112’nci yaşında Sait Faik’in dünyasına bakış

112’nci yaşında Sait Faik’in dünyasına bakış

İyi bir Sait Faik okuyucusu olup da insana, hayvana, doğaya zarar vermek; yaşanılan anın ne kadar özel olduğunu hissetmemek mümkün olmaktan çıkar.

Rojda Bakan

Türk Edebiyatı’nda çağdaş hikâyeciliğin kilometre taşlarından Sait Faik Abasıyanık’ı, 112. yaş günü vesilesiyle, onu daha yakından tanıyacağımız bir yazıyla analım istedik. Kuşkusuz bu yazının Sait Faik’i anlatmak için kısıtlı olacağı aşikâr. Nitekim Sait Faik, derya deniz. Bu nedenle, bu anma yazısında yalnızca hikâye değil, şiir ve roman yazarı da olan Sait Faik’in kişiliğini, şairliğini, hikâyeciliğini ve hikâyelerinde öne çıkan unsurları yakından incelemeye çalışacağız.

SAİT FAİK ABASIYANIK KİMDİR?

Öykü-roman yazarı ve şair Sait Faik 18 Kasım 1906’da Adapazarı’nda dünyaya gelmiştir. İlköğretimini Rehber-i Terakki Okulu’nda tamamlamış, 1925’te İstanbul Erkek Lisesi’ne başlamıştır. Disiplin cezası alması nedeniyle ortaöğretimini Bursa Erkek Lisesi’nde tamamlamıştır. İstanbul Darülfünunu’nda (Üniversitesi) Türkoloji okumuş, babası Mehmet Faik Bey’in isteğiyle iktisat eğitimi için İsviçre’ye gitmiştir. Daha sonra İsviçre’den ayrılan Sait Faik, 1931-1935 yılları arasında Fransa’da kaldıktan sonra İstanbul’a dönmüş, Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi’nde Türkçe öğretmenliği yapmıştır. Babasının ısrarıyla açtıkları toptancı tahıl dükkânını işletmeye başlamış, ancak bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca yalnızca yazı yazarak geçinmeye karar vermiştir. 

1939 yılında babasını kaybetmesinin ardından annesi Makbule Hanım ile birlikte Burgazada’daki evlerinde yaşamaya başlayan Abasıyanık, İkinci Dünya Savaşı sırasında bir ay Haber gazetesinde adliye muhabirliği yapmıştır (1942). “Modern edebiyata yaptığı hizmetlerden dolayı” 1953 yılında Amerika’daki Mark Twain Derneği’ne onur üyesi seçilmiştir. 11 Mayıs 1954’te siroz hastalığı sebebiyle yaşamını yitirdi. 

1955 yılında annesi tarafından başlatılan Sait Faik Hikâye Armağanı” her yıl yazarın ölüm yıldönümü olan 11 Mayıs’ta verilmektedir. 1963 yılında annesi hayatını kaybettikten sonra Burgazada’daki evleri Darüşşafaka Cemiyeti tarafından korumaya alınmış ve “Sait Faik Müzesi” yapılmıştır. Yazarın vasiyeti üzerine kitap teliflerinin geliri de eğitimde fırsat eşitliği sağlamayı amaçlayan Darüşşafaka Cemiyeti’ne bırakılmıştır.

Yaşarken yayımlanan eserleri sırasıyla, “Semaver” (1936); “Sarnıç” (1939); “Şahmerdan” (1940); ilk romanı “Medar-ı Maişet Motoru” (1944); “Lüzumsuz Adam” (1948); “Mahalle Kahvesi” (1950); “Kumpanya” (1951); “Havuz Başı” (1952); “Son Kuşlar” (1952) ve “Alemdağ’da Var Bir Yılan”dır (1954). “Medar-ı Maişet Motoru” yayımlandıktan birkaç gün sonra Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılmış, roman 1952 yılında “Birtakım İnsanlar” ismiyle yeniden basılmıştır. Ölümünden sonra ise “Az Şekerli”, “Tüneldeki Çocuk”, “Mahkeme Kapısı” ve şiir kitabı “Şimdi Sevişme Vakti” eserleri yayımlanmıştır.

