler Cemiyeti'nden genç gazeteciler, birkaç Metin’in tanımadığım arkadaşıyla Cağaloğlu'na yola koyuluyoruz. İnsanlara çarptıkça kendime geliyorum. Cemiyetten içeri giriyoruz, genç gazeteci grubunun öfkeli konuşmalarından anladığım; Cemiyet Başkanı da gelsin, sahip çıksın cümleleri. Aşağı iniliyor ve o anda bir genç gazetecinin haykırışlarına tanık oluyorum ve elinde “Bu Yürek Susmayacak” yazılı Metin Göktepe fotoğrafı. İşte o anda idrak ediyorum, gerçekten de Metin ölmüş. O genç gazeteci ise Ahmet Şık...

EŞİT VE ÖZGÜR BİR DÜNYADA YAŞAYALIM DİYE HABER YAPIYORDU

Valilik önünden bir arkadaşımın eşi beni taksiye bindirip annemin, Metin'in yaşadığı eve götürüyor. Elimde nasıl edindiğimi bilmiyorum Metin'in fotoğrafı  “Bu Yürek Susmayacak”. Taksi bana dar geliyor, camını açıp haykırmak istiyorum ağlamalarım izin verince de taksiciye iç sesimi yükseltiyorum: “Bu fotoğraftaki gazeteci benim kardeşimdi, siz, biz eşit ve özgür bir dünyada yaşayalım diye haber yapıyordu. Sözüm ona güvenlik sağlaması gereken polislerce öldürüldü!” Sanki o anda dünyaya haykırıyordum...

BENİM OĞLUM DA 19 YAŞINDA BİR GAZETECİYDİ

Eve gidiyorum, odalardan birinde uyutulmuşum iğneyle. Karanlık bir sese uyanıyorum. İçeriden Ferhat Tunç türkü söylüyor. “Aaaa çok kötü bir rüyaymış” diye düşünüyorum. Hatırlamaya çalışıyorum, iğne batırdığım parmağımı yokluyorum. Acıyor, gerçekmiş diye çığlık atıyorum. Annemi görmek istiyorum, utanıyorum bir yandan yaşamaktan. Salona geçiyorum, perişan annem. Ağıtlar arasında bir bilge ses “kendinize gelin” diyor. “Ben oğlumun cenazesiyle 20 saatlik yol aldım. Benim oğlum Ferhat Tepe 19 yaşındaydı, gazeteciydi…”

Yasımızı yaşayamadan adaletin arayışına düşmüştük daha o geceden. Çünkü Metin duvardan düşmemiş, işkenceyle defalarca dövülerek öldürülmüştü. Sonrası hepimizin bildiği gibi...

HEPİNİZ BENİM İÇİN METİN’SİNİZ

Genç gazeteciler, o dönemin Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı sevgili Nail Güreli, annem başta olmak üzere sahiplenilmesiyle pek çok kesimden bu göz önünde işlenmiş cinayete daha ilk günden büyük bir tepki oluştu. Gerçeği inatla arayan bir gazetecinin davasını da aynı inatla sürdürüyor annemin "Hepiniz benim için Metinsiniz" diye seslendiği Metinler. Onlar da her duruşmada "İnadına hepimiz birer Metiniz" diyorlar. İşte bu ısrarlı ve sürekli sürgün dava takibi, gerekli cezaları isteyen sürgün hakimlere rağmen ilk defa bir gazeteci cinayetinde mahkumiyetle bitti. Bunları yazmamdaki amaç direkt sorumlular olmasa da piyonları tatmin etmese bile cezalandırılmış olmalarına mücadele ederek ulaşıldı.

Bugün çok sayıda Metin Göktepe, gazeteci Metin'i haberlerinde yaşatıyorlar..

Metin'e olan özlem ve sevgimle Metin'ce atan yüreklerinden öpüyorum...”

EVRENSEL GENEL YAYIN YÖNETMENİ FATİH POLAT: METİN’İN DAVASI BİR ŞEYLERİ DEĞİŞTİRDİ

 “Metin Göktepe 8 Ocak 1996 görev başında gözaltına alınarak dövülerek öldürüldü. O dönemde sokakta haber izleyen gazeteciler sıkça polis şiddetine maruz kalıyordu. Gazeteciler Metin’in ölümüne yol açan polis saldırılarını kendi bedenlerine gelmiş gibi kabul ettiler. Çünkü bu artık o dönem gazetecilere yönelik şiddetin son haliydi. Yaşama kast eden haliydi.