SAİT FAİK’İN ŞAİRLİĞİ, HİK YECİLİĞİ VE ROMANCILIĞI

Pek çok yazarın yazma süreci okurları için merak konusudur. Nasıl gözlem yaptıklarını ve olaylara-olgulara nasıl yaklaştıklarını öğrenmek, belki de onlar gibi yazabilmek isteriz. Bu başlıkta da yazarın temel motivasyonlarının ne olduğunu anlamaya çalışıp çoğunlukla hikâyeciliği ile tanınsa da şair ve romancı yönüne de değineceğiz. Çağdaş hikâyeciliğe büyük katkısı olan Sait Faik’in eserlerinde yaşadığı dönemden çokça izler var. Her yazarda vardır kuşkusuz ama ondaki gözlem gücü, dönemin sosyal hayatına da ayna olmuş. Evet iyi bir gözlemci Sait Faik; öyle ki hikayelerini okurken şaşıp kalmamak, nasıl olmuş da okuruna böylesine dokunarak yazmış diye düşünmemek mümkün değil bana kalırsa. 

Eserlerinde anlattığı Burgazada yaşamının, İstanbul’un, esnafın, balıkçının adeta fotoğrafını çeker bizlere. Fotoğraf derken yalnızca görüntüden bahsetmiyorum, insanların iç dünyasını görebilmiş, bizlere de göstermiştir. Onun hikâyelerinde Ali, Ahmet, Hikmet isimlerine de rastlayabiliriz, Konstantin, Hrant isimlerine de. Yoksul insanları sevmiş, eserlerinde onların yaşamına yer vermiştir. Bazı eserlerinde toplumsal sorunlara değinmiş olsa da çoğunlukla bireyin toplum içerisindeki sorunlarını; üzüntülerini, sevinçlerini, korkularını ele almıştır. “Yazarın anlık heyecanlarını yansıtan izlenimci ve fovist** ressamların üslubunu anımsatan bir tarzı olduğu söylenir.” (Karahan, 2016: 277)

Öte yandan kendi özgün dilini oluştururken Andre Gide, Comte de Lautreamont, Jean Genet gibi isimlerden etkilendiği, kendisinden sonra gelen Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu, Demir Özlü gibi pek çok yazara da öncülük ettiği düşünülür. Faruk Duman, edebiyat dergisi Notos’ta yer alan “Sait Faik’in Düşünceleri Arasında” adlı yazısında, yazarın hikâye yazma sürecini, “Hikâye yazmak için oturduğum hiç vaki değildir. Hikâye yazmak içimden gelmeli ve sonra oturup yazmalıyım. Hikâyelerimi ekseri herkesin arasında, bir balıkçı kahvesinde ve evimde gece yarısından sonra annem uyurken yazarım” sözleriyle anlattığını aktarıyor. (Notos, Nisan-Mayıs 2014, 40) 

Sait Faik’in hikâyeleri dili bakımından şiirsellik taşırken, şiirleri incelendiğinde onların da birer hikâye olma özelliği taşıdığını görüyoruz. Abidin Dino, 7 Haziran 1939 tarihinde çıkan S.E.S. Dergisi’nin ilk sayısında yazar hakkında, “Sait Faik Adalı Abasıyanık’ı tanımakla yeni bir ada keşfetmiş kadar sevinebilirsiniz, Adalı’nın adası dünyadan büyüktür, içinde her şey vardır. Gorki’nin Rus edebiyatına yaptığı hizmeti, Adalı, Türk edebiyatına yapacak. Fakir fukaralar anafordan futbol maçına girer gibi Sait Faik’le beraber kitaplarımıza girdiler, yuria!... Sait Faik için hikâyeci demek onu hapsetmek demektir. Sait Faik romancıdır, piyes muharriridir, her şeydir. Sırasıyla usta bir hokkabaz gibi piyesi ve romanı en ummadığınız yerinden çıkaracaktır. Sait Faik Adalı’ya abayı yaktık vesselam” demiştir. (Notos, Nisan-Mayıs 2014, 43)

Haldun Taner’in, ‘Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil’ eserinde Sait Faik hakkında söyledikleri, yazarı daha iyi tanımamıza ve anlamamıza yardımcı oluyor. “Sait Faik’i Sait Faik yapan, bütün o yüksündüğü özellikleriydi. Aylaklığıydı. Okul kaçkını başıboşluğuydu. Hiçbir ciddi işi ucundan tutamayan gelgeçliğiydi. Sonunda kendini olduğu gibi kabul etti. Dünya’daki, toplumdaki hikâyeci yerini, bilinçle aldı. Burgaz çalılıklarından çekti bir kızılcık dalı kopardı, kalem gibi yonttu, ucunu yaşama batırdı ve yazmaya koyuldu. Disiplinli yazarlar gibi, muntazam çalışmıyordu, yazma işine asılmıyordu. Eserekli yaradılışına uyarak, durup dinlenip, bazen sadece yaşayıp, yazmayı unutarak, yazmaktan ekmek parası beklemeyerek yazıyordu” demiştir. (Abasıyanık, 2013: 138)

Pasaport almak için Emniyet Müdürlüğü’ne başvuran Sait Faik’e mesleği sorulduğunda yazar olduğunu söyler. Ancak bunu kanıtlayabileceği bir belgesi yoktur. Bu yüzden meslek hanesine Fransızca “işsiz güçsüz” anlamına gelen “sans profession” yazılmıştır. (Kaya, 2018: 371) Bu durumun Türkiye’deki zanaat anlayışının yanlış ve çarpık olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Nihan Kaya da bu konuyu Fildişi Kuyu kitabında ‘Sait Faik “işsiz” değilse neydi?’ başlığı altında tartışmaya açıyor. Eski Yunanlıların bizim “kültür” kavramıyla ilişkilendirdiğimiz uğraşları birer meslek olarak gördüklerinden bahsediyor. Edebiyata veya başka kültürel, sanatsal alanlara yapılan katkıların birer hobiden ibaret olarak algılanması, hem üreten insanı hem de aslında bizim tükettiğimiz kültür - sanat ediminin anlamını yitirmesine sebebiyet verir. 

SAİT FAİK ESERLERİNDE ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ 

‘Semaver’ öyküsünde, “Kızarmış ekmek kokan odada semaver ne güzel kaynardı. Ali semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya benzetirdi. Onda yalnız koku, buhar ve sabah saadeti istihsal edilirdi” pasajıyla, fabrika çalışanı Ali üzerinden patronlara ve sömürüye eleştiri görülmektedir.

‘Semaver’ kitabındaki ‘Birtakım İnsanlar’ öyküsünde, Taksim’de karşılaştığı hamalın, “Ağabey, biz Tophane’deki sabahçı kahvelerinde yatarız. Hepimiz hamal, uşak gibi herifleriz. Ama namusumuzla yaşıyoruz. Ne yapalım? Beş on para kazanırız. Geceleri de kahveciye beş kuruş verir, köşede uyuruz. Ne yapalım? Otellere para mı dayanır? En aşağısı otuz kuruş. Otuz kuruşla iki gün geçimimiz var” demesi, zor çalışma koşulları ve alınan ücret ile ihtiyaç karşılamanın mümkün olmadığı durumlara dair düşünmeye sevk ediyor.

‘Son Kuşlar’ eserindeki ‘Dondurmacının Çırağı’ öyküsü çocuk işçileri merkezine alıyor. Bu öyküde, o çocukların on yedi saat çalışıp beş saat uyumasından hayretle bahseder. Dondurma dükkânı sahibinin yaz sezonunda yoğun çalışıp mükâfatını aldığını, geri kalan zamanlarda “yedi ay sırtüstü yattığını” ifade ediyor. Ancak çırakların durumunu, “Ama İmrozlu çırakların sabahın saat beş buçuğundan gecenin saat birine kadar çalışmalarının onlara ne mükâfat sağladığını size rakamla değil de başka bir şekilde anlatayım:

Çocukların aldığı mükâfat, her hafta papaz efendinin dükkânı tütsüleyip okuduğu dua karşılığının tam yarısıydı” cümleleriyle aktarıyor. 

Sait Faik’in genellikle emekçi kesimle bir duygudaşlık içerisinde olduğu, kalburüstü memur kesiminden, tüccarlardan ve işverenlerden hoşlanmadığı, onların emekçi ve yoksullara yönelik tavırlarını eleştirdiği görülür.

SAİT FAİK’İN İNSAN VE DOĞA SEVGİSİ

Sait Faik’i okuyan herkesin dikkatini çekecek başka bir yan da; doğa sevgisidir. Eserlerinde detaylı olarak doğa tasviri yapar. Doğanın, hayvanların zarar görmesinden rahatsızlığını sık sık dile getirir. Burgazada’da kuşları avlamaya giden insanları gözlemlediği ‘Son Kuşlar’ hikâyesinde, “Sonbahara doğru birtakım insanların çoluk çocuk ellerinde bir kafes, Ada’nın tek tepesine doğru gittiklerini görürdüm. İçim cız ederdi“ cümlesi vurucudur.

Yine ‘Son Kuşlar’ öyküsünde, “bin tanesi iki yüz elli gram et vermeyen sakaları, isketeleri, floryaları, serçeleri” pilava koymak için avlayıp boğan Konstantin Efendi’yi anlatırken, “Seneler var ki kuşlar gelmiyor. Daha doğrusu ben göremiyorum. Güzün o güzel günlerini penceremden görür görmez, Konstantin Efendi’nin bulunabileceği sırtları hesaplayarak yollara çıkıyorum. Bir kuş cıvıltısı duysam kanım donuyor, yüreğim atmıyor. Halbuki sonbahar kocayemişleri, beyaz esmer bulutları, yakmayan güneşi, durgun maviliği, bol yeşiliyle kuşlarla beraber olunca insana sulh, şiir, şair, edebiyat, resim, musiki, mesut insanlarla dolu, anlaşmış, sevişmiş, açsız, hırssız bir dünya düşündürüyor. Her memlekette kıra çıkan her insan, kuş sesleriyle böyle düşünecektir. (...) Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi” cümleleriyle yaşadığı derin hüznü okuyucuya da yaşatıyor.

Haldun Taner, Sait Faik’i anlatırken, “İnsan sevgisi dolu, doğa sevgisi dolu bir yüreği vardı. Neye baksa bu sevgi ile ısınıyor, ışıklanıyordu. Biz ancak o el attıktan sonradır ki, en önemsiz görünen insanların ve şeylerin zevkine eriştik. Bir şeytanminaresi, bir karpuz sergisi, bir mangal ve iskemle, bir kameriyeli mezar, bir boya sandığı, bir projektörcü, bir balıkçı, bir garson, bir papaz efendi, Sait onlara bakınca, onları anlatınca birdenbire ilginçlik kazanıyorlardı” diyor. (2013: 138) Gerçekten de yazının başında da belirtildiği gibi, Sait Faik kimsenin fark edemeyeceği ayrıntıları öylesine anlatır ki okur şaşar kalır. Kimsenin önemsemeyeceği “küçük insan”lar artık bizim için de dikkate değerdir. O tanımadığı insanları sever, bize de sevdirir. Kendisinde olan yaşama sevincini okuruna da aşılar. 

Velhasıl iyi bir Sait Faik okuyucusu olup da insana, hayvana, doğaya zarar vermek; yaşanılan anın ne kadar özel olduğunu hissetmemek mümkün olmaktan çıkar. 

112. yaşın kutlu olsun ey “Sait Faik ‘Adalı’ Abasıyanık”!..

*Manşette kullanılan görsel Murat Gülsoy'un oggito.com'da yayımlanan yazısından alınmıştır.

**1898-1908 yılları arasında Henri Matisse tarafından Fransa'da geliştirilen bir sanat akımıdır.

KAYNAKÇA:

Semaver, Sait Faik Abasıyanık, İş Bankası Kültür Yayınları, 2013, 138 Sayfa.
Son Kuşlar, Sait Faik Abasıyanık, İş Bankası Kültür Yayınları, 2014, 134 Sayfa.
Fildişi Kuyu, Nihan Kaya, İthaki Yayınları, 2018, 398 Sayfa.
DUMAN Faruk, “Sait Faik’in Düşünceleri Arasında”, Notos, Nisan-Mayıs 2014, 39-41
KARAHAN Kutluğ Kağan, “Sait Faik Abasıyanık’ın Eserlerinde Çalışma İlişkileri”, Yalova Sosyal Bilimler Dergisi, Yalova, 2015, 274-313 https://www.researchgate.net/publication/297680444_Sait_Faik_Abasiyanik'in_Eserlerinde_Calisma_Iliskileri Son güncelleme 11 Kasım, 2018.

DAHA FAZLA