Metin’in şu özelliğine de dikkat çekmek gerekir. Sosyal ilişkileri mesleki anlamda çok geniş bir gazeteciydi ve sokakta haber yapan muhabirlerin hepsinin arkadaşıydı. Hem Metin’in birlikte haber izlerken şiddet gördüğü arkadaşları hem de Metin’in haber yaptığı çeşitli kesimler harekete geçti. Bu o dönemde ilden ile sürülen Metin Göktepe davasında ilk kez aslında bir polisin döverek öldürmekten devletin güvenlik görevlilerinin ceza aldığı bir davaya dönüştü.

CANLI MÜCADELE GELENEĞİNİN DEVAMI

“Metin duvardan düşerek öldürülmüş” dediler. Ama bu meslektaşlarının katkısıyla bu ısrarlı takip tanıklar ortaya çıktı. Evrensel ile birlikte başka gazeteler de yazdı. Basın meslek örgütleri de güçlü sahip çıktı, toplu bir gayret gösterildi. Dönemin Türkiye Gazeteciler Cemiyeti başkanı Nail Güreli’yi saygıyla anıyoruz. Güreli, Metin Göktepe davasının takibinde ciddi rol alanlardan birisidir. Bu gazetecilerin kazandığı bir davadır. Gazetecilerle birlikte sahip çıkan herkesin kazandığı bir davadır. Şuna da dikkat çekmek lazım:

Metin Göktepe davasına sahip çıkan gazeteciler, muhabirler çalıştıkları gazetelerde de bir değişim dalgası yarattılar. “Ben Aydın’a ya da Afyon’a Metin Göktepe davasını izlemeye gidiyorum” dendiğinde istihbarat şeflerinin itiraz etmediği bir gündem haline geldi. Çünkü dava mesleği savunmanın bir parçası haline geldi. Neredeyse her gazetede köşe yazarları Göktepe davasını yazdılar, davaya geldiler. Bu sürecin sonunda ‘Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri’ çıktı. O da o mücadelenin bir ürünü. Metin’in doğum gününde 10 Nisan’da veriliyor. Bu ödül, o mücadelenin kollektifliğini yansıtan, canlı mücadele geleneğinin bir devamıdır.

O DÖNEM GAZETECİLER, ŞİMDİ GAZETECİLİK ÖLDÜRÜLÜYOR

Her gelen iktidarın farklı baskı politikalar var. 1990’lı yıllar gazeteci cinayetleriyle, pek çok fail-i meçhul cinayetlerle geçen bir dönemdir. Çoğu Kürt gazetecilerdir. Musa Anter, Ferhat Tepe pek çok isim sayabiliriz.

Metin Göktepe 1996’da öldürüldü, daha sonra Hrant Dink cinayeti olarak devam eden bir süreç var. Dönemin iktidarı “O zaman insanlar asit kuyularına atılıyordu” diyor. Kendilerinin bunu yapmadıklarına dair açıklama yapıyorlar.

Ama sıkça söylediğimiz gibi, o dönem gazeteciler öldürülüyordu, şimdi gazetecilik öldürülüyor. Medyanın önemli bölümünü iktidar ele geçiriyor, ele geçirmediği kısmını da susturmaya çalışıyor. 150 medya çalışanı cezaevinde ve gerçek habercilik yapıp da hakkında dava açılmayan gazeteci yok neredeyse. Dolayısıyla başka biçimlerde baskının koyulaştığı bir dönem.

GAZETECİLER HAKKINDA EN ÇOK DAVA AÇILAN DÖNEMDEYİZ

Bu dönemin şu özelliği var aynı zamanda: Gazeteciler hakkında en çok dava açılan dönem bu dönem. Aynı gün bir adliyede, ard arda bitmeyen, hatta günlerce süren gazeteci davalar var. Cumhuriyet gazetesi davası bir başlıyor 5 gün sürüyor.Mahkeme heyetlerinin fütursuzluğu var. Ahmet Şık’ın beyanını açıklaması engellendi, duruşma salonundan çıkarıldı. Başka gazeteci davalarında avukatlar çıkarıldı. Böyle bir dönem.

ASLA EĞİLMEYECEK, HAKİKATİN KAZANMASI İÇİN ÖRGÜTLÜ MÜCADELE EDECEĞİZ

Bu dönem, tıpkı Metin Göktepe döneminde olduğu gibi gazetecilerin mücadele ederek aşacakları bir dönemdir.

Dik durmaya devam edeceğiz, asla eğilmeyeceğiz ve hakikatin kazanması da ancak örgütlü bir mücadeleden geçiyor.